Asgari Ücretin 2825 TL Olmasına Dair Siyasi Bir Türkiye Ekonomisi Analizi

Asgari ücretin neredeyse %20 zamlanarak 2825.90 TL olması, enflasyon gibi faktörler düşünüldüğünde bazı kesimlerden tepki çekti. Duruma dair okumaya değer bir analizi bu vesileyle paylaşmak istedik.
Asgari Ücretin 2825 TL Olmasına Dair Siyasi Bir Türkiye Ekonomisi Analizi
iStock

28 aralık 2020'deki asgari ücret artışıyla türkiye'nin adeta tek tip maaşa geçmesi... kaynak transferi denilen olaylardan biri olduğu için tepki çekmesi son derece normal olan bir durumdur.

insanların pek azı dürtüsel olarak kendini geliştirmeye odaklıdır

bu nedenle toplum yöneticileri tarafından bir havuç sopa gösterilmesi gerekir ki kendilerini ortaya koyarak birtakım çalışmalar yaparak toplum ihtiyaçlarına yönelik gelişimler yapabilsinler. bu olguya ters çalışan bir diğer unsur ise biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar olarak savunulan unsurdur.

işin özü bir ülkede emekçi ücret ve maaş gelirlerinin potansiyeli yüksek olan kişileri motive edecek kadar yüksek, sosyal gerilim yaratmayacak kadar da düşük olması gerekir. bu ikisi arasında kopan bir denge farklı gerilimleri besleyerek o toplumun hayatta kalma şansını baltalayacaktır.

konuyu dramatize etmeye de gerek yok. mesela, nitelikli bir beyaz yaka için bir spor ayakkabıya ödenecek olan bir 500 lira neden asgari ücrete zam olarak verildiğinde sorun oluyor benzeri söylemler biraz duygusal kalıyor. doğru 500 lira hiçbir şeydir ama 10 milyon asgari ücretliye her ay verilecek fazladan 500 lira, 5 milyar lira demektir. asgari ücretli çalışan tasarruf yapabilecek durumda olmadığına göre bu 500 lira durmaksızın harcanacaktır.

ödemeler dengesi krizinin eşiğinde olan bir ülke için de bu miktarın teorik olarak birileri tarafından karşılanması gerekir ki, piyasa dengesini bulsun. ilk aşamada bu durum birilerinin talepten kısmasını gerektirir. net bir şekilde birileri daha az para harcamalıdır. bu az para harcama durumu eğer tasarruflara yansırsa, bu birtakım toplum kesimlerinde güç birikmesine neden olur. bu nedenle bu tasarruf eğer gerçekleşecekse, iktidarın oluşturduğu hakim sermaye birikim modelindeki sermayedarlarda gerçekleşmelidir ki iktidarın devamlılığı sağlanabilsin.

bu durumda da takdir edersiniz ki bu asgari ücret zammını karşılaması gereken birileri diğer emekçiler olacaktır. hakim sermaye birikim modelinin merkezinde olan mahşerin beş atlısı sermayenin niteliğini her geçen gün aşağıya çekmektedir. aslında modelin parametreleri sabittir. bu niteliğin aşağıya çekilme nedeni merkez kapitalist ülkelerdeki ilerlemelerdir.

onlar daha hızlı ilerledikçe ülkedeki toplam talep fonksiyonu hem nüfus nedeniyle hem de tüketimin sosyal boyutu nedeniyle artmak zorunda kaldıkça bunun ödemeler dengesi üzerinde yaratacağı baskılar aşikardır. dolayısıyla sistemden döviz çekecek değil, sisteme döviz girdisi sağlayacak bir model inşa edilmediği sürece mevcut politikalar bunlar olacaktır.


bu model restorasyonu ise doğası gereği bir iktidar değişimi gerektirir

bu ya siyasal iktidarın kendini değiştirmesi ile mümkün olur, ya da iktidarın değiştirilmesiyle mümkün olur. gelinen noktadaki ihalelere bakılınca ilki için ne yeterli kaynak var, ne de gereken aksiyon var. bana kalırsa bunda 12 eylül darbesinin de çok ciddi payı var.

basma kalıp sözlerle, 12 eylül darbesinden sonra emekçilerin örgütlülüğünün bitirildiği söylenir. bu aslında son derece doğrudur. o dönem burjuvazi emekçilerin taleplerine toplumsal zeminde daha fazla karşı koymakta zorlanmış ve gereken 24 ocak kararlarının uygulanacak zemin bulabilmesi ve ekonominin dışa açılması için de devletin sert gücünün uygulanması gerekmiştir.

bu bilindik hikayedir fakat bence ilginç olan şey 12 eylül sonrası planlanan toplumsal düzenin birbirine az temas edecek toplumlar sınıflar şeklinde kurgulanmasıdır. doksanlarda kendine oldukça da başarılı bir şekilde yer bulmuştur bu sistem. başarıdan kastım ise şudur.

spor, sanat ya da kültür alanında geçmişte ulaştığımız birçok başarının tarihsel olarak doksanlar olmak üzere 2000'lerin başında olduğunu görürüz. tabi bu biraz ileri ve geri de gidecektir. yani bence 1985-2005 arası 20 yıllık dönemde türkiye birçok spor, sanat ve kültürel başarı anlamında cumhuriyet tarihinin zirvesine ulaşmıştır.

galatasaray ve milli takımın avrupa başarıları mesela, jupp derwall'in getirdiği ana sistem üzerine inşa edilmiştir. mustafa denizli ve fatih terim'in başarıları derwall sisteminin üzerinde yükseldi. çünkü uefa kadrosundaki birçok isim galatasaray altyapısından yetişmişti ve bu altyapı sisteminin kurulmasında birçok spor yorumcusu da derwall'in ciddi payı olduğunu kabul eder. zaten 6 yıl boyunca batı almanya ulusal takımının teknik direktörü olarak çalışabilmesi de sıradan biri olmadığını kanıtlar niteliktedir.

her neyse, 12 eylül'ün kurgulamak istediği sistemde birbirine pek temas etmeyen farklı toplumsal kesimler olacaktı

bu kesimler hiyerarşik olarak tepede milli güvenlik kurulunun, kabaca askerin ya da güvenlik bürokrasisinin, olduğu bir sistem üzerinden de partileri kontrol edecekti. bu farklı toplumsal kesimlerden bugün seküler dediğiniz kesim ülkenin dışa dönük yüzü olarak lanse edilecek ve kendi dünyalarında yaşamaları sağlanacaktı, diğer kesimlerle beraber.

bu sistem bir süre sürdürülebildi zaten sürdürülebildiği için ekonominin dışa açılma döneminde birtakım kısmi toplumsal başarıları yakalayabildik. hukuki ya da insani açıdan ele alındığında, baş örtülü kadınların üniversite okuma hakkının ellerinden alınması, ya da üniversite sınavlarında meslek liselerine uygulanan katsayı sistemi kesinlikle bir zulümdür ama toplumsal açıdan da bir toplumsal mühendislik uygulamasıdır.

toplumun niş alanlarını sembolize eden üniversite mezuniyeti ve bununla bulunabilecek iş imkanlarının, ödemeler dengesi üzerinde daha az baskı yaratmasını sağlamak amacıyla belli bir toplum kesimine, yani baş örtülüler ve meslek liseliler mesela, kapatılmasıdır. devlet yönetiminde bu bir toplumsal mühendislik projesi olmakla beraber, hususi bir garez ile de bağdaştırılması saçmadır çünkü devletler her iktidar dönemlerinde zaten bir toplumsal mühendislik projesi ile topluma şekil vermek isterler.

ekonomi dışa açıldığında herkese aynı sosyal serbesti tanınırsa, ödemeler dengesi krizinin sonu gelmez. bu kural bugün de geçerlidir. o gün planlanan şey, toplumun ucuz işgücü olarak kullanılan bir kesimi üzerinden elde edilebilen gelir kadar talep fonksiyonu serbestisi tanınan kesimin ülkenin hem dışa dönük yüzü olması, hem de toplumsal ilerlemenin bunlar eliyle gerçekleşebilmesinin sağlanmasıydı.


o günkü plan bu ilerleme sağlandıkça kaynak aktarım mekanizmaları eliyle tüm toplumun refahını yükseltme projesiydi

gerek dış ekonomik koşullar, gerekse de toplumun tepki reaksiyonu nedeniyle bir süre uygulama zemini bulabilen bu sistem 3 kasım 2002 seçimleri ertesinde tamamen çöktü ama çöküşün yansımaları biraz daha zaman alacaktı.

toplumun farklı kesimlerini birbirinden uzaklaştırırsak, biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar temalı gerginlikleri yaşamadan bir sistem kurabiliriz anlayışı nedeniyle o dönemden beri asgari ücretle nitelikli emekçilerin ücret gelirleri arasındaki makas çok ciddi bir sorun yaşanmadan açılabildi. sistem 3 kasım seçimleriyle çöktükten sonra ise bu durumun sürdürülemez hale geleceği belliydi.

çünkü sonuçta birbirine kapatmak istediğiniz toplum kesimleri giderek artan köyden kente göç nedeniyle çok dar bir alanda dip dibe yaşıyorlardı. buna ek olarak ülkenin dışa daha doğrusu batı'ya dönük yüzü olarak lanse edilen toplum kesimleri de sürekli medyada ön planda olunca bu toplumsal kesimlerin, en azından birinin diğerinden haberdar olabilmesi sağlandı bu durum da bir türlü dışa açılma sürecinin reformlarını kervanı yolda düzmeden yapabilmeyi sağlayamayan bürokrasi nedeniyle çıkan ekonomik krizlerle birleşince akp iktidara geldi.

bu süreç artık son demlerini yaşadı ve bitti. doğru artık birbirinden daha çok kutuplaşmış bir toplum kesimleri var ama bu kutuplaşmanın olabilmesi aynı zamanda farklı toplum kesimlerinin birbirinden haberdar olabilmelerini de sağladı. hepimiz kendi fanusumuzda yaşasak da diğer kesimleri de biliyoruz artık. buna ek olarak sermaye niteliğinin uğradığı erozyon nedeniyle artık verimi düşen ekonomide zenginlik sadece belli bir toplum kesiminde de temerküz etmiş değil.

dolayısıyla iktisadi saiklerle beslenebilecek bir kutuplaşma ortamı da pek işe yaramıyor. zaten işe yarasa gece gündüz cehape zihniyeti diyen adamın da oyları düşmezdi. bu noktada mevcut iktidar için elde kalan son çare asgari ücretli kesime kaynak transferi yapmaktı ve bunu da yapıyorlar. bundan sonraki yıllarda da, iktidar devam ettiği sürece, asgari ücrete ciddi artışlar yapmak zorunda kalacaklar. ekonomi küçüldükçe de bu tarz kaynak transferleri ciddi tepki çekecektir.

aslında bu süreç senelerce gelir vergisi dilimlerine enflasyonun çok altında zam yapıldığında başlamıştı

bir yandan asgari ücrete kaynak aktarım süreçleri, diğer yandan mahşerin beş atlısı odaklı sermaye birikim modelinin beslenebilmesi için nitelikli emekçilerin talep fonksiyonunun daraltılması ve kaynağın aktarılması süreci çoktan başlamıştı ama millet bunu para bolluğunun yaşandığı dönemde fark edemedi. borçlanarak da olsa ciddi bir tüketim gücüne sahip olan türk lirasının olduğu 2013 öncesi dönemde bunu vurgulayan bir iki cılız ses dışında kimse yoktu.

krizin iyice derinleştiği günümüzde ise haliyle ciddi düzeyde tepki çekiyor ama eşyanın tabiatı gereği bu strateji de bir yerde çökmeye mahkum. çünkü kendilerinden kaynak aktarılabilecek bir nitelikli emekçi kesimi kalmadı. kaçabilen ülkeyi terk etti, kaçamayan tüketimini iyice kıstı ve aldığı ücret zaten kuşa döndü. 2014'ten beri sgk açıklamasa da şu an muhtemelen tahmini olarak çalışanların yarısının asgari ücret aldığı düşünülüyor. yani artık kaynak transferi ancak ve ancak sermayedarlardan yapılabilir ki böyle bir şey denendiği anda türkiye finansal piyasalarını kontrol edemez hale gelirsiniz.