Aristokrasiyi Kalemle Deviren Dergi: The Economist’in Hikayesi

Bir yayın organının, fikirlerle dünyayı nasıl şekillendirdiğinin çarpıcı bir örneği: The Economist’in hikayesi.
Aristokrasiyi Kalemle Deviren Dergi: The Economist’in Hikayesi

the economist, modern kapitalizmin entelektüel savaşçısı, serbest ticaret doktrininin kalemle inşa edilmiş kalesi ve yükselen sanayi burjuvazisinin en berrak sesi olarak doğdu. 1843 yılında, britanya'da aristokrat toprak sahiplerinin ekonomik hegemonyasına meydan okumak, serbest ticareti savunmak ve corn laws gibi korumacı yasaları yıkmak amacıyla kurulan bu haftalık dergi, yalnızca haber aktarmakla kalmadı; ideolojik bir devrimin öncülüğünü yaptı. the economist, serbest piyasa ilkelerini doğa yasaları gibi sunarken, gerçekte belirli bir sınıfın; üretici, yatırımcı ve ihracatçı sanayi kapitalistlerinin çıkarlarını sistematik bir rasyonalite kisvesi altında yüceltti. tarih sahnesine çıktığı andan itibaren, aklın ve bilimin diliyle yazdığı her satırda, ekonomik güç dengelerini kalıcı biçimde dönüştürmeyi hedefleyen bir ajandanın taşıyıcısı oldu.

1815 yılında napolyon savaşları sona erdiğinde britanya, yeni bir ekonomik ve siyasi düzenin eşiğine gelmişti. savaş sırasında hızla yükselen tahıl fiyatları, barış döneminde serbest ticaretin yeniden canlanmasıyla düşmeye başladı. bu durum, ülkenin büyük toprak sahipleri için ciddi bir tehdit oluşturuyordu. çünkü servetlerinin ve siyasi güçlerinin kaynağı, yerli tarım ürünlerinden elde ettikleri gelirdi. parlamentodaki güçlü toprak aristokrasisi, bu tehdide karşı hızlıca harekete geçti ve 1815 yılında corn laws adı verilen bir dizi korumacı yasayı kabul ettirdi. bu yasalar, yabancı buğday ithalatına ağır vergiler ve kısıtlamalar getirerek yerli tahıl üretimini koruma altına alıyordu.

ilk bakışta ulusal tarımı destekleme amacıyla sunulan bu yasalar, gerçekte britanya'nın yeni şekillenmekte olan şehirli nüfusunu ve sanayi burjuvazisini ağır bir yük altına sokuyordu. şehirlerde ekmek fiyatları hızla yükseliyor, işçi sınıfı açlıkla karşı karşıya kalıyor, fabrikatörler ise yükselen işçi ücretleri ve artan maliyetler yüzünden uluslararası rekabette geri düşüyordu. sanayi kapitalizmi doğarken, feodal kalıntılar modern ekonomiyi boğuyordu. ingiltere, bir ayağı geçmişte, diğer ayağı ise doğmakta olan sanayi çağında kalmıştı.

tam da bu çatışmalı ortamda, 1843 yılında james wilson adında bir iskoç işadamı sahneye çıktı. wilson, yalnızca ticarette değil, iktisat teorisinde de yetkin bir isimdi. adam smith ve david ricardo gibi düşünürlerin serbest ticaret öğretilerine büyük bir tutkuyla bağlıydı. ona göre corn laws sadece ekonomik açıdan hatalı değil, aynı zamanda ahlaki bir skandaldı: bir azınlık kendi zenginliğini korumak için milyonların açlığını ve sefaletini feda ediyordu. işte bu yüzden, wilson the economist adlı haftalık gazeteyi kurdu. bu gazetenin amacı tarafsız haber yapmak değil, doğrudan doğruya serbest ticaret ideallerini kamuoyuna ve siyasi sınıfa dayatmak, corn laws sistemini yerle bir etmekti.

the economist'in arkasında yalnızca wilson'un kişisel azmi yoktu. britanya'nın yükselen sanayi burjuvazisi, özellikle manchester ve liverpool gibi şehirlerdeki tekstil patronları, city of london'daki bankacılar ve reformcu whig siyasetçiler wilson'a hem ideolojik hem de finansal destek veriyordu. the economist bu anlamda doğrudan bir sınıf savaşının entelektüel cephesiydi. yükselen kapitalist sınıf, düşmekte olan toprak aristokrasisine karşı kalemini kılıç gibi kullanıyordu.

james wilson,1859 yılında, britanya imparatorluğu'nun yeni sömürge yönetimi hindistan'da mali sistemi modernleştirmek üzere görevlendirildi. ancak egzotik topraklarda bu yeni düzeni kurma çabası, sağlığını ve hayatını aldı. 1860 yılında, kalküta'da, dizanteri yüzünden hayatını kaybetti. mezarı, bir dönem neredeyse unutuldu, ta ki 21. yüzyılda yeniden keşfedilene kadar. arkasında yalnızca bir gazete ya da bir banka (chartered bank, bugünkü standard chartered bank) bırakmadı. o, modern kapitalizmin entelektüel cephaneliğini inşa eden ilk mühendislerden biri oldu. kalemini çekip çıkaran, kelimeleri mermi gibi kullanan bir sınıf savaşçısıydı.

the economist'in yayın çizgisi son derece keskin ve disiplinliydi. gazete corn laws'a karşı üç temel hatta saldırıyordu. birincisi, iktisadi açıdan: corn laws'ın tüketici fiyatlarını yapay şekilde şişirdiği, şehirli halkı fakirleştirdiği ve sanayi rekabet gücünü düşürdüğü sürekli vurgulanıyordu. ikincisi, ahlaki açıdan: corn laws yoksulların ekmeğini lordların karı uğruna gasp eden bir adaletsizlik olarak resmediliyordu. üçüncüsü ise pragmatik açıdan: mevcut düzenin devam etmesi halinde sosyal isyanların ve ekonomik çöküşün kaçınılmaz olduğu ileri sürülüyordu.

the economist bu argümanlarını kuru ideolojik sloganlarla değil, verilerle, mantıklı muhakemelerle, iktisat teorilerinden alınmış ilkelerle destekleyerek sunuyordu. dili tutkulu ama soğukkanlıydı; halkı küçük görmeden, ancak karar verici elitleri hedef alarak yazılıyordu. gazete, bilimsel nesnellik iddiası taşıyan bir propaganda aracıydı. bu yaklaşımı sayesinde, dönemin kaba yandaş gazetelerinden hızla ayrıştı ve itibarlı bir platforma dönüştü.

mücadelenin sonunda, 1846 yılında başbakan sir robert peel büyük bir siyasi risk alarak corn laws'ı kaldırdı. bu kararda birçok faktör rol oynamıştı: anti-corn law league'in halk üzerindeki etkisi, manchesterlı sanayicilerin siyasi baskısı, işçi sınıfı protestoları, irlanda'da yaşanan kıtlık… ancak perde arkasında, karar verici elitlerin fikir dünyasını şekillendiren bir diğer aktör de the economist olmuştu. gazete, corn laws meselesini yalnızca ekonomik bir mesele olmaktan çıkarıp, ahlaki bir zorunluluk, medeni bir ilerleme meselesi haline getirmişti.

corn laws'ın kaldırılması ingiltere'nin kaderini değiştirdi. yerli tarım sektörü rekabetle yüzleşmek zorunda kaldı ve küçüldü. buna karşılık sanayi sektörü patlama yaşadı, şehirler büyüdü, yeni bir işçi sınıfı oluştu. ingiltere kısa sürede küresel ticaretin merkezine yerleşti ve “dünya atölyesi” unvanını kazandı. the economist için ise bu bir son değil, başlangıçtı. artık yalnızca bir sınıf savaşının gazetesi değil, küresel kapitalizmin ideolojik öncülerinden biri haline gelmişti.

burada önemli bir noktayı gözden kaçırmamak gerekir. the economist, `aristokrasiyi devirerek bir devrim gerçekleştirdi mi`? bir açıdan evet: feodal kalıntıları tasfiye etti. ancak diğer açıdan bakıldığında, halkı özgürleştirmek gibi bir amacı yoktu. gazete sadece eski egemen sınıfı devirip yerine sanayi burjuvazisini iktidara taşıdı. toprak lordlarının tahakkümünü kırdı, ama sermaye lordlarının hakimiyetini kurdu. dolayısıyla the economist'in corn laws dönemindeki performansı, hem büyük bir medya zaferi hem de bilinçli bir sınıf çıkarı operasyonu olarak değerlendirilmelidir.

bugün geriye dönüp baktığımızda, the economist'in bu dönemde yazdıkları, yalnızca bir gazetenin değil, bir çağın zihniyetinin belgesi gibidir. sanayi kapitalizminin doğuş anına tanıklık eden ve o doğumu aktif biçimde hızlandıran bir medya organı olarak, tarih sahnesinde kendine özel bir yer edinmiştir. ancak bu başarıyı değerlendirirken, kimin adına ve kimlere rağmen gerçekleştiğini de unutmamak gerekir.

ayrıca (bkz: corn laws /#174885313)