SİNEMA 29 Kasım 2019
64b OKUNMA     832 PAYLAŞIM

Ustaların Klas Vedası: The Irishman Filminin İncelemesi

Yönetmen Martin Scorsese'nin uzun yıllar sonra hayata geçirdiği projesi The Irishman nihayet Netflix'e teşrif etti. Bir dönemin kapanışını simgeleyen filmin detaylı incelemesini aktarıyoruz.

sanatsal üretim içinde bulunduğu dönemden bağımsız düşünülemez. bu durumu görselleştirmek adına dönemi, yamaç aşağı uzanan bir yer olarak düşünebilirsiniz. sanatsal üretim de buradan akan bir su gibidir. başlangıç yeri farklı bile olsa döküldüğü zemin tarafından yönlendirilir çoğu zaman.

bu benzetme için de son on yılın dizi ve film üretimini örnek gösterebiliriz. çünkü son on yılda sinema müthiş bir değişim geçirdi. marvel basit filmlerle salonları, hasılatları ve bütçeleri domine ederken, dramalar netflix gibi dizi platformlarına kaymak zorunda kaldı. çünkü ya yapımcılar kendilerini ortama adapte edecekti ya da bütçe sıkıntıları nedeniyle istedikleri projelerden vazgeçeceklerdi.

ancak scorsese'nin ortama adapte olması gereken, dönemi tarafından yönlendirilen biri olduğunu düşünmek saçma olur. çünkü film yapmaya başladığı zamandan beri aşırı dominant bir tarzı vardı ve bu tarzını geliştirse de uzun kariyeri boyunca asla yan yollara sapmadı. neyi anlatmak istediyse onu anlattı hep. mesela 80'ler ve 90'larda insanlar filmlerinde şehir güzellemeleri yaparken scorsese bringing out the dead ile new york'un tehlikeli sokaklarını anlatmaya devam ediyordu. bu yüzden kendisini tepeyi aşıp gelen, ortamı hiçe sayan ve istediği yolda ilerleyen bir sel gibi düşünmek çok daha mantıklı.

şimdi, scorsese bu filmde tarzını nasıl devam ettirmiş, hangi değişiklikleri yapmış, elindeki usta oyuncu kadrosunu nasıl değerlendirmiş birlikte bakalım.

Uyarı: Buradan sonrası spoiler içerir.


bildiğiniz üzere film, frank sheeran adlı bir mafya tetikçisinin anıları üzerine kurulu

ki bu da tam scorsese'nin seveceği türden bir konu. ancak filmin anlatım dili goodfellas ya da casino gibi filmlerden çok farklı. çünkü bu iki filmde scorsese içine girdiğimiz dünyayı sürekli açıklıyordu. örneğin goodfellas filminin başında wise guy'lar kimdir, italyan mafyası nasıl organize olur, aile kurumu neden önemlidir, "getting made" gibi kavramlar nelerdir, mafya içinde kararlar nasıl alınır gibi konuları detaylı bir şekilde izleyicisine aktarıyordu.

casino filminde ise hızlı planlar ve hareketli kamera kullanımı ile tepedeki adamların casinoları nasıl idare ettiğini anlatıyordu. o filmde mesela kim kimden sorumlu, kimin yetkisi nereye kadar gidiyor, kimle uğraşmamak gerekir çok iyi bir şekilde anlıyordunuz. ya da son bir örnek vermek gerekirse the departed filminde scorsese, italyan ya da irlanda kökenli olmanın insanın mafyadaki konumunu nasıl belirlediğini detaylı bir şekilde aktarıyordu izleyicisine.

Goodfellas

bu filmde ise bu tür tanıtım mekanikleri yok. bunun da bence iki nedeni var. birincisi bu tanıtım mekaniklerini kullanmak hızlı planların olduğu sahneler gerektiriyor. ki bu da filmin temposunu gereksiz yükseltecekti. bir de bu mekanikleri kullanmak için bu işi yavaş yavaş öğrenen birine ihtiyacınız var merkezde. ancak frank sheeran böyle bir karakter değil. zaten hikayesi başladığında kimlerle çalıştığını ve ne yapıyor olduğunu gayet iyi biliyor. bu durumun ikinci sebebi de scorsese'nin hikayeye daha fazla odaklanmak istemesi. bir nevi "anlattık ya bunları kaç defa" diyerek bu mekanikleri atlamış ve kitaptan daha fazla materyal sığdırabilmek için zamanını bu alana ayırmış.

evren kurma aşamasına yatırım yapmıyor gibi görünmesi biraz garip bir tercih gibi düşünülebilir ancak scorsese kitap uyarlamalarının acemisi değil. ancak burada da farklı bir şekilde çalışıyor. çünkü diğer projelerinde aşağı yukarı her yönetmenin yaptığı gibi kitaptaki hikayeyi alıp "filmleştiriyordu". bu filmde ise sinemayı romanlaştırmış. ki bunu yapan benim bildiğim sadece bir yönetmen var.

bu ne demek?

normalde bir filmde önemli olan tek bir fikir ve tek bir an vardır. bütün olay örgüsü ve yan roller de bu fikrin desteklenmesi için kullanılır. mesela bir aksiyon filminde tüm çaba finalde ana karakterin, kötü adamı yenmesi içindir. bunun için de önce ana karaktere bir sebep verilir. daha sonra kötü adamı yenmesi için girdiği mücadele ve çalışma anlatılır. burada karakter zorlanır, düşer ama kalkmasını bilir. böylece seyircinin ana karakteri desteklemesi sağlanır. finalde de ana karakter rakibini olabilecek en etkileyici şekilde yener ve seyirci mutlu bir şekilde salondan ayrılır.

bu formülü diğer türler için de kullanabilirsiniz. mesela titanic'in bütün çabası jack boğulduğunda seyirciyi etkilemektir. diğer bütün o danslar, çizim sahnesi, kostümler falan hep bu an için hazırlıktır.

ancak bu film böyle değil. çünkü dediğim gibi filmleştirmeden çok sinemayı kitaplaştırma var burada. aradaki fark ne? dediğim gibi filmlerde tek bir an vardır. bu filmde ise her sahne farklı bir an aslında. yani normalde filmin içine yayılıp finalde toparlanması gereken fikir, bir sahne başladığında başlıyor, aynı sahne içinde devam ediyor ve sahnenin finalinde de söylemesi gereken şeyi söyleyip konuyu kapatıyor. bir sonraki sahnede aynı tema da olsa anlattığı fikir bundan farklı oluyor. bu durum da bir film izlemekten çok "bölüm"lere ayrılmış bir kitap okuyormuşsunuz gibi hissetmenize neden oluyor.


bu teknik bir problem mi? tabii ki değil. hatta bunu yapmak ustalık gerektiriyor çünkü neredeyse her sahnenizin bir kısa film gibi olması lazım. aynı zamanda bu sahnelerin birleştiğinde de ilerleyen bir dizi oluşturması gerekiyor. bu yüzden yazım anlamında hayli zor bir iş bu. zaten bu kısmı anlatmaya başladığımda demiştim bu işi şimdiye kadar bir yönetmen başardı diye. o da barry lyndon filmiyle, stanley kubrick zaten. varın tekniğin zorluğunu ve ne kadar titiz bir çalışma gerektirdiğini siz düşünün.

senaryo kalite olarak zaten belli bir seviyenin üstünde olacaktı. ancak bu kadar farklı bir teknik de beklemiyordum açıkçası. yine de bu teknik bile filmdeki oyuncu kadrosu kadar dikkat çekmiyor sanırım. çünkü robert deniro'nun bir filmde olması yeterli, joe pesci'yi ikna etmeleri ve üzerine harvey keitel'ı ekibe dahil etmeleri çoğu sinemaseverin başını döndürmeye yeter. ancak bu kadroya daha önce scorsese ile hiç çalışmamış olan al pacino'yu da katarsanız insanların beyninde havai fişeklerin patlaması gayet normal bir durumdur.

normalde de bir scorsese filminde deniro, pesci ve keitel'ın oynayacağı roller üç aşağı beş yukarı bellidir

keitel ekipten erken ayrılsa da rol aldığı filmlerde ağır, oturaklı, yol yordam bilen ve ekibi toparlayan mantıklı insanı canlandırırdı. joe pesci ise hırslı, sinirli ve etrafına zarar veren; aynı zamanda patlayıcı karakterlere hayat verdi hep. robert deniro ise sinirli ancak pesci'den farklı olarak egoist, narsist ve kibri yüzünden başına iş açan karakteri oynardı.

ancak üç rol, dört karakter olunca ayrıca gerçek olaylara sadık kalmak gerektiğinden burada herkes standart rollerinin biraz dışına çıkmış ve scorsese filmlerinde belli olan bu karakter yapısının farklı versiyonları kullanılmış. mesela keitel'in toplayıcı ve iş bilen rolü bu filmde joe pesci'ye verilmiş. russel buffalino adlı bu karakter, işleri yoluna koymaya çalışıyor sürekli. insanlarla konuşuyor ve şiddete hep en son çare olarak başvuruyor. burada bir farklılık da şurada; normalde yazılanlara göre pesci'yi bu filmde oynatmak için çok çaba harcamışlar. ancak pesci'nin filmdeki haline baktığınızda ermiş gibi sırıttığını görürsünüz sürekli. bu yüzden evet başta çok hevesli olmamış olabilir ama belli ki joe pesci, çekimlerde çok keyif almış. bu durum da karakterine yansımış.


bu film itibarıyla deniro'nun rolü de değişmiş. daha önceki filmlerde kendisi mafyada daha yüksek mevkilerde görünüyordu. burada ise söyleneni yapan bir görev adamı konumunda. ayrıca kibir, öfke gibi özellikler de bu karakterde bulunmuyor. çünkü frank de russ gibi olabildiğine uzlaşmacı bir insan. hatta mahalledeki bakkal hariç filmde kimseye gerçekten kızdığını görmüyoruz.

harvey keitel'ın rolü zaten yok denecek kadar az. dikkat çekici olan ise robert deniro'nun kibirli ve egosu nedeniyle başına iş açan karakterini bu filmde al pacino'ya vermeleri. ki al pacino dünyanın sayılı aktörlerinden olduğu için bu role kendisinden çok şey katmış. mesela 10 dakika geç kalma sahnesinde robert deniro olsa daha tehditkar ve öfkeli oynardı. al pacino ise mantıklı ancak karşısındaki insanı ezen bir enerjiyle oynamış. bu sayede scorsese filmlerinde daha önce görmediğimiz bir karakter yaratmışlar.

filmin yazımı ve karakterleri kadar çekim tekniği de farklı

kabul, scorsese dış sesi yine bolca kullanmış ancak bundan önceki filmlerde dış sesi hep hızlı kesmelerin olduğu sahnelerde kullanıyordu. mesela the wolf of wallstreet filminde leonardo dicaprio dış ses olarak olayları anlatırken hızlı akan görüntülerle biz de faaliyetin nasıl yapıldığını görüyorduk. ancak bu filmde "mafyaya giriş ve yükselme" kısmı anlatılmadığı için bu tür sahneler kullanılmamış.

çünkü kurguda daha sakin ancak etkili bir teknik uygulamışlar. bunu da frank'in birilerini vurduğu sahnelerde daha net görebiliriz. bir vurulma sahnesi normalde şöyle planlanır. a karakteri ateş edecek, b karakteri de vurulacak olsun. normalde a ve b karakterleri sahnenin başında karşı karşıya gelirler. burada a karakterinin yüzü kameraya dönükken b'nin yüzü sahnenin vermek istediği mesaja göre bize ya da a karakterine dönük olabilir. ancak yüzde doksan b'nin sırtı bize dönüktür. sahne bu şekilde açıldıktan sonra a karakteri silahını çeker, olacaksa buraya bir diyalog yazılır. karakter ateş etmeden önce de hızlı bir şekilde ters açıya geçilir. bu sefer a'yı sırtından b'yi yüzü bize dönükken görürüz ve kesme yapıldıktan yaklaşık yarım ya da bir saniye sonra silah patlar. önce b'nin yere yığılışını izleriz. daha sonra a'nın yüzüne yakın çekim alınır ve sahne biter. bu da en basit vurulma sahnesi çekim tekniğidir.


bu çekimde amaç silah ateşlenmeden önce kesme yapıp açıyı değiştirmek ve sahneye bir "anilik" katmaktır. ancak scorsese bu filmde bundan çok daha farklı ve etkili bir teknik kullanmış. o da şöyle, normalde dediğim gibi biri vurulmadan önce kesme yapılıyor ya scorsese burada o tarz bir kesme kullanmamış. plan başlamış, frank gelmiş ve kimi öldürecekse başına iki el ateş etmiş daha sonra vurduğu kişi yere düşünce birkaç el de orada ateş etmiş ve dümdüz yürüyüp gitmiş.

bu tekniğin yarattığı etki de şöyle; normalde sinema izleyicisi kurgu ya da kesme bilmese de klasik vurulma sahnesinde açı değiştiğinde silahın ateşleneceğini içgüdüsel bir şekilde anlar ve kendini buna hazırlar. burada ise scorsese seyircisini hazırlıksız yakalıyor. mesela karşısındaki adam frank'e selam veriyor. siz de önce bir şeyler konuşacaklarını sanıyorsunuz ama frank vuracağı kişi daha sözünü bitiremeden ateş ediyor. siz de donup kalıyorsunuz çünkü o beklentiyi sağlayacak mekaniği elinizden alıyor yönetmen. zaten sahne biterken frank'in sokakta yürüyüp gitmesi ve 5 saniye önce konuşan insanın yerde cansız yatması, olayların ne kadar çiğ olduğunu, insan hayatının bu dünya içinde ne kadar değersizleştiğini ve öldürdüğü adama dönüp bakmayan frank'in ne kadar soğukkanlı bir tetikçi olduğunu tekrar tekrar hatırlatıyor bize.

film her zaman böyle soğuk da değil

eskileri yad etmek için ufak tefek şeyler koymuşlar içine. mesela frank'in crazy joe gallo'yu vurmaya giderken plan yaptığı bir sahne var. burada silahların yatakta duruşu taxi driver filmini hatırlatıp gülümsetiyor izleyicisini. daha sonra frank, iki tane silah seçiyor çünkü bu silahların dengeli bir şekilde gürültü çıkaracağını ve etraftaki şahitlerin kaçışmasına sebep olacağını söylüyor. ki bu mantığın aynısı the godfather filminde de vardı. hatırlarsanız birinci filmde michael corleone iki kişiyi vurmak için bir restorana gidiyordu. burada da silahın gürültü yapacağı ve bu nedenle şahitlerin kaçacağı söyleniyordu.

filmde sadece filmler değil, çok değerli komedyen don rickles da anılıyor. don rickles kim diyecek olursanız kendisi türkiye'de pek tanınmıyor ancak casino filminde billy karakterini canlandırdığını söylersem belki siması gözünüzde canlanır. işin ilginç yanı, don rickles'ın gerçekten de buradaki mafya üyelerini tanıyor oluşu. hatta normalde çok sert olan bu adamlar ile sahnede dalga geçecek kadar yakınmış kendisi. birçok röportajında da anlatıyor bu durumu.

hatta şurada yaptığı programı da izleyebilirsiniz.

Robert De Niro ve Martin Scorsese, Don Rickles ile.
Spoiler'ın sonu.

sonuç olarak evet sinema biraz zora düştü ama bu sene yapılan joker ve üzerine bu film ile insanlar sinemanın aslında bir hikaye anlatma aracı olduğunu tekrar hatırlayacak diye düşünüyorum ben. o yüzden drama filmlerini seven insanlar olarak "it is what it is." demek için henüz çok erken.

ancak şunu da kabul etmek gerekiyor. kendi tarzında bu kadar başarılı ve ısrarcı bir yönetmen ile bu yönetmenin seveceği bir kitabın ve bu kadar başarılı oyuncuların bir daha bir araya gelmesi zor. hatta robert deniro ve al pacino'nun jenerasyonlarının en iyi oyuncuları olduğunu düşünürsek muhtemelen imkansıza yakın bir daha böyle bir projenin yapılması. ancak bu seviyeye çıkamasa da hala sinema için umut var. çünkü ustalar son yirmi senede sinemanın geldiği hale bakmış ve "dur film nasıl yapılır uygulamalı olarak gösterelim." demişler gibi. ki iyi ki de demişler. bundan sonra iş leonardo dicaprio, christian bale, gary oldman, natalie portman, cate blanchett, tilda swinton gibi oyunculara kaldı. bu oyuncuların hepsi zaten çok başarılı. umarım o tepe biraz daha değişir de bu tür oyunculardan da benzer filmler izleriz yakın zamanda.

15 Günlük Şarj Süresiyle Cezbeden HUAWEI WATCH GT 2'nin İncelemesi

Merakla Beklenen The Irishman Filminin Esas Adamı: Frank Sheeran Kimdir?