Aşırı Dominant, Tehlikeli ve Baştan Çıkarıcı Kadın Modeli: Femme Fatale

Femme fatale nedir? Popüler kültürde pek çok örneğini gördüğümüz bu kişilik modelini tanıyalım biraz.
Aşırı Dominant, Tehlikeli ve Baştan Çıkarıcı Kadın Modeli: Femme Fatale
Femme Fatale (2002)

femme fatale karakterinin, ilk olarak sinemada ortaya çıktığı düşünülse de böyle bir kadın tiplemesinin tarihi eskilere dayanıyor. (bkz: lilith)

-sözlü- tevrat'a göre adem'in ilk karısı. havva'nın aksine karakteri olan bir karakter aslında. kadın sansasyonel bir kadın bir kere. erkeklerden kendini daha aşağıda görmediği için erkek egemen din anlayışınca kötü, uzak durulması gereken, sömürücü, karanlık bir kadın olarak servis ediliyor. bu karakter sonuçta sadece dini metinlerde yok. çünkü bu karakter özelliği taşıyan her tiplemeye lilith denmeye başlanıyor. ilk olarak gılgamış destanı'nda görülüyor, ardından dinsel metinlere de giriyor zaten.

mitolojide lilith doğurganlık tanrıçası olarak da görülüyor aslında, fakat semavi dinlerin sazı eline almalarından sonra lilith'i artık kötü bir karakter olarak göstermeye başlıyorlar. doğurma eyleminin bir bakıma çok kanlı ve sıradan hayata göre vahşi denebilecek bir eylem olması, zamanında doğurganlık tanrıçası olarak görülen bir karakterin bir zamandan sonra uzak durulması gereken şeytani bir karaktere dönüşmesine yol açmış olabilir.

efsaneler şeklinde anlatılan hatta orta doğu'da gece uykudayken kişiyi kandırarak cinsel ilişkiye giren bir karabasan formuna bile sokulan lilith tüm bu geleneksel anlatılardan kaynaklı olarak, yıllar sonra edebiyata da, sinemaya da kötü kadın karakter tiplemesiyle giriyor.


peki lilith dinsel anlamda niye bu kadar kötüleniyor?

lilith adem'in ilk karısı, dolayısıyla cennetteler. havva gibi adem'in kaburgasından değil o da topraktan yaratılmış. dolayısıyla adem'in herhangi bir üstünlüğü yok. iş cinselliğe geldiği zaman misyoner pozisyonunda olmak lilith'e göre adem'in boyunduruğu altına girmek demek oluyor. ve bunu reddediyor. tanrı'ya gidiyor ve bir şekilde tanrı'nın adını öğrendikten sonra cennetten kaçıyor. kaçtıktan sonra iblislerle birlikte oluyor ve iblis çocuklar doğuruyor. o esnada adem pişman oluyor tabii, ağlıyor falan. bunun üzerine tanrı lilith'i bulmaları için üç tane melek görevlendiriyor. melekler lilith'i buluyorlar, fakat lilith geri dönmek istemiyor. melekler de tamam o zaman demiyorlar. nasıl meleklerse artık gelmediğin her gün için 100 tane çocuğunu öldürürüz diye tehdit ediyorlar. lilith kabul etmiyor ve melekler her gün 100 tane çocuğu öldürüyor. lilith de sinirlenip benim yaşadıklarımı adem de yaşasın diye beddua ediyor, büyü yapıyor vs. artık adı her ne ise... bundan sonrasında da artık lilith bebek katili sıfatı da alınca artık iyice kötücül karakter formuna büründürülmüş oluyor.

ardından, lilith karakteri yazılı kaynaklarda uzunca bir süre yer almıyor faust'a kadar. faust'tan itibaren lilith karakteri bir bakıma form değiştiriyor denebilir. güzel saçlı, güzel vücutlu, ağzı laf yapan, çekici kadın haline dönüşüyor. ve artık faust'un, sonrasındaki tüm entelektüel ürünleri etkilemesiyle birlikte lilith cazibeli, fettan kadın haline dönüşüyor.

artık çekici kadın formuna dönüşmüş lilith 1800'lerin ortalarında dante gabriel rossetti tarafından resmediliyor:

lady lilith


uzun ve güzel saçlarını tarayan, erkeklere değil kendine bakan, omuzları açık, uzun boyunlu, içeride mi dışarıda mı olduğu tam olarak anlaşılamayan, dünya umurunda olmayan bir lilith...

ardından yıllar içinde, bir karakter olan lilith artık bir karakter özelliği olan femme fatale denilen güzelliğini, çekiciliğini kullanarak tabiri caizse erkekleri köpek eden kadınlar için kullanılan bir sıfata dönüşüyor. bu sıfatın fransa'dan çıkması tabii ki şaşırtmıyor.

sinemadaki femme fatale karakteri gelişimi ise şu şekilde

sinema tarihindeki ilk femme fatale kadın a fool there was filminde rol alan theda bara. aslında günümüz düşüncesindeki femme fatale bir karakter değil. erkeklerin üzerine atlayan ama cazibeli değil korkutucu bir karakter. ardından, annesini yılan kanıyla beslenmiş bir prenses olduğu efsaneleri dolaşan theda bara'nın bu egzotizminden yararlanıp yine bir femme fatale karakteri canlandırdığı kleopatra filmi gösterime giriyor. ve theda bara öncülüğünde 1910'lu yıllarla birlikte bir femme fatale furyası başlamış oluyor.


1920'ler ise yine femme fatale karakterlerin olduğu ama 1910'lara göre içinde bulundukları püriten topluma baş kaldıran bir karakter özelliğinin eklendiği bir dönem haline geliyor.

1930'larda erkeklerin korktukları karakter değil onların göz zevkine hitap eden femme fatale karakterler yaratılmaya başlanıyor. yani erkeğin başına geleceğini bile bile o kadının peşinden gitmesi hikayeleri başlamış oluyor.

1940'larda yani ikinci dünya savaşı sırasında artık ekonomiye de katılan, evin dışında çıkan kadın sinemada da bu şekilde canlandırılmaya başlanıyor. bağımsızlık kazanan dolayısıyla da öz güveni yerine kadın artık femme fatale algısının değişmesine de yol açıyor. toplum normlarının dışında çıktığından dolayı erkeği parmağında oynatan kadın, oynattığı bu erkeği artık kendi isteği doğrultusunda yönlendirmek için de kullanmaya başlıyor. hırsızlık yaptırmak, birini öldürmek gibi.


1950'ler marilyn monroe'nun ortaya çıkışıyla birlikte cazibenin salt cinsellikle olacağı algısının yaratıldığı bir dönem oluyor. aynı zamanda bu dönem sinemadaki femme fatale karakterlerin düşüşe geçtiği dönem.


1960'larda tek tük kadın cazibesini konu alan filmler çekilmeye başlanıyor.

1970'lerde de cinsel devrimden dolayı femme fatale karakterlerdeki önemli bir özellik olan gizli çekicilik artık erotizme ve pornografiye evriliyor. dolayısıyla bu dönemde femme fatale'den bahsetmek pek mümkün değil.

1980'ler ve 1990'lar femme fatale karakterlerin dönüş yılı oluyor. aşık olmayan ama kendine aşık eden kadın tiplemeleri filmlerde çokça yer almaya başlıyor.


2000'lerdeki filmlerde ise 1930'larda ve 1940'lardaki karakterlerin bir karışımı yansıtılıyor. yani cazibesini ve çekiciliğini kullanan, topuklu ayakkabı, elbise gibi oldukça feminen kıyafetler giyen kadınların olduğu filmler de var; içinde fazlaca dövüş sahnelerinin olduğu, maskülenliğe kayan, hatta cinsiyetsiz, amacı erkeği peşinden koşturmak olmasa da erkeklerin peşinden koştuğu kadınların olduğu filmler de var.

sinemada önemli femme fatale karakterler

aslında önemli olanlar değil, benim sevdiklerim...

- double indemnity - barbara stanwyck


- basic instinct - sharon stone


- eyes wide shut - nicole kidman


- the wolf of wall street - margot robbie


- match point - scarlett johansson


- swimming pool - ludivine sagnier


- chloe - amanda seyfried


- jeune et jolie - marine vacht


ve sin city'deki neredeyse tüm karakterler...

Femme fatale psikolojisi

gizemli kişiliklerin ilgi çekmesinin en öne çıkan psikolojik açıklaması, ilgi duyanın, kendisini o gizemin ya da bir tür bilmecenin çözücülüğüne kendisini layık görmesinden dolayı, bir başka deyişle egosunun anlık haz ihtiyacının giderilmesidir. bu karmakarışık bilmeceyi çözdüğünde, o karmakarışık bilmecenin yaratıcısının büyük bir saygı duyacağını ve onun da bilmeceyi çözeni kendisine layık göreceği umuduna kapılır. bir de femme fetale diye bir kavram var, fettan, baştan çıkaran şuh, hadi biraz daha ağır bir dille ifade edelim: yatakta *r*spu olan kadınlar.

film noir dediğimiz karanlık filmlerin vazgeçilmez karakterlerinden biri olan femme fatale'lar erkeği hırs ve tutkuları aracılığıyla kendilerine bağlayıp sözüm ona düzenli hayatlarının içine ederler, ailelerini dağıtırlar ya da en kötü ihtimalle öyle bir aşık olur ki bu erkekler, o kadını bir anda hayatlarının en merkezine yerleştirmekten kaçamazlar. kaçamazlar desem de o kadında kendilerini sürekli çeken bir güç vardır, anlamlandıramazlar da. birlikte olmaları gereken kadın, toplumun ön gördüğü saten, dantelli gecelik giyen, giyinmesini oturmasını kalkmasını bile hanım hanımcık bir kadındır halbuki. ama eşleriyle el ele dolaşırken gözleri, kalpleri ve bilimum başka organları o koyu renk ruj sürmüş, ağır göz kalemleri kullanmış, g-string ve jartiyer giymiş, bir elinde içkisi diğerinde sigarası olan serseri marla singer'lara kaymaktadır, hani o yanına yakıştıramadığı ve birliktelik yaşasa da yakın çevresinden saklamaya özen gösterdiği femme fatale'lara. edward norton bu yüzden kişilik bölünmesine uğradığı fight club'da marla ile sevişirken bu misyonu her zaman alter ego'su tyler durden'a yüklüyor. lost highway'de bu yüzden fred bir anda karşımıza pete olup çıkıveriyor. blue velvet'ta jeffrey oedipus kompleksi bir aşama daha ileri götürüp gereği annesini bir *r*spu olarak görmeyi arzuluyor.

foucault, femme fatale'lara duyulan bu gizli tutkunun psiko-analizini şu şekilde yapıyor:

cinselliğin toplumda bastırılması ve düzene sokulması nasıl fethedilmesi gereken gizemli, nüfuz edilemez mevcudiyet olarak cinselliğin kendisini yaratıyorsa, ataerkil erotik söylem de erkek kimliğinin karşısında kendisini öne sürmesi gereken bilinçaltısal bir tehdit olarak femme fatale'ı yaratır.

kuşkusuz, femme fatale'ın halüsinasyona yol açtığını düşünebileceğimiz, onun bir erkeğe bu direk yaklaşımının yine mazoşist bir erkek fantazisinin gerçekleşmesi olarak görebileceğimiz gibi hegel farklı bir paradoksla yaklaşmış konuya: bazen, bütünsel kendi kendini teşhir ve kendi kendine saydamlık, yani arkada herhangi bir gizli içeriğin olmadığının farkında olmak, özneyi daha da bilmecemsi kılar. bazen bütünüyle açık sözlü olmak ötekini kandırmanın en etkin ve kurnaz yoludur. bu nedenle, neo-noir femme fatale karşı konulamaz baştan çıkarıcı gücünü zavallı eşi üzerinde uygulamayı sürdürür - stratejisi ona doğruyu açıkça söylercesine içgüdülerini direk göstererek onu kandırır. erkek bunu kabullenemez, o soğuk yönlendirici yüzeyin arkasında "kurtarılması gereken altın bir kalp" olduğuna inanır. çünkü maruz kaldığı toplumsal ve ahlaksal diktalar nedeniyle femme fatale'i asıl yaşamak istediği yaşama kavuşamamış ve akabinde kendi içerisinde başka bir kişilik olarak görmeye başlar. bir altın kalp, sıcak insani (!) duygular, onun soğuk yönlendirmeci yaklaşımının sadece bir savunma ve saklanma stratejisi olduğu inancına umutsuzca tutunur.

hegel'in paradoksu şudur: "aslında sadece soğuk yönlendirmeci bir sürtük olduğun halde, neden bana sadece soğuk yönlendirmeci bir sürtükmüşsün gibi davranıyorsun?" üst ve alt sınıfların sorumlu tutulmadığı o ahlak kurallarının yoğun baskısı altında toplum bireyleri, kendilerini topluma ,gerçekte oldukları kişi olarak değil başka bir formda göstermektedir zira.

femme fatale konusunda en hoşuma giden benzetmeyi ise slavoj zizek yapmış

"femme fatale; doğrudan, dilsel ve fiziksel olarak açık sözlü saldırganlıkla, doğrudan kendi kendini objeleştirmesi ve kendini kullanmasıyla bir *r*spunun bedenindeki pezevenk zihniyeti olarak betimlenebilir." çok yalın ve mantıklı bir benzetme, pezevenk *r*spusunu pazarlamak ister, beğendirmek ister. *r*spu kendi kendinin pezevenkliğini yaptığında ise kendini pazarlayan (negatif anlamda pazarlamak değil) bir *r*spuya dönüşmekte...