SİNEMA 18 Eylül 2018
28,2b OKUNMA     717 PAYLAŞIM

Yasak ve Baskı Ortamında Kendini Dünyaya Kabul Ettirmeyi Başaran Yarı Mucize: İran Sineması

Pek çok usta yönetmen çıkarmış, teokrasinin baskıcı ortamında kendini dünyaya kanıtlamış İran sinemasını övmek boynumuzun borcu.
Forushande (2016)

iran sineması, sözümona muasır medeniyete kilitlenmiş, medeniyeti de yunanistan ve ötesi olarak belleyen dejenere "batılılar" için pek de bir değeri ve önemi olmayan bir sinemadır. oysa öyle değil. ordaki malum teokratik (dini esas alan) yönetimin tam tersi yönde, özellikle son elli yıldır birçok dünyalıyı şaşırtmış bir çizgide yürüyor sinema. her ne kadar popüler sinemasına bakamayıp, değerlendiremiyorsak da, çoğu yönetmeni ve çoğu filmiyle ilginçlikler alemidir gerçekten.

benim için her zaman en ilgi çekici kısmı, varoluşu çekinmeden dert eden, bunu felsefi okumalar üzerinden yapan çalışmaları. kierkegaard'ın korku ve titremesi'nin senaryolaştırıldığı başka kaç teokratik ülke vardır!

çoğu kişinin üzerinde kani olduğu bir tespit var: katı teokrasi, insanları sindiriyor olabilir. sindiriyor da gerçekten. fakat bu insanlar, rahat rahat konuşamadıkları için (s)imgelerle iletişime geçiyorlar bu durumda da. hücre cezasına çarptırılan bir insanın farelerle iletişim kurma yeteneği kazanması gibi, iranlı yönetmenler zihinsel hücreyi (s)imgelerle kırmaya çalışıyorlar bence.

bazen bir kız çocuğunun çevresini zehir eden, ona dünyayı dar eden, hasılı, onu açıkhava hücresine sokan toplumsal kurumlara ve kişilere karşı savunu için yarattığı (aslında yaratmak zorunda bırakıldığı) incelikli kaçamaklara tanık oluruz bu sinemada. bazen de, kendini ünlü bir yönetmen yerine koyup ortalığı karıştıran laylaylomik kurgulara. ve bazen de bütün kurgusu bir çocuğun evini bulması sürecine ayrılmış minimalist çalışmalara. 

Copie Conforme (2010)

bilinen yönetmenleri için

abbas kiarostami, iran sinemasını dünyaya duyuran, dünyanın bakışını buraya çeken insan olarak bilinir. kimilerine göre iran sinemasının şairi.

dariush mehrjui en ünlü çalışması "ga", ya da "öküz"... lakin, yaşlılığına doğru iranlıların sempatisini yitirdiği söylenir. (kendi bilecekleri iş tabii)...

muhsin mahmelbaf iran sinemasının okul'unu evinde kuran kişi. öncelikle solcu kimliğiyle bilindi. yamulmuyorsam, bir zaman sonra bundan uzaklaştı. hatta bu minvalde bir solcunun marksizmle olan yeniden hesaplaşmasını konu alan bir filmi de bulunuyor. iki yıl önce çektiği kandahar isimli filmle ise amerikancı olmakla eleştirildi. bi defasında şöyle demiş: ''çocukken camiye gitmeye başladığımda insanlığı kurtarmak istiyordum. biraz daha büyüdükten sonra ülkemi kurtarmak istedim ve şimdi düşünüyorum da sadece kendimi kurtarmak için film yapıyorum. film yaparak kendimin bir temsilini yaratıyorum ve böylece kendimi sonradan inceleyip 'şimdi nerelere gelmişim' diye sorabiliyorum." neyse işte, kendisi iran sinemasının hocası.

bahman farmanara, amerika'da eğitim görmüş, iran sinemasının en pahalı işlerine imza atmış zat. yamulmuyorsam iran'da yaşamakta yeniden. iran'ın sansürcü yönetimi elbet filmlerini sansürlemekten başka bir halt etmemiş.

ayrıca bakmak istiyorsanız (bkz: bahman ghobadi) ve (bkz: samira mahmelbaf) (bkz: bahram beizai)

ha, ne diyorduk; evet, iran sineması (s)imgeler sinemasıdır.

Muhsin Mahmelbaf.


İran sinemasına dair şiir tadında bir güzelleme

bir martı gelir önce urumiye’den, sonra bir salıncak maviye karışır isfahan’da. gökyüzü ikiye ayrılır tebriz’de. perdelere karışır bir tebessüm kupayeh’de. şahitlik eder tahran. doğuya uzanır bir el. orada bir yaşanılmışlık vardır. iran’dır avuçlarda olan : acı ve sevinç. bir çocuk bakışındadır dünya artık. sinema perdelerine, oradan da dünyaya açılır bu yeşil ışıklar. naif ellerde harmanlanır, acıyla servis edilir çoğu kez bu zaman dilimleri.

kalbi güçlüdür doğunun, iran’ın, özbekistan topraklarının. perdede çoğu zaman bir çocuktur insanları ağlatan ya da bir recmdir insanın içine işleyen. bir kırmızı balıktır, sarhoş atlardır, bir çift ayakkabıdır yönetmenlerin kalbine duhul eden. kahverengi bir gökyüzü altından majid majidi, abbas kiyarüstemi, bahman ghobadi gibi yönetmenlerini dünyaya sunmuştur iran. iran sineması’nın kilometre taşlarıdır, tahran’ın toz toprak kokan yüzleridir bu isimler. ellerinden çıkan; ağustos böceği ritmlerinin, kızıl atların, sonsuz kalplerin şiirsel, pastoral senfonisidir, gökyüzüne düşme denemeleridir, allah’ın rengini vicdanlara hatırlatmaktır kimi zaman. “kaplumbağalar da uçar” (lakposhtha ham parvaz mikonand) ile; iran sınırında, bahman ghobadi’nin yaşadığı köyden kesitler sunulur izleyiciye. ghobadi bunu yaparken kaplumbağa metaforunu filmin iki kıyısında verir. ayrıca film afişinde agrin’in çocuğunu sırtında taşıması da kaplumbağa imgesini göstermektedir. agrin’in mavi ayakkabılarını çıkartıp çıplak ayaklarıyla intihar ettiği sahne de buraya atıfta bulunur. bir diğer gönderme de, 13 yaşında olan agrin’in amerikan askerlerinin tecavüz etmesi sonucu dünyaya gelen çocuğunu göle taş bağlayıp attığı sahnede gözükür. gölün içindeki bir su kaplumbağasının yüzme hareketleri, kaplumbağanın o gölde değil de mavi bir gökyüzünde uçuyormuş gibi gözükmesini sağlamaktadır. bahman ghobadi, bu imgeler ile insanın maddi doyumsuzluğunun paralelinde gittikçe uçurum gibi büyüyen manevi tatminsizliğini aktarır. bu filmde agrin ve abisi hangao arasında geçen şu diyalog ile bahman ghobadi, içe yöneltmektedir:

agrin: bu piçe bakacak değilim artık!
hangao: ne agrin?! yine mi piç dedin?!
agrin: eğer piç değilse, ne peki? annemizi, babamızı, kardeşlerimizi öldüren insanların çocuğu değil mi, benim mi?! şimdi o benim çocuğum mu?!

Lakpoştha Pervaz Mikonend (Kaplumbağalar da Uçar)

yönetmen, teknolojinin ve modernitenin de yardımıyla, küreselleşen bu yeryüzüne yaklaşmaya çalışırken günlük yaşamda hemen hemen herkesin yaşayabileceği hikayeleri seçmekte ve yalın bir sinema diliyle “basit” bir teknik kullanmaktadır. yani, kendisi hiçbir zaman gösterişe kaçmamaktadır. bu perdelerde gözükenlerin çoğu çocuktur yani iran sineması’nın kalbidir. zira çocuk fıtratı temizdir. bu özel bir seçimdir. majid majidi, çocuk öznesinin güçlülüğü hakkında şunu söyler:

“fıtrat diline yakın bir sinema yapmak istediğim için senaryolarımda çocuklara geniş yer ayırıyorum. onların fıtratlarının henüz kirlenmemiş olması tercihimde belirleyici oluyor. bizim dinimiz her zaman iyiyi, ferahı görmeyi tavsiye ediyor. bütün peygamberlerin amacı, insanlara iyiyi göstermek ve güzele yöneltmekti. ben de bir yönetmen olarak insanları iyiye davet etmeye çalışıyorum. peygamberlerin izinden gitmek gibi algılanabilir çabam.”

majidi, sözünü ettiği fıtrat dilini kullanmaya çalışırken sadelikten yana tercihini kullanmaktadır. cennetin çocukları (bacheha-ye aseman) ile majidi, küçük ve yoksul bir çocuk olan ali’nin zengin bir mahallede zile basıp gelen ses karşısında yüzündeki o duruşun sadece yoksullara ait olduğunu kanıtlamıştır. ali’nin kardeşi zehra’nın babasına çay götürdüğü sahne ile bu filmin defalarca izlenilmesine, unutulmaya yüz tutmuş dini hassasiyetlerin, vicdanların yine aynı basit bir teknik ile aktarılmasına olanak sağlamıştır:

baba: kızım, git şeker getir.
zehra: önünde var ya bir ton şeker, baba.
baba: bunlar camiden gönderildi. bizim değil onlar. sen git bizim şekerlerimizden getir.

şiirsel teknik ile izleyiciye verilen mesaj arasındaki köprünün temelleri sağlam atılmaktadır. yönetmenler bu tekniği uygularken, her zaman “sadelik” ile sessizlik senfonisine çağırmaktadır perdenin ardındaki özneleri. iran sineması’nın bugünkü geldiği konum, aslında kendi gerçekliğinin bir dışavurumu olmuştur. kiyarüstemi ile hayatın kurgusuna daha doğrusunu hayatın bam tellerine küçük dokunuşlar verilmekte, insanın içinde bulunduğu acizlik gözler önüne serilmektedir. insanın “ölüm” ile imtihanında bile birilerine muhtaç olunabileceğini, yaşamın her seviyesinde bir noktayı dert edip onun etrafında dönmek mi yoksa ilerlemek mi sorusunu kullandığı imgelerle özetlemektedir. kullanılan farsçanın kibarlığı daha doğrusu toplumun kendi içinde oluşturduğu alt kültür ile hedef kitleyi atmosferine rahatlıkla sokabilmektedir. “kirazın tadı” (ta m’e guilass) filminde abbas kiyarüstemi bunu hedeflemiş, toprak metaforunun yaşam verdiği gibi, geri aldığını da salt bir kahverengilikle sunmayı başarmıştır.

bedii bey: sabah 6'da buraya geldiğinizde iki kez “bedii bey! bedii bey!” diye bağırın. eğer size karşılık verirsem, elimi tutun ve bu çukurdan çıkmam için bana yardım edin. şayet size cevap vermezsem, üzerime 20 kürek toprak atın.
yaşlı adam: tüm bunlardan vazgeçmek mi istiyorsunuz? her şeyi bırakmak mı istiyorsunuz? kirazların lezzetini bırakmak mı istiyorsunuz?

kiyarüstemi, yaşamın derinden anlamlandırılmasında bir “kiraz” ile u dönüşü yapılabileceğini, yaşamda fark edilmeyenlerde her zaman bir mesaj olduğunun altını çizmektedir. en kötü karakterin sevgiye ve hoş görüye çağrıldığı, bu karakterin de sonunda güzele ve sevgiye döndüğü ünlemler ile belirtilmektedir.

bir korkuluk gibi içeri dikilmek değildir hayatın kendisi. her şey doğal seyri içindeyken satır aralarındaki tozlanmış vicdanlara üflemektir perdelerin işlevi. rüzgar sürükleyecektir bütün taşları doğuda. ateşte yıkanmış atlar ile kilometreleri arşınlamaktadır doğunun kalbi. kalbi yönetmenleriyle, toprakla, manevi hissiyatın paralelinde büyüyen çocuklarla, onların temiz fıtratlarıyla, fıtrat dili kaygısıyla yoğrulmaktadır iran’ın kalbi ve sineması. gizli özneleri, kalpleri nakşedilen ilhamlarıyla çevreler; hayatın acımasızlığını bir kez daha yaşatarak öğretirler. kalbe ve içe yolculuğa sevk ederler. urumiye’deki martılar artık uzaktadır, isfahan’daki kırlangıçlar yine yasta. kupayeh’i hüzün sarmıştır, tebriz’deki çocuklar kafilededir, kırıntıları bırakıp gitmişlerdir avuçlara. boğazda bir kör düğüm kalır geriye tüm bunlardan.

Asghar Ferhadi'nin filmi Forushande, iki sezon önce En İyi Yabancı Film dalında Oscar almıştı.


İranlı Yönetmen Asgar Ferhadî, Neden Türk Sinemacıların Örnek Alması Gereken Bir İsim?