Yüzyıllardır Kendisiyle Birlikte Yaşayan Türk Halkı, Atlardan Neden Koptu?
at... türk elleri içerisinde sadece türkiye'de unutulmaya yüz tutmuş, türkün gerçek can yoldaşı olan kutsal hayvan. halbuki türk tarihinin her sathında hatta cumhuriyetin kuruluşunda bile bu hayvanların kanı, teri ve emeği vardı. ne sebep oldu da bu kadar çabuk unutuldular? binlerce yıldır süregelen dostluğumuz nasıl birden koptu?
ben bu işe çok kafa yordum. tabii ki tek bir sebebi yok. şehirleşme, köyden kente geçişin hızlanması, tarım ve hayvancılık uygulamaları, atların türki cumhuriyetlerde olduğu gibi etinden sütünden faydalanılmaması, atlı sporların bitmesi, ekonomik faktörler gibi bir çok unsurun bir araya gelmesiyle bu kötü konuma geriledik.
bu kadar değersizleşerek hayatımızdan yavaş yavaş siliniyor olması hep canımı sıkmıştır. türk çocuklarının bu hayvanı hiç görmeden büyümeleri de garibime gider. hatta hiç kuş görmeden büyümüş olmaktan daha tuhaf. halbuki at için yazılan kaside veya mersiyelere rahşiye adı verilir ve at için rahşiye yazan tek millet türklerdir. bir çok medeniyet için türkler bütün sıfatlarından evvel atlarıyla birlikte anılmıştır.
922 yılındaki abbasi elçilik heyetindeki ibn fazlan, aralarında 10.000 binek atı ve 100.000 koyuna sahip olan türkler ile tanıştığını aktarır. yine fahr-i müdebbir 13. yüzyılda yazdığı bir şiirinde dünya milletlerini tarif ederken türkler binicidir, diğerleri yüktür demiştir ki biz bu sözü bugün atın üstündeki türk değilse yüktür olarak biliyoruz.
bu konuyu geçen aylarda katıldığım bir at maratonunda türkiye'den gelen binicilik federasyonu yetkilileri ve profesyonel binicilere sordum. onların açısından binicilik bitmiyor, aksine gelişiyor. ve fakat atçılık ve binicilik farklı konular. bir de geçmiş istatistiklerden pek haberleri yok, zira 1950'li yıllardaki kayıtlı binici sayısı günümüzdekinden üç kat fazla.
tarihte at bizim için diğer bütün hayvanlardan daha çok sahip olduğumuz, hayatımızın her alanında yanımızda olan bir hayvandı. bizim çobanlarımız artık bırakın atı, eşekle bile sürmüyor koyunlarını. atlarıyla meşhur köylerimiz kasabalarımız kalmadı. kimse atlarıyla övünüp taşrada yarışlar düzenlenmiyor. hipodrom yarışlarının da eskisi kadar popüler olmadığı aşikar. malatya civarında yerel atçılığın devam ettiğini ve cirit oynandığını biliyorum ama maalesef yetersiz.
biraz derinlemesine araştırdığımda, bu kadar düşük bir at popülasyonuna birinci dünya harbi ve kurtuluş savaşı sonrasında bile görmediğimizi fark ettim. 1928 senesinde 400 küsur bin kayıtlı atımız varmış. 2009 senesinde ise 170.000 civarına düştüğü görünüyor. cumhuriyet döneminin altın dönemini ise 1950 senesinde görmüşüz. at nüfusumuz 1.1 milyonun üzerine çıkmış. ülkedeki her güzellikte olduğu gibi burada da yine dönüp dolaşıp gazi paşamıza geliyoruz.
gazi, atları çok severdi
askeri hayatının büyük bölümü at üzerinde cepheden cepheye koşuşturmakla geçen atatürk, türkiye’de atçılığı ve yarışçılığı her zaman teşvik etmiştir. kurtuluş savaşı döneminde bile kendi himayesinde ankara'da at yarışları yaptırırdı. atatürk'ün büyük desteği sonrasında türkiye'de atçılığı ve yarışçılığı teşvik amacıyla yarış ıslah encümeni kuruldu. binicilik federasyonu da kendi emriyle 1923 senesinde kuruldu. atçılığın gelişmesi için büyük çabalar harcadı. ülkedeki neredeyse bütün modern hipodromları kendisi kurdurmuş, gazi koşusunu düzenlemiş, at ve atçılığa büyük değer vermiştir.
ölümünden az bir süre öncesine kadar, hasta haliyle dahi yarışları izlemekten vazgeçmemiştir. kendisinin de birçok atı vardı. en sevdiği atının adı sakarya'dır. cumhuriyet kurulduktan sonra atatürk'ü at üzerinde gördüğümüz birçok fotoğrafta sakarya'nın üzerindedir. latife hanıma görümlük olarak da en güzel atlarından birkaçını vermiştir. fransa'dan getirttiği kısrağı aigrette de birçok yarışta birinciliği olan asil bir attı.
bu teşviklerin ardından ülkede atçılık tekrar toparlanmış, uzunca yıllar yükselişini sürdürmüştü fakat yine cepten yemiş olacağız ki satıp savrulan fabrikalar gibi hızla sayıları düşmeye başlamış. günümüzde kaç at kaldığına dair pek bir istatistiğimiz yok. türlerin araştırılması, korunması ve çoğaltılması konularında da dişe dokunur bir proje yok.
bulabildiğim projelerden birisi 2000'li yılların başına ait
türkiye yerli at ırklarında genetik materyal koruma çalışmaları adı altında bir çalışma yapılmış ama sonucunu bulamadım. araştırmacı bu proje başlangıcında; türkiye yerli at ırkları konusundaki çalışmalar genişletilerek devam ettirilmelidir. anadolu yerli, türk arap ve türk ingiliz atları dışında kalan atlar ile ilgili yapılan çalışma yok denecek kadar azdır. öncelikle at populasyonu net olarak belirlenmeli, daha sonra atlar ile ilgili morfolojik tanımlamalar gerçekleştirilmelidir. en sonunda ise ex situ ve in situ koruma tedbirleri alınmalıdır. demiş. umarım öyle olmuştur.
malum bakımı zor bir hayvandır. köpek gibi bir kap su ve yemekle bakamazsınız atı. tımarı, ıslahı, nalı, ahırı, çiftleştirilmesi, tayların bakımı derken masrafı bitmez. türkiye'de benzer faktörlerden ötürü yok olmaya yüz tuttuğunu düşünüyorum. bir de yukarıda bahsettiğim gibi kımızından ve etinden faydalanma zaten olmadığı için hepten masraf haline geliyor. birden çok ve soylu at sahibi olup çiftlik kurmak bugün sadece zengin elitlerin hobisi haline geldi.
yine de hayatımızdan bu kadar hızlı şekilde kayboluyor olmaları çok üzücü
yok olmak derken sadece gözümüzden ırak olmaları değil, at terminolojisi de onlarla birlikte bitiyor. bugün köyde atlarla birlikte büyüyen bir çocuğa dahi sorsanız en fazla at ile beygir ayrıdını yapabilir. yavrusuna da en fazla tay diyecektir. halbuki kıpçak lehçesinde sadece at türlerini anlatmak için yüzlerce, yavrularına verilmiş onlarca farklı isim var. genel at terminolojisi şöyle dursun sadece renkler ve desenler üzerine sözlük çıkarmanız lazım.
örneğin; derisi inek gibi desenli olan atlara bulaca denir. alaca bulacadan aklınızda kalabilir. bulaca, bulanmak bulanık karışık anlamlarına gelir. alaca ise kendi başına bir at ırkıdır ve soyu tükenmektedir. arka ayakları uzun ön ayakları kısa atlara eden denir. hep duyduğunuz doru at tabirindeki doru da bir renktir. kırmızıya çalan bir kahverengiyi betimler. koşarken çok sarsılan attan tutun da atın yürürken bileklerini birbirine sürtmesine kadar her duruma ait bir terimimiz vardı.
terminolojisine şuradan bakabilirsiniz: https://turkishstudies.net/…rgitamdetay.aspx?id=837
günümüzde türkiye’de alaca, anadolu yerli, ayvacık midillisi, canik, çamardı kulası, çukurova, doğu anadolu, hınısın kolıkısası, karacabey, karakaçan, malakan, nonyus, trakya, türk arap, türk ingiliz ve uzunyayla at ırkları bulunmaktadır. bu ırklardan bazıları yok olma tehdidi, bazılar ise ağır tehdit altındadır.
marmara araştırma enstitüsü, genetik mühendisliği ve biyoteknoloji araştırma enstitüsü (gmba), “türkiye yerli evcil hayvan genetik kaynaklarından bazılarının in vitro korunması ve ön moleküler tanımlanması-1” (turkhaygen-1) adında bir proje uygulamıştır. bu proje kapsamında ayvacık midillisi, canik, çukurova, hınısın kolukısası ve malakan atına ait sınırlı sayıda genetik materyal gmba bünyesinde koruma altına alınmıştır.
makale şurada: https://www.academia.edu/…ı_ve_bir_koruma_çalışması
umarım bu güzel atlarımızın soyu kurumaz da gelecek nesillere taşır, binlerce yıllık kültürümüzü tarihe karışmaktan kurtarırız. nursultan nazarbayev'in dediği gibi; siz oğuzlar atlarınıza binip anadolu'ya gittiniz, biz kıpçaklar atlarmızı yiyerek atayurtta kaldık. hepimizin bu kutsal bineklere bir minnet borcu vardır.
her halükarda bizi bugünlerimize taşıyan, nice fetihlerde, vatan müdafasında türk'ün kolu kanadı, can yoldaşı olmuş güzel dostlarımızı unutmayalım. hatta varsın başı boş at sorunumuz olsun. en azından işine gücüne giden vatandaşları parçalamazlar.
birkaç güzel bilgi ekleyeyim
pazırık kurganları, bildiğiniz üzere bütün türk halklarının en kutsal bölgelerinden birisidir. altayların eteğindeki bu bölgede bulunan bütün kurganlarda atı ile birlikte gömülmemiş bir tane bile türk yoktur. şöyle düşünün. yerin 7 metre altında saka prensleri atlarıyla birlikte şöyle yatıyorlar:
birkaç metre üzerinde hun kurganları
onun da üzerinde yüzeye en yakın kısımda göktürkler var ki bu fotoyu iki sene önce kendim çekmiştim:
üçünün arasında asırlar var ve kesintisiz şekilde aynı bölgeye yine atlarıyla birlikte yerlenmişler.
tarihte atlarına da altın giydiren başka bir medeniyet yoktur. bir çoğunuzun geyik zannetiği cengizhan yasaları da aslına gerçektir ve atlara dair kısımı insanlarınkinden çoktur. atların emekli edilmesi, onlara hakkaniyetli davranılması, gereksiz yere öldürülen at için kısas olarak insanın canının alınması gibi bir sürü kuralı kaidesi vardır.
atları ilk kez evcilleştiren, ata binebilmek için pantolonu icat eden halkların da atalarımız olduğu muhakkaktır.
botay kültürü nedir, okumak isterseniz şuraya kısaca yazmıştım (bkz: #162901250)