FUTBOL 26 Ekim 2018
70,8b OKUNMA     1029 PAYLAŞIM

Yanlış Zamanda Yanlış Yerde Olayının Çarpıcı Örneklerinden Biri: Alex de Souza

Fenerbahçe'ye ve Türkiye'ye gelmiş en kaliteli yabancı futbolculardan biri olan Alex de Souza'yla ilgili güzel bir yazı.

futbolda bazen yanlış zamanda yanlış mekanda bulunursunuz ve global düzeyde hak ettiğinizin çok altında değer görürsünüz ya, işte alex de souza bu konuda verilebilecek en çarpıcı örneklerden birisidir... öncelikle pekiştirme yapmak amacıyla benzer örneklere bakalım;

enzo francescoli

1988'den beri manyaklık seviyesinde futbolu takip eden şahsımın bugüne dek gördüğü en önemli 10 futbol zekasından biriydi kesinlikle... 1980'lerin ortasında river plate'te efsane olduktan sonra avrupa'nın yolunu tutmuştu tutmasına ama saçma sapan tercihlerde bulunmuştu... rc paris'e gitmek gibi... marsilya gibi 1990'ların başında patlama yapacak bir takımda sadece bir sene kaldıktan sonra çagliarı ve torino'ya gitmek gibi... zinedine zidane gibi bir adam onun kıymetini bilip oğluna "enzo" adını koydu lakin bugün çoğu kişi francescoli'den bihaber...

dragan stojkovic

o da nazarımda balkanlardan çıkmış en klas topçuydu... italya 90'da ispanya'yı tek başına maymuna çevirdiği maç bile başlı başına olaydır benim için... ama kendisi naptı? o dünya kupası sonrasında canım kızılyıldız'ı bırakıp marsilya'ya gitti... gittiği seneyse kızılyıldız şampiyon kulüpler kupası'nı finalde marsilya'yı yenerek kazandı... işin kötüsü stojkoviç marsilya'da yaşadığı pes peşe sakatlıklar nedeniyle de dikiş tutturamadı, ardındansa daha 28 yasında japonya'ya gitmeyi tercih etti!

roar strand

hani günümüzde dillere pelesenk olan bir laf var ya, "box to box orta saha" diye... hah işte, bu adam box to box'in tillahıydi... gol de atar, asist de yapar, top da çalar, atak da keser, her işe koşardı... 1990'li yıllar kariyerinin zirve dönemiydi... birçok önemli kulüp de kendisini transfer etmek istedi ama o doğma büyüme trondheimli olmanın da verdiği gazdan mıdır nedir bir türlü rosenborg'dan ayrılmak istemedi... kariyerinin tamamını burada geçirdi, takımının 13 yıllık şampiyonluk serisinde baştan sona bulunan tek isim oldu ama norveç sınırları dışında da bir türlü hak ettiği itibarı göremedi...

roberto dinamite

1970'lerde ve 1980'lerde brezilya'nın en önemli golcülerindendi... vasco da gama kulübünde adeta bir ikon haline geldi... gelgelelim birçok vatandaşının aksine hiçbir zaman avrupa'da oynamayı düşünmedi... brezilya milli takımıyla 47 maça çıktı, dünya kupalarında oynadı fakat bugün brezilyalı olmayan kaç kişi roberto dinamite adını biliyor, meçhul...

lajos detari

macar futbolunun belki de son büyük yıldızıydı... orta sahada ileriye dönük kullanılabilecek müthiş bir silahtı... şutları ve paslarının yanı sıra fuleli bir oyuncuydu da ve rakip savunmayı driplingleriyle bir anda delip geçmesiyle de dikkat çekerdi... yurt dışında gittiği ilk kulüp eintracht frankfurt oldu... orada tek sezon oynadı ve bundesliga'nın en iyi yabancıları arasında da girdi ama sonrasında daha üst düzey bir kulübe gitmektense herkesi şaşırtarak olympiakos'a imza attı... olympiakos da şimdiki gibi liginin tek hakimi değil o yıllarda... iki sene orada kaldı, gözlerden uzaklaştı, sonrasında da serie a'ya gitti gitmesine de bologna ve ancona gibi vasatın altındaki takımlarda vakit öldürdü... yeteneğinin hak ettiği övgünün ancak onda birine falan mazhar olabildi...

lakhdar belloumi

dünya kupaları olmasaydı onu burada bahsedecek kadar bile tanımayacaktık... müthiş bir tekniğe ve futbol zekasına sahipti... 1982 dünya kupası'nda cezayir'in almanya'yı tokatladığı o meşhur maçta ışıl ışıl parlamıştı... dünyanın her takımında 10 numara pozisyonunda rahatlıkla oynayacak çapta bir yetenekti... fakat o da cezayir dışında futbol oynamaya bir türlü yanaşmadı... cezayir'de sorsanız allah 1, belloumi 2 ama cezayir dışında da adını bilenler sadece dünya kupası tarihi meraklılarıdır, daha fazlasını bulamazsınız...

matthew le tissier

topa onun kadar iyi vuran adam az görmüşümdür... cetvelle çizmişçesine 90'a takardı topları... hem de mesafe tanımaksızın... gerekirse 30 metre, gerekirse 40... santrfor arkası oynardı ve paslarıyla oyun zekası da dört dörtlüktü... lakin le tissier de southampton'da başladığı kariyerini başka hiçbir yere gitmeden southampton'da bitirdi... böyle olunca da haftanın golünü attı, ayın golünü attı ama daha fazlasını da göremedi... sadece büyük kulüpleri takip eden çoğunluk futbolsever de onu pek göremedi haliyle...

freddy rincon

acayip bi forvet arkasıydı bu adam... öküzü bayıltacak kadar sert şut çeker, gider doksana takar... milletin ayağının içiyle atamadığı pasları topuğuyla atar falan... mamafih, kariyerinin büyük kısmını kolombiya ve brezilya liglerinde geçirdi... 30'una merdiven dayadığında napoli üzerinden avrupa'ya açıldı... serie a'daki tek sezonunda da hiç fena değildi... lakin sonrasında gittiği real madrid'de bir türlü uyum sorununu aşamadı, yıldız bolluğu arasında da kendisine hak ettiği ilgi gösterilmedi, o da çabuk bıktı ve yine brezilya'ya döndü...

bunlar bir çırpıda aklıma gelenler, bu liste daha da genişletilir

ancak bu kadarının da anlatmak istediğim hususta yeterli olduğunu düşünüyorum... ne kadar yetenekli olursanız olun, yanlış zamanda yanlış mekanda olursanız futbolda yeteneklerinize paralel başarı kazanmanız neredeyse imkansız... daha da trajiği, bir de doğru zamanda doğru mekanda olup normalde hayalini bile kuramayacağı başarılar kazananlar da var... 1986'da arjantin ile dünya şampiyonu olan brown'lar, olartıcochea'lar, 1994'te brezilya ile dünya kupası'nı kazanan mazinho'lar, zinho'lar, keza 2002'de aynı şeyi başaran kleberson... bu liste de istenirse uzar gider...

alex de maalesef ilk grupta yer alan oyunculardandı

1999'da palmeiras ile libertadores kupası ve brezilya ile de copa america zaferlerini yaşadığında henüz 22 yasını doldurmamıştı ve aynı yıl world soccer dergisi tarafından gelecek 10 yılın en iyi 20 oyuncusu arasında gösterilmişti (inanmayan derginin arşivine ulaşsın, baksın)... zaten 21 yasından itibaren brezilya milli takımı'nda da görev yapmaya başlamıştı ki brezilya'nın elinde benzer rolde rivaldo, juninho pernambucano, juninho paulista, giovanni silva gibi oyuncular da vardı...

bu noktada alex ilk yanlış kariyer tercihiniyse parma'ya transfer olarak yaptı... aslında alex'in çok da hevesli olduğu bir transfer de değildi bu... hatta parma teknik direktörü alberto malesanı de kendisini en başından beri istememişti ve daha ziyade menajerler ile yöneticilerin kendi kendilerine gelin güvey olması sonucunda alex, parma'nın kadrosuna katılmıştı... fakat italya'da oynama fırsatı bile bulamadan brezilya'ya geri kiralandı, bir süre sonra da cruzeiro kendisinin haklarını satın aldı... şans bulabileceği bir kulübe gitse avrupa'daki şöhret basamaklarını çok daha hızlı tırmanacağı aşikardı ama parma onun birkaç yılının heba olmasına yol açtı...

cruzeiro'daysa muazzam bir alex vardı... artık brezilya milli takımında da daha fazla şans buluyordu... hatta 2004'te kazanılacak olan copa america'da takım kaptanlığını dahi yapacaktı... ancak bu noktada bir kez daha yanlış bir kariyer tercihinde bulundu ve fenerbahçe'ye geldi (bizim için iyi ki geldi, orası ayrı tabii)

fenerbahçe'nin avrupa'nın önde gelen liglerinden birinde olmaması zaten başlı başına bir problemdi... fakat bir diğer problemse klübün "bakkal dükkanı" gibi yönetilmesiydi... öyle ki alex, fenerbahçe'de oynadığı sekiz sezon boyunca önünde doğru düzgün besleyebildiği kaç forvet oldu bir düşünün isterseniz. yarım sezon van hooijdonk (2005'in çoğunda sakattı çünkü), bir sezon da niang... (anelka'yı kendi sorunları ve kaprisleri nedeniyle saymıyorum)... alex sayesinde nobre bile ligde bir ara müthiş golcü olmuş, aynı nobre alex'siz oynadığı beşiktaş'ta ise neredeyse gol atmayı unutacak hale gelmişti... işte bu adamın önüne bitik durumdaki kezmanlar, guizalar, saatçi tezgahından toplanan bienvenüler falan konuldu...

bu kadarla kalsa iyi, sağında solunda da ahim şahim adamlar yoktu ki! 2004-2007 arası solunda tuncayla, 2008'de de sağında deivid'le bir şeyler yapabildi, onun haricinde bir taraftan uğur borallar, wedersonlar, özer hurmacılar, diğer taraftan serhatlar, mehmet yozgatlılar, ali bilginler, kazım kazımlar falan geldi... ulan maradona gelse sınır hastası olup çıkardı, adamda bir de peygamber sabri varmış ki bu saçmalığın içinde sekiz sene boyunca gik demedi...

bitti mi, bitmedi, adamın arkasında da 2004-2008 arasında aurelio, 2005-2006 sezonunda da appiah oynadı, o kadar... onun dışında gelsin selçuk şahinler, gitsin deniz barışlar, josicolar, maldonadolar, baroniler... (emre belözoğlu demeyin, onun aykut abisiyle beraber nasıl kuyu kazdığını hatırlayın yeter)

bütün bu kepazeliğe rağmen adam 2007-2008 sezonunda şampiyonlar ligi'nde asist kralı oldu... 10 maçta altı asistle... ikinci sıradaki adamlarınsa 12-13 maçta dörder asistleri vardı... bunun da kıymeti bilinmedi... kazımların, uğurların, selçukların, denizlerin, kezmanların, wedersonların olduğu takımın şampiyonlar ligi'nde çeyrek final oynaması falan da vakayı adiyedendi zaten...

neyse efendim, bütün bu saçmalıklar yetmezmiş gibi, adamın takıma yaptığı doğrudan katkılar doğru dürüst görülmediği gibi daha sonrasında bir de kaç km koştuğuna kafayı taktılar... orada çok büyük bir açık yakalayamayınca bu kez "etkili koşu mesafesi" diye bir zırva uydurdular... derken literatüre "depar mesafesi", "etkili depar mesafesi", vesaire gibi absürtlükler de girdi...

sonunda da adamın kuyruğuna teneke bağlayıp yolladılar ve muratlarına erdiler... dünyada 2000-2010 arası dönemin en büyük futbol akıllarından biri de böylece hak ettiği değerin yüzde birini görmeden futbol dünyasından sessiz sedasız çekilmek zorunda kaldı... ha, ama yaşanan tüm bu yanlış kariyer tercihleri ve talihsizlikler, alex'in olağanüstü bir futbol zekasına ve yeteneğine sahip olduğu gerçeğini değiştirir mi? işte deminden beri anlatmak istediğimiz şey de bu sorunun cevabı, o da: kesinlikle ve kesinlikle hayır!

bu arada alex'in fenerbahçe tercihini yapmasından sonra brezilya milli takımı'na hiç çağrılmadığını da belirtmeden geçmeyelim... bu da onun kariyerine vurulmuş önemli bir sekteydi... öncesinde, 1998-2004 arasında genellikle hep kadroya alınmaktaydı. bunun istisnası 2002 dünya kupası kadrosuydu ve onda yer almaması da brezilya'da büyük tartışma konusu olmuştu... ama avrupa'da göz önünde olmayan liglerin brezilya'da bir uğursuzluğu var işte, orada oynayıp ağzınızla kuş dahi tutsanız brezilya milli takımı'na alınamıyorsunuz... alex'in böyle bir gerçek varken fenerbahçe'ye gelmesi ise kendisi adına iki kere hata sayılabilir...

buna rağmen 49 kez brezilya formasını giyen alex'in bu başarısının hiç de küçümsenmemesi gerektiğini, kendisiyle aşağı yukarı aynı dönemlerde ve benzer mevkilerde oynayan diğer brezilyalı yıldızların kaç kere milli olduklarıyla kıyaslayarak da anlayabiliriz sanırım: rivaldo (74), ronaldınho (97), robinho (100), kaka (89), juninho pernambucano (40), juninho paulista (49), giovanni silva (20), ricardinho (23), denilson (61), diego ribaş (33), julio baptışta (47), elano (50), josue (28)...

kıssadan hisse

alex, öyle "ama şu takımlarda oynamadı, ama bu kupaları kazanmadı, ama avrupa'da ne kadar tanınıyor ki" sığlığında eleştirilerle yeteneği küçümsenecek bir oyuncu değildir...

Fenerbahçe, 1959 Öncesi Şampiyonlukların Sayılmasını Neden İstiyor?