Anadolu'da Neredeyse 5000 Yıldır Devam Eden Göç ve Savaşların Kısa Tarihi

Ülkemizdeki göç ve göçmen sorununun tekrar tartışıldığı günümüzde üzerinde yaşadığımız toprakların geçmişini bir gözden geçirmekte fayda var.
Anadolu'da Neredeyse 5000 Yıldır Devam Eden Göç ve Savaşların Kısa Tarihi

ana fikir: türkiye dünyanın çöplüğü olmamalı

anadolu/küçük asya tarihi ile ilgili bilgi sahibi olmayanlar göçlerin ve savaşların bugün ortaya çıktığını zannederler. arkadaşlar bu toprakların siyasi ve demografik yapısı hattilerden beri (mö 2500-2000/1700 civarı) değişiyor. onların ülkesine hititler çökmüş, hititler bütün küçük asya'ya çökmeye çalışmış. urartusu, akadı, medi, asuru giren çıkan belli değil. sonra ege göçleri ile istilacı milletler küçük asya'yı yaka yıka mısır'a kadar gitmişler.

MÖ 1285 yılında Anadolu.

kafkaslardan ve balkanlardan farklı kavimler gelmeye devam etmiş, frigler, galatlar küçük asya içlerine kadar ilerlemişler. ardından kimmerler, sonra persler, hellenler derken büyük iskender emaneti çekerim hepinizi silkerim deyip ne küçük asya bırakmış ne hindistan (mö 330 civarı). iskender ölünce makedonlar, hellenler, mısırlı ptolemaioslar, suriyeli seleukoslar küçük asya topraklarına hükmetmeye çalışmış. roma gelip hepsini tokatlamış, pontoslular doğu karadenizden gelip bütün küçük asya'nın içinden geçmişler, romalıları kıtır kıtır kesmişler ancak sonra roma ağırlığını yeniden koymuş. bitmiş mi hayır, bu kez roma-pers savaşları, fırat benim, dicle senin derken küçük asya yine sosis olmuş ama roma yine ağırlığını koymuş.

peki roma'ya kim koymuş dersiniz, kavimler göçü (ms 375). içerisinde hunların da bulunduğu bazı kavimler batı avrupa'ya yerleşince burada yaşayan barbarları yerinden oynatıyor, o barbarlar da roma'yı ikiye bölecek (395) kadar büyük olaylara yol açıyorlar. küçük asya'ya geri dönecek olursak, işte ikiye ayrılan o roma'nın doğusundaki roma, bizans olarak bilinen hani, küçük asya'ya hükmetmeye başlıyor. bu arada bizans-sasani savaşları yine küçük asya topraklarında cereyan ederek demografiyi bozmaya devam ediyor.

377 yılında Anadolu.

son olarak tarih sahnesine kim çıkıyor dersiniz: evet, türkler

orta asya'dan batıya doğru yeni yurt arayışı ile ilerleyen türkler önce bugünkü iran topraklarını, suriye'yi, ardından anadolu'yu yurt ediniyorlar (bize göre fetih, onlara göre işgal, bize göre akınlardaki şen atlılar, onlara göre barbar). malazgirt (1071). büyük selçuk imparatorluğu ve anadolu selçukluları halayın başını çekerken işin içine bu kez haçlılar giriyor. bu amcalar avrupa'daki bütün çomarları cennet vaadiyle kandırıp, anadolu'yu da güzergahları arasına ekleyip kudüs'e kadar ilerliyor. anadolu içlerinde selçuklularla savaşıyorlar. neyse ki anadolu'daki türk varlığı çok zarar görmüyor.

türk beylikleri tam sağı solu parsellerken moğollar arkadan yetişip o ney kardaş yarısını bana ver dercesine bütün anadolu'yu bir güzel yakıyorlar. doğuda ermenisi, güneydoğuda kürdü, süryanisi, acemi, arabı, anadolu'ya giren türkü, moğolu, hali hazırdaki bizans vatandaşları derken kimin eli kimin cebinde belli değil. (kimse soy kütüğünden emin olmasın arkadaşlar.)

ardından osmanlılar diğer beyliklerin arasından sivrilip yeniden anadolu'da türk hakimiyetini sağlamaya çalışıyorlar (1299). batıda bizans ile savaşırken doğudan timurlenk başkan gelip bir yanak alıp gidiyor (ankara savaşı- 1402). biraz hızlı geçmek gerekirse osmanlı imparatorluğu ufak bir sendelemeden sonra (fetret devri) sınırlarını genişletiyor, istanbul'un fethi (1453), mısır seferi, avusturya kapıları derken uzunca bir süre anadolu toprakları işgale uğramıyor, göç almadığı gibi göç veriyor, sağa sola kafasına göre iskan politikası uyguluyor.

1329

anadolu bu kadar sakinliğe alışık değil tabi, hareket istiyor

1699 yılında karlofça antlaşması ile başlayan osmanlı'nın toprak ve güç kayıpları başta ruslar olmak üzere güçlü avrupalı devletlerin ellerini ovuşturmasına neden oluyor. osmanlı sağdan soldan sıkıştırılınca gurbetçi vatandaşlar anadolu'ya doğru bir göç hareketi başlatıyorlar. bu arada rusların baskısından kaçan çerkezler anadolu'ya geliyor (1860 civarı). sağdan soldan kırpılan osmanlı, anadolu'yu dahi savunamaz hale gelince ingilizi, fransızı, yunanı, italyanı, rusu dört taraftan incitici hareketlerde bulunuyorlar. gayretullaha dokunan bu hareketler birinci dünya savaşı (1914-18) yıllarında anadolu'yu tarumar ediyor. ermeni tehciri bu dönemde anadolu içinde ve dışına doğru yaşanan önemli bir göç hareketi olarak dikkat çekiyor.

tam her şey bitti derken o geliyor, mustafa kemal önderliğinde anadolu örgütleniyor ve kurtuluş savaşı'na giriliyor, az önce saydığımız milletler kimisi karadan kimisi denizden teker teker paket ediliyorlar. avrupalılar bunun üzerine peki peki tamam deyip antlaşma masasına oturuyorlar. sevr antlaşması, misak-ı milli, lozan antlaşması derken bugünkü sınırlar ortaya çıkıyor. osmanlı imparatorluğu yerini türkiye cumhuriyeti'ne bırakıyor (1923). bu arada anadolu'ya dönen dönüyor, giden gidiyor, seven de kalıyor.


ikinci dünya savaşı'nı (1939-45) pas geçen türkiye etliye sütlüye dokunmuyor ama bir ilerleme de kaydedemiyor. millet aç aç. dolayısıyla 1961'den itibaren almanya başta olmak üzere dünyanın her tarafına bir işçi göçü hareketi başlıyor. almanlar bu geri kalmış halkı sevmiyor, alışmakta güçlük çekiyor ama ucuz iş gücü naparsın deyip çalıştırıp, katlanıyorlar (burası tanıdık). tabi dış göç devam ederken, balkanlardan anadolu'ya doğru da nüfus mübadelesi söz konusu oluyor. anadolu içerisinde de köyden kente göçler yoğunlaşıyor.

bu döngü 90'lı yıllara kadar böyle devam ediyor

bu yıllarda körfez savaşı patlak veriyor, ırak rejiminin baskısında kurtulmaya çalışan ıraklı kürtlerin gelmesiyle anadolu yeniden dış göç alıyor. ardından 2010-11 civarında suriye'de yaşanan iç savaştan kaçan suriyeliler milyon milyon anadolu'nun her köşesine dağılıyorlar. avrupa'ya da gitmek istiyorlar ama o kadar da değil, türk misafirperverliği varken olur mu hiç. tabi avrupalılar da bunu bildiğinden neyse parası verelim deyip, nitelikli olanları seçtikten sonra suriyeli niteliksiz vatandaşları bizim ağırlamamızı istiyorlar. 10 sene boyunca bütün anadolu'ya iyice yerleşen suriyeliler savaş bittiği halde ülkelerine dönmüyorlar. suriye'den sonra türkiye onlar için cennet gibi tabi. kız verdiler, işçi oldular, ev aldılar, mafya kurdular, yaptılar ettiler derken ülkeye bir güzel yerleştiler.

bunu gören afgan durur mu, o da araya kaynar ama bu kaynama yeterli olmaz, ikiz kuleleri gümleten usame bin ladin'in afganistan'a sığınması ile başlayan süreçte (2000 li yılların başı) abd-taliban çatışması zamanla afganistan'da gerilimi tırmandırmış, abd yorulmuş, taliban güçlenmiş derken bu kez taliban'dan kaçan afganlar anadolu'ya akın akın göç başlatmışlardır.

sonuç lazım değil mi şimdi. şöyle ki: demografi adına yeller esiyor, biz ise bütün kavramları karıştırmış, kendi aramızda bölünmüş ve kime ne tepki vereceğimizi şaşırmış durumdayız. çünkü bir tarafta göçmenlere mazlum muamelesi yapıp kucak açanlar, bir yanda ülke bizi doyurmuyor ki bunları neden alıyoruz diyenler, kaçmayıp ülkelerini korusunlar diyenler, gelenlere oy potansiyeli ile bakanlar, gelsinler gelsinler nasıl olsa parasını avrupa'dan alırız politikası güdenler vs kafalar yanmış durumda.

Suriye'nin Halep kentinin 50 mil kuzeyinde Türkiye sınırının hemen içinde yer alan mülteci kampı. (3 Ağustos 2012)

5 bin yıldır hiçbir şey değişmemiş

herkes kendine göre haklı ve kendi çıkarını gözetiyor. göçler/fetihler daha evvel savaş yoluyla yapılırken, şimdi soğuk savaş yolu ile yapılıyor. ermeni ben herkesten önce buradaydım diyor (evet buradaydı) ve uluslar arası arenada destek arıyor, buluyor da, yunanlar zaten buraların gediklisi, fırsatını bulsalar çökecekler, türkler sonradan geldiler ama artık ev sahibi, bir de içeride kürt meselesi var ki önce suriye, şimdi afganlar derken unutuldu/askıya alındı. türkler her ne kadar olan oldu, misak-ı milli, artık buralar bizim dese de bir tarafta bu olan olduyu kabul etmeyen yunanlılar, ermeniler ve kürtler, diğer tarafta oluk oluk gelen suriyeli ve afgan ağırlıklı mülteciler. her ne kadar her şey gözlerimizin önünde oluyorsa dahi, böyle giderse çok yakın zamanda anadolu bambaşka bir değişim-dönüşüm geçirecektir. bu kez türkiye aleyhine "olan oldu" denilmemesi için çok hızlı ve kesin bir göçmen politikası, ardından iç işleri ve dış işleri ile ilgili reformlar şart. türkiye dünyanın çöplüğü olmamalı.

saygılar...

okuyana not: yazıyı akademik bir dille, ayrıntılı da yazabilirdim ama tarihi konular genelde sıkıcı bulunur, bu nedenle elimden geldiğince uzun gibi görünse de aslında kısa, basit ve eğlenceli bir metin yazmaya çalıştım, elbette bir sürü şeyi de atladım...