Aristo'ya Göre, Potansiyelini Tamamen Kullanan İnsanın Ulaşacağı Mutluluk: Eudaimonia

Aristoteles'in (Aristo) halka sağlanması gereken en yüksek refah düzeyi olarak tanımladığı eudaimonia, insana fani hazlardan ötesini amaç edinmeyi gösteriyor. Buyrun açıklayalım.
Aristo'ya Göre, Potansiyelini Tamamen Kullanan İnsanın Ulaşacağı Mutluluk: Eudaimonia
Don't Worry, He Won't Get Far on Foot (2018)

nedir, ne değildir?

insanın yaşadığı günlük ve geçici hazlardan farklı ve daha kapsamlı olarak, hayatının son noktasında "ulaştım" diyebileceği sonsuz mutluluk fazı. bir insan buna ulaşıyorsa zaten gündelik hazları tadıyordur, ancak bir insanın zaman zaman geçici hazlar duyması, o insanın yaşamı sonunda öngörülen mutluluk fonksiyonunun maksimum noktasına ulaşacağı anlamına gelmez.

bizdeki kelime karşılığı ne olabilir?

eudaimonia... gündelik anlamıyla 'mutluluk'tan ziyade 'afiyet' ya da 'esenlik' olarak çevrilmesi gereken antik yunanca sözcük. zevki değil acıdan uzak olmayı anlatır.

daha sonra felsefe etkisiyle kalıcı bir esenliğe yani 'ermişlik'e karşılık olmuştur.

final yorumu

eudaimonia sözcüğünün içine girdiğimizde, orada, “yaşam boyu süren bir mutluluk öğretisi” görüyoruz. “mutluluk arayışı” demiyorum. isa “ara ki bulasın, iste, o sana verilecektir,” demiş. oysa buda, önce çok uzun süre boyunca aramış, tam da aramayı bıraktığında ulaşmış aydınlanmaya. bir şeyi aradığında, o şey hakkında az çok bir fikrin vardır. bir anlamda hedefe kilitlenmişsindir. oysa, aranan şey, hakiki olamaz. hakiki olan, zaten zihinsel değildir, mutlaktır, bir kelime ya da kavramın dar kapsamında tanımlanamaz kolay kolay. aramayı bıraktığında, yani bir anlamda egondan, kendinden vazgeçtiğinde bulursun hakikati. (çünkü gerçekte, bir arayan da yoktur. arayış vardır yalnızca…)

herakleitos da, “beklenmedik olanı beklemedikçe, onu bulamayacaksın” diyerek söylemek istediğim şeye yakışan güzel bir şey söylemiştir.

delfi tapınağının alınlığında yazan “kendini bil” (gnothi seauton), budur aslında. yunus emre’nin “sen kendini bilmesen ya nice okumaktır” sözünü anımsarız bu noktada… hakiki “ben”in kim olduğunu bul, bu dünyadaki yalancı “ben”den (yani kişilikten, avatardan) vazgeç, kendinle özdeşleştirdiğin egodan, pseudo-kişilikten kop. “ölmeden ölmek” de budur. kişiliğinin parçalanmasıdır. yanıp kül olmak, küllerinden yeniden doğmak, daha doğrusu “ben” diye bir şeyin olmadığını hissetmek, onu yaşamaktır. (anlamak demiyorum, çünkü böylesi bir kavrayış, ancak yaşanarak, hissederek olur, zihinsel ya da entelektüel olarak oraya ulaşılamaz.)

“eudaimonia’ya ulaşmak” diye bir şeyden söz edilemez. o zaman, o bir amaca, hedefe, insan ürünü bir niyete dönüşür, neredeyse bir kişilik kazanır. eudaimonia bir faaliyet de olamaz bu açıdan. zaten bir “yapan”, faaliyet gösteren de olamaz. bilgelik olabilir ancak.

tabii ki bu çok şey bilen, yani dünyevi bilgiyle, zihinsel safsatayla dolu kişi anlamına gelmiyor, bilge… bu bilgilere sahip olsun ya da olmasın; bilge, onların ötesinde olan, onları aşkın kişidir.

eudaimonia, özünde bir yapma değil, bir olma biçimidir. varılacak bir hedeften, ya da nirvana gibi ulaşılacak bir şeyden çok, zaten orada (hiçlikte) var olan, ama insana perdeli olduğundan hemen görülemeyecek olan; ancak bilgelik bilinciyle, yani kendi yarı-tanrılığını fark edip, insanlık öyküsündeki rolünü tamamlayarak, üst realiteleri yaşayacak bir varlığa dönüşme süreci ve yoludur. bu da zaten, bizim yalnızca ondan ibaret olduğumuz, mutlak, sonsuz mutluluktan başka bir şey değildir. bir arayan yok, hatta bir arama eylemi de olamaz. zaten ondan ibaret olduğumuzu “fark ediş” vardır yalnızca.