EĞİTİM 6 Temmuz 2017
44,6b OKUNMA     933 PAYLAŞIM

Yüksek Lisans Mülakatında Başarı İçin Kesinlikle Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar

Yüksek lisans mülakatlarının gelip çattığı bu dönemde tüm aday öğrenciler için en önemli kriter, mülakatlarda kendilerini gösterebilmek. Sözlük yazarı "odetojoy", hızır gibi yetişecek bu önerileri paylaşmış.
iStock.com

yüksek lisans mülakatlarında sevimsiz bir sürprizle karşılaşma olasılığını en aza indirgemeye yönelik hususlardır aşağıdakiler. üniversiteye, programlara ya da jüri üyelerine göre mülakatlar değişse de, istanbul, marmara, bilkent, galatasaray olmak üzere 4 üniversitenin yüksek lisans mülakatlarına girmiş biri olarak bazı şeylerin hep aynı olduğunu söyleyebiliyorum. bunların hepsi kendi çapında bir tecrübenin mahsülleri. çok mühim değiller tabi.

* "takım elbise devri geçmişte kaldı" diye bıkbıklanılsa da yine de ciddiyeti gören jüri üyeleri bu durumdan bir hoşlaşıyor. öte yandan da kimse sizi kılığınıza kıyafetinize göre yargılamıyor. ne bileyim ama akıl var yani ben olsam mülakata parmak arası terlikle gitmem mesela. onun gibi. hoş, bilkent ve galatasaray için, hiçbir şeyin umurlarında olduğunu sanmıyorum diyebilirim çok rahat. smart casualdır bence mülakatta giyim tarzı. özeti bu.

* başvurmadan bir hedefe ihtiyaç var öncelikle efendim. hangi programa başvurduysanız bir hedefiniz olsun mutlaka. yoksa da ya da emin değilseniz emin olacağınız bir hedef yaratacaksınız. yalnız dikkat edin, içinde çalışma hayatıyla ilgili şeyler olmasın o hedefin. varsa yoksa akademya. aman efendim doktora yapmak istiyorum da aman akademisyenlik zaten benim bebeklik hayalim de falan filan. öyle bir insan olunmalı ki, karşınızdaki gerçekten, literatüre büyük katkı yapmak istediğiniz için sizi hevesli görmeli. zaten muhtemelen bir hedefiniz olduğu için başvurmuşsunuzdur. yoksa hobi olarak yapılacak iş değil valla.

* önemsemek lazımmış bir de. yani öyle lay lay lom bir şansımı deneyeyim diye gidilmezmiş mülakata. hiç değilse başvurulacak bölümle ilgili başat kuramlar, isimler bi yalanıp yutulacakmış. o verilen okuma listesi de süs değilmiş. hepsinin okunması gerekiyormuş. öyle olursa, mülakat sıranızı beklerken sizinle birlikte bekleyen o mıymıntı kız “bilmemnenin bilmemne kuramına karşı olan eleştirel yaklaşımları tam olarak bilmiyorum” derken tüyleriniz diken diken olmaz. çıkar orda delüğanlı gibi dikilir “ben biliyorum, bıdı bıdı bık bık” diye güç gösterisi yaparsınız. yapmasanız bile – ki bence de yapmayın- içinizdeki “ben biliyorum” gururuyla gezersiniz. aksi takdirde mülakattan çıkan her öğrencinin yanına gidip ne sorulduğunu öğrendiğinizde “beni çok fena madara edecekler” diye karnınıza gaz sancıları girer, rahatlamak için tuvalet aramak zorunda kalırsınız ya da bıraktığınız kötü kokudan götüm götüm uzaklaşmaya çalışırsınız.

* o odaya giren herkesin gülümsediğinden eminim. o yüzden somurtmak gibi bir şansınız yoook. artık aynanın karşısında “kaz ayakları çıkınca insan gülüşü samimi oluyormuş” tespitinden yola çıkıp samimi gülme alıştırmaları mı yaparsınız yoksa ben zaten her şeye gülüyorum diyerek rahat mı olursunuz bilmiyorum. ama o suratta bir yavşaklık olacak efendim. siz ne kadar ciddi olursanız sizi o kadar ciddiye alıyorlar çünkü. ve ciddiye alan jüri üyelerini şahsen ben tercih etmiyorum; zira insani duygulardan uzaklaşıyorlar o zaman. acıma, merhamet, öğrenci psikolojisi falan hak getire olduğu için gülümseyip onlara bizim de birer insan olduğumuzu ya da onların da birer çocuklarının olduğunu hatırlıyoruz.

* her türlü duygunuzu belli edin gözünüzü sevim. dedim ya insani duyguları hatırlatma yarışı aslında bu. etki meselesi bir nevi. heyecanlandınız mı mesela… yüzünüzü acınası hale sokup böyle emrahla ceylan arası bi şekilde yutkunarak “çok özür dilerim çok heyecanlandım” tarzı cümleler söyleyebilirsiniz. hay belki de ben mi sevimliyim bilemiyorum ama her girdiğim mülakatta bunu uyguladım ve hepsi güldüler ve “ayy sakin ol canım” tarzı bir acımaya büründüler. su teklif eden bile oldu yalan yok. heyecandan titriyorsunuz falan ya, saklamayın ellerinizi ayaklarınızı ya da ses tonunuzu düzeltmeye çalışmayın. aksine bırakın görsünler heyecanınızı. insanlık dramı resmen çünkü o hâl. bilsinler bunu ya da fark etsinler en azından.

* çok bile bilseniz -ki bu durumda hiç mülakata girmedim o yüzden nasıl bir duygu bilmiyorum- bence çok bilmiyormuş gibi davranmakta fayda var. bence hayatın her alanında bu böyle. buna tevazu deniyor olsa gerek... oraya başvururken mutlaka bir hedefiniz vardır (bkz: 2. madde) bunlardan biri de hiç kuşkusuz daha fazla öğrenmek. e insan neden öğrenir, bilmediği için… gördünüz mü… her halükarda bilmiyorsunuz işte. zaten bilmediğiniz için o odada onların önündesiniz. yoksa onların yerinde olurdunuz. o yüzden mağrur olma padişahım senden büyük jüri üyeleri var sözü aklınızda hep olsun. “ aslında bilmemne konusunda biraz yetersizim o yüzden burada öncelikle bu eksikliğimi tamamlayarak başlayıp sonrasında bıdı bıdı bık bık”. ben bunu galatasarayda denedim. eksiğim fazla dedim diye en kolay yerlerden sordular mesela. bilmemek ayıp değil çoğcuuğum.

ama işte gel gör ki çok bilmiş gibi her soruya nefes almadan cevap verirseniz böyle bi kıllanıyorlar efendim. ne kadar çok biliyorsun diye aşağılık komplekslerine mi giriyolar artık, kıskançlık mıdır yoksa heheyt bunu biliyomuş peki yerse bunu bil edasından mıdır nedir yüklenip de yükleniyorlar. maazallah diyoruz. hem bilemediğinizi söylediğiniz konuda herhangi bir şey söylerseniz ” aa bilmiyorum diyor ama kerataya bak sen biliyormuş hoh hoh” diye artılar da kazanabiliyorsunuz. aslında taktik çıtayı düşürüp üstünden atlamak gibi bir şey.

* cosmopolitan’ın altın kurallarından en önemlisi burada da geçerli. gerek erkeğinizi baştan çıkarmak için olsun, gerek hayalinizdeki işin görüşmesinde, gerekse bir türlü açılamadığınız kadını etkilemekte olsun… “kendiniz olun”. yani eğer benim gibi hafif şebelek, ne yapacağını bilemez, çok da oturduğu yeri benimseyemeyen biriyseniz çok cool takılıp iki elin parmak uçlarını birbirine değdirerek elleri üçgen yapmanın bir anlamı yoktur. bırakın yahu… hızlı konuşun, eliniz kolunuz oynasın. sandalye tekerlekliyse sürükleyin. abartmadan ama. yani diksiyonunuz kötüyse gülgün feyman gibi konuşmaya çalışmanın bi yararı yok onu demek istiyorum.

bu altın kurallarla sizlere bir yüksek lisans vadetmiyorum şüphesiz. ama küpedir. bana söylemedilerdi rezil olarak çıktığım oldu çünkü. bilmiyorum deme gibi bir lüksüm olduğunu bilseydim mesela, bilmediğim konularda biliyormuşum gibi yapmazdım. bu, çok daha fazla rezil edebiliyormuş insanı. bunlarla iyi bir mülakat da vadetmiyorum. ters de tepebilir. ama dediğim gibi, büyük bir sürprizin etkisini hafifletir belki.