Augustus’un Liderliğinde Roma’da Barış ve Refahın Yükselişi: Pax Romana

MÖ 27 yılında Augustus’un iktidara gelmesiyle başlayan Pax Romana (Roma Barışı) Roma İmparatorluğu’nun iki yüzyıl boyunca barış ve refah içinde büyümesine olanak sağladı.
Augustus’un Liderliğinde Roma’da Barış ve Refahın Yükselişi: Pax Romana

yunanların uygarlığa katkısı, temelinde zihinsel ve ruhsaldır. roma'nın etkisi ise yapısal ve pratiktir; özü de imparatorluğun kendisine tekabül etmektedir. o güne dek büyük iskender de dahil olmak üzere kimse imparator titrini kullanmadığı halde, imparatorluk yönetimi bir kişinin olağanüstü yetenekleri sayesinde yaratılmış ve tesis edilmiştir. bu zatı muhterem ise gaius julius caesar'ın yeğeni ve varisi olan octavius'tan başkası değildir. bilahare kendisine caesar augustus unvanı verilecek, bir çağ onun adıyla anılacak ve adı, refah ile bolluğun sıfatı haline gelecektir. zaman zaman roma imparatorluğu'nu karakterize eden her şeyin; şehir içinde sürekli konuşlandırılmış ilk askeri güç olan praetorian muhafızlarından, bekarların vergilendirmesine kadar cem'an onun tarafından icat edilmiş olduğunu düşünenler dahi çıkmıştır. bu izlenimin nedenlerinden bir tanesi, belki de tek ve asli sebebi, kendisinin bir halk ile ilişkiler ustası olmasıdır. ondan bize diğer tüm roma imparatorlarının bıraktığından daha fazla "malzeme" kalmış olması ise bunun göstergelerinden yalnızca biridir.

sezar olmasına rağmen octavius, kıdemce aşağı bir koldan gelmektedir. 18 yaşına girdiğinde jül'den kendisine; aristokratik ilişkiler, çok büyük bir servet ve askeri destek miras kalmıştır. bir süre, sezar'ın sadık destekçilerinden marcus antonius ile iş birliği yapmış ve büyük diktatörü katletmiş olan gruba karşı bir dizi şiddetli saldırı düzenlemiştir. marcus antonius'un zaferler kazanmak üzere doğu'ya hareket etmesi, burada başarısız olması ve sezar'ın bir süre metresi olmuş olan kleopatra'yla evlenmesi gibi gelişmeler ise octavius'un önünde yeni fırsat kapılarının açılmasına sebebiyet vermiştir. antonius'un prokonsül unvanı ve cebinde oryantal monarşi hamiline dönerek yaratacağı tehdide karşı genç octavius, cumhuriyet adına savaşmayı tercih etmiştir. nitekim actium'da elde ettiği zaferi (mö 31) antonius ve kleopatra'nın efsaneleşmiş intiharları izlemiş, mısır'da ptolemaios krallığı son bulmuş ve burası, roma'nın bir eyaleti olmak üzere ilhak edilmiştir.

aynı zamanda yukarıda bahsini geçirdiğimiz bütün bu gelişmeler, iç savaşın da sonu anlamına gelmiştir. octavius nihayetinde vatanına dönmüş ve konsül olmuştur. artık bütün kartlar onun elindedir ancak o, insanlığın en kadim öğretmeni olan zamanın kendisine öğrettiği şekilde bunlarla oynamayacak kadar tedbirli ve akıllıdır. elindeki kartları bir kenara bırakır ve muhaliflerinin kendi gücünü tanımlarını bekler. mö 27'ye gelindiğinde ise hakları elinden alınmış, iç savaşla güçsüzleşmiş cumhuriyetçilerden oluşan senatonun desteğiyle cumhuriyeti restore etmeye girişir ve kurumların biçimsel yanını dikkatle koruyarak kendi üstünlüğünü kabul ettirir. cumhuriyetçi bir görüntünün ardında, büyük dayısının kurduğu iktidarın bir benzerini tesis eder. buna göre octavius, sınır eyaletlerindeki birliklerin komutanı olan imperator'dur. ancak halihazırda lejyonların büyük bir kısmı da mezkur bölgelerde bulunmaktadır. kendisinin ve sezar'ın komutası altında çarpışmış olan eski askerler emekli olup yurda döndüklerinde küçük mülk sahipleri olarak yerleşik bir hayat geçerler. binaenaleyh tekmili octavius'a büyük bir minnet borcu taşımaktadır.

octavius'un konsüllüğü her yıl yeniden uzatılır ve mö 27'de kendisine onurlu augustus unvanı verilir. ancak roma'da kendisine resmen ve ekseriyetle aile adıyla hitap edilmiş ve "birinci yurttaş" anlamına gelen princeps unvanıyla tanımlanmıştır. yıllar geçtikçe augustus'un gücü artmaya devam etmiş ve senato ona resmen roma yönetimi altında bulunan eyaletlerin işlerini düzenleme hakkını vermiştir. tribunus yetkisinin de kendisine verilmesiyle birlikte augustus, bu hakkı dignitas çerçevesi içerisinde yeniden biçimlendirerek iktidarını daha da pekiştirir. mö 23'te konsüllük görevinden istifa ettikten sonra ise statüsünü göstermesi açısından senato tarafından seçilen iki konsülün arasına oturmayı tercih edecektir. nihayetinde mö 12'de büyük dayısının da taşımış olduğu, resmi dinin en yüksek ruhani kişiliği anlamına gelen pontifex maximus sıfatını alır. genel seçim ve senato seçimleri gibi cumhuriyet kurumları korunuyor gibi gözükse de artık bütün ipler, tam anlamıyla augustus'un ellerindedir.

bu üstünlüğün maskelediği politik gerçeklik, durumlarını sezarlara borçlu olan egemen sınıf mensupları üzerinde kurulmuş olan hakimiyete dayanarak yükselmektedir. ancak yine de mevzubahis "yeni seçkinlerin" eskiden olduğu gibi davranmalarına izin verilmez. augustus'un tabiri caizse hayırlı despotizmi, ordu ile eyalet yönetimlerini itaatkar ve maaş alan ellere teslim ederek yeniden düzenlemiştir. aynı şekilde, cumhuriyetçi geleneklerin ve bayramların bilinçli olarak yaşatılmasının bu oyunda önemli rolleri vardır. zira augustuçu yönetim, ahlaki dirilişe ve antik roma'nın faziletlerine bilhassa vurgu yapar. resmi politika haline gelmiş olan bu katılık ve ahlakçılığa, augustus dönemine damgasını vurmuş olan barış ve romalı mimarlar ile mühendislerin yarattığı büyük anıtsal yapılar da eklenince mezkur dönemin bu denli öne çıkması şaşırtıcı değildir. nitekim augustus da ölümünün akabinde tıpkı büyük dayısı gibi tanrılaştırılır. (ms 14)

augustus, halefi olarak ailesine mensup birinin tahta çıkmasını istemiştir. her ne kadar cumhuriyete biçimsel olarak saygılı olsa da roma, fiiliyatta artık bir monarşidir. bu durum, augustus'un kendi ailesinden 4 kişiyi varis olarak göstermiş olmasında ifade bulur. augustus'un genetik olarak sahip olduğu tek evlat bir kızdır ve binaenaleyh kendisinden sonra kızının 3 kocasından biri olan, evlat edindiği üvey oğlu tiberius iktidara gelir. kendi soyundan gelen son hükümdar ise 68'de ölen neron olacaktır.

klasik dünyanın hükümdarları genellikle kolay hayatlar yaşamamışlardır. örneğin roma imparatorlarından bazıları, saray koridorlarının köşelerine aynalar yerleştirmişler ve böylece arkalarından herhangi bir suikastçının gelip gelmediğini anlamaya çalışmışlardır. yine, tiberius da dahil olmak üzere augustus'un ardından gelen 5 imparatorun eceliyle ölüp ölmediği ise şaibeli bir konudur. bu gerçek, augustus'un mirasını paylaşanların zaaflarını göstermek açısından bir hayli önem taşır. aynı şekilde, senatonun en yüksek yöneticiyi atayabileceğine dair zayıf da olsa kimi umutlar taşınmaktadır fakat bu temenniler boşa çıkacak ve iktidarın temeli daima askeri olacaktır. eğer merkezde herhangi bir kafa karışıklığı veyahut karar zafiyeti hasıl olursa noktayı mütemadiyen askerler koyacaktır. nitekim imparatorluğu sarsan iç savaş patlak verdiğinde olan da budur. iç savaş, ms 69 yılında dört imparator döneminde başlar ve bu mücadelede aristokrat olmaktan çok uzak bir aileden gelen, centurionun oğlu vespasian sivrilir. artık en üst yönetici sıfatı, büyük romalı ailelerin tekelinden çıkmış durumdadır ...

vespasian'ın en küçük oğlu ms 96'da öldürülünce mezkur ailenin bir hanedana dönüşmesi de engellenmiş olur. vespa'nın varisi ise yaş bir senatör olan nerva olacaktır. nerva, soydan gelen hanedan devamlılığını kırarak veraset sorununu çözmüş olur ve bunun yerine augustus tarafından başlatılmış olan "evlat edinmeyi" kurumlaştırır. bu gelişme, dört iyi imparator döneminin başlamasına da vesile olacaktır: trajan, hadrianus, antonius pius ve marcus aurelius. mevzubahis imparatorlar neredeyse 100 yıl boyunca roma'yı başarıyla yönetirler. aynı şekilde, bu periyoda (üç tanesinin adı olan) antoniuslar çağı da denilecektir. söz konusu hükümdarların tamamı eyalet kökenli ailelerden gelmektedirler. varlıkları bir dereceye kadar imparatorluğun; kozmopolit bir gerçeklik olduğunu, post helenistik batı dünyasının genel çerçevesini oluşturduğunu ve yalnızca italya doğumlu olanların tekelinde olmadığını da kanıtlamaktadır. 

evlat edinme; ordu, eyalet ve senatonun onaylayacağı adayların bulunmasını kolaylaştırmıştır ancak bu altın çağ, imparatorun oğullarından birinin yani marcus aurelius'un oğlu olan commodus'un tahta çıkışıyla birlikte son bulur. commodus ms 192'de yılında öldürülür ve ertesi yıl, ms 69 yılında yaşanmış bir olay tekrarlanır; her biri kendi ordusu tarafından desteklenen dört imparatorun taht mücadelesi hadisesi ...

iç savaşın nihayetinde başlarında afrikalı bir generalin bulunduğu ilirya ordusu galebe çalar. sonraki imparatorların da askerlerin adayı olması ile birlikte imparatorluğu karanlık günlerin beklediğini idrak edebilmek için müneccim olmaya gerek yoktur.

4 iyi imparator döneminde roma, augustus'un hükmettiğinden çok daha geniş bir alanda hakimiyet tesis etmiştir. kuzeyde vakti zamanında caesar, ingiltere ve almanya'ya keşif kolları göndermiştir ancak galya'yı, manş denizi ve ren nehri ile sınırlamıştır. augustus döneminde ise almanya'ya ve güneyden de tuna'ya kadar baskı kurulmuştur. nihayetinde tuna, imparatorluğun doğal sınırı haline gelmiş, ren'in ötesine yapılan akınlar da pek bir başarı elde edilememiş ve elbe sınırı da augustus'un umduğu kadar istikrar kazanamamıştır. hatta ms 9 yılında armanius'un komutası altındaki töton kabilelerinin 3 roma lejyonunu yok etmesi (bkz: teutoburg savaşı), romalıların kendilerine olan güvenlerine sarsacak ve büyük bir şaşkınlığa yol açacaktır. aynı şekilde mezkur kayıplar, bilhassa manevi açıdan asla telafi edilememiş, lejyonların yok edilmesi öylesine uğursuz kabul edilmiştir ki; isimleri bir daha asla ordu listelerinde yer almamıştır. suetonius'ın aktardığına göre augustus bu haberi duyduktan sonra aylarca elbiselerini yırtmış ve saçlarını kestirmeyi reddetmiştir. daha sonraki yıllarda augustus'un zaman zaman "quinctilius varus, lejyonlarımı bana geri ver!" şeklinde feryat ettiği de muhtelif kaynaklarca aktarılmaktadır.

velhasıl bunun dışında her yerde roma'nın üstünlüğü giderek artmıştır. ms 43 yılında claudius, ingiltere'nin fethini başlatır. bu sefer, kuzeyde etkili bir sınır oluşturacak olan hadrianus duvarı'nın yapımına dek takribi 40 yıl sürecektir. ms 42 yılında moritanya, eyalet olur. doğu'da ise trajanus, daha sonra romanya ismiyle anılacak olan daçya'yı fetheder ancak bu gelişme aynı zamanda asya'da 150 yıl kadar sürecek uzun bir kavganın da fitilini ateşleyecektir ...

roma, part ülkesiyle ilk kez mö 92 yılında sulla'nın ordusu buraya sefer yapıp fırat'ı geçtiğinde karşılaşmıştır. roma orduları 30 yıl sonra ermenistan'a doğru ilerlemeye başlayan dek taraflar arasında herhangi bir kayda değer anlaşmazlık söz konusu olmaz. iki büyük etki alanı, mezkur bölgede ilk kez kafa kafaya geldiğinde ise gnaeus pompeius magnus sınır anlaşmazlığına düşen ermenistan ile part kralları arasında arabuluculuk görevini üstlenerek büyümeye gebe olan olayları yatıştırır. daha sonra ise yani mö 54'te crassus, fırat'ı geçerek partlar üzerine bir sefer düzenler. birkaç hafta içinde crassus, oğluyla birlikte (rivayete göre yenilginin akabinde partlar tarafından ağızlarına sıvı altın dökülmüştür) ölür ve 40.000 kişilik roma ordusu yok edilir. bu, roma tarihinin en büyük askeri facialarından biridir. asya'da hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde güçlü bir devlet daha vardır ve roma'nın bunu anlayabilmesi için binlerce askerinin ölmesi gerekmiştir. part ordusu zamanının en iyi okçularına sahiptir ve bunun yanı sıra süvarileriyle rekabet edebilmek neredeyse mümkün değildir. aynı şekilde, hem kendileri hem atları zırh kuşanmış olan part askerleri, savaşta fevkalade mahirdirler ve muhteşem atlarının ünü, çok uzak diyarlardaki çin de dahi kıskançlık uyandırmaktadır.

bu olayın akabinde fırat'taki doğu sınırı bir asır kadar sakin kalır ancak partlar, kendilerini bir türlü roma'ya sevdiremezler. doğruyu söylemek gerekirse böyle bir niyetleri de yoktur. iç savaş sırasında politikaya mütemadiyen burunlarını sokarlar, suriye'de roma'ya asla rahat vermezler ve filistinli yahudiler arasındaki huzursuzluğu her daim körüklerler. yine, marcus antonius onlara karşı başlattığı seferde canını zor kurtarmış olmasına rağmen merhum crassus ile aynı kaderi paylaşmış ve 35.000 askerini yitirerek, onuru yaralanmış bir şekilde ermenistan'a çekilmek durumunda kalmıştır. ms 20'ye gelindiğinde ise augustus, crassus'un koymuş olduğu roma standartlarını tekrar sağlayacak ve onur meseleleri nedeniyle partlara saldırmanın gereksizliğini ortaya koyarak kenara çekilecektir. ancak taraflar arasındaki savaş ihtimali hep baki kalır. bunun ise iki nedeni vardır: birincisi her iki gücün de ermenistan ile ilgili hassasiyetleri, ikincisi ise partların hanedanlık politikalarının istikrarsızlığıdır.

trajanus iktidarında roma, partların başkenti ctesiphon'u fethetmeyi başarır ve onları basra körfezi'ne dek sürer. ancak ardılı olan hadrianus, bilgece bir tutumla selefinin aldığı yerleri partlara iade eder. romalılar, yeni tebaalarının da kendilerini barbar akınlarından ve iç karışıklıklardan koruyan imparatorluğun sağladığı pax romana'dan faydalanmasıyla övünmektedirler. bu iddiayı nitelendirirken roma'ya karşı direnen pek çok halkın, bu barışın bedelini kanlı bir şekilde ödediğini de unutmamak gerekir. lakin nihayetinde imparatorluk sınırları içerisinde eşi benzeri görülmemiş bir düzen ve barış hüküm sürmektedir. roma barışı, muhtelif yerlerdeki yerleşim modellerini; doğuda yeni şehirlerin kurulmuş olmasına ve sezar'ın askerlerinin galya'da yeni koloniler oluşturmasına benzer bir şekilde değiştirmiştir. barışın, zaman içinde çok daha uzun vadeli sonuçları olduğu da görülecektir. cermenik kavimleri ayıran ren sınırın benimsenmesi, avrupa tarihi üzerinde kalıcı bir etki bırakmıştır. bu arada birçok yerde olaylar yatıştıkça, yerli ileri gelenler kademe kademe romalılaştırılmıştır. bu kişiler, asıl amacı lejyonlara hareket kabiliyeti sağlamak olan yeni yollar sayesinde çok hızlanmış olan iletişimden mütevellit kolayca yayılan ortak bir uygarlığı paylaşmaya teşvik edilmişlerdir. napolyon'un paris'ten roma'ya gönderdiği kuryeler dahi ms 1. yüzyılda yaşamış imparatorların habercilerinin hızına yetişememişlerdir. (bkz: yol medeniyettir)

madalyonun diğer yüzüne baktığımızda ise imparatorluğun çok büyük bir alana yayılmasından dolayı yönetimin çözmek zorunda olduğu sorunların, daha önce helenler'ın veyahut perslerin karşılaşıp çözmüş olduğu problemlere benzemediğini görürüz. imparatorluğun devasa yapısı, son derece karmaşık ve dikkati çekecek ölçüde kapsamlı bir bürokrasiyi de beraberinde getirmiş durumdadır. roma'nın geleneksel anlayışında bürokrasi, gayet sınırlı amaçlar konularak kontrol edilmektedir ve bu amaçların hepsi de sonuç olarak malidir. roma yönetimi, vergiler düzenli gönderildiği takdirde yerel adetlere göre sürdürülen idarelere karışmamaktadır. bu hoşgörü, bir zaman sonra barbarların roma'yı yani uygarlığı benimsemesine de zemin hazırlamıştır. ancak sınırların genişledikçe yeni bir düzenleme ihtiyacı kaçınılmaz hale gelir ve idari reform, augustus ile başlar. halihazırda senato, bir yıllık sürelerle pek çok atama yapmaktadır ancak eyaletlerde imparator adına yetki kullanan legatiler, hükümdarın isteğine göre atanmaktadırlar. bu konuyla ilgili tüm kayıtlar, idarenin imparatorluk döneminde cumhuriyetin son yıllarındaki çürümeye kıyasla dikkat çekici bir ilerleme kaydettiğini göstermektedir. roma'nın imparatorluğa has idari yapısı, pers imparatorluğu'nun satraplık sistemine nazaran çok daha merkezi ve entegredir.

imparatorluk yönetimi altındaki hakları teşvik eden şey bir vaattir. önce cumhuriyet daha sonra da imparatorluk, tebaalarına giderek artan oranlarda vatandaşlık hakkı vaat ederek genişlemiştir. vatandaşlık, önemli bir ayrıcalıktır ve birçok şeyin yanı sıra yeni ahit bize, bir vatandaşın yerel mahkemelerden roma imparatoruna kadar bütün kurumlara başvurma hakkı olduğunu hatırlamaktadır. yerel olarak ileri gelenlerin sadakati karşılığında vatandaşlık hakkı verilmesinin akabinde asırlar geçtikçe giderek artan sayıda romalı olmayan kişi senatoda ve roma'da görülecektir. nihayetinde ise ms 212'de vatandaşlık, imparatorluğun tüm özgür tebaalarına tanıdığı bir hak haline gelecektir.

konuya dair daha fazla bilgi edinmek isteyenlere mary beard'den spqr - antik roma tarihi, suetonius'tan on iki caesar'ın yaşamı, adrian goldsworthy'den roma nasıl çöktü ? / bir süper gücün ölümü ve neil faulkner'dan roma: kartalların imparatorluğu adlı eserleri tavsiye ediyorum.