Ayrılık Acısı Çekme, Aldatma ve Aşırı Bağlanma Gibi Davranışları Neden Sergileriz?
aşk, tutku, kara sevda veya ayrılık acısı obsesif kompulsif bozukluktur (okb). obsesyondur. çeşitli referanslarla durumu ve çözümlerini aktarmaya çalışacağım. yalnız çok uzun yazacağım, bu sebeple başlıklara ayırdım.
temeller
beynimizde hareket yapmamızı ve bundan zevk almamızı sağlayan bölümler mevcut. frontal lob mantık, muhakeme kısmı; limbik ise zevk merkezi olarak bilinir. burada aşk veya ayrılık sonucunda frontal lob ile limbik sistem arasında bir kısır döngü oluşur. limbik sistem o kişiyi zevk doygunluğu için ister. onu gördüğünde inanılmaz dopamin salgılarsınız ve bu olmadığı zaman sizde bir yokluk sendorumu başlar. frontal lob ise muhakeme kurarak, “o kişi olmalı fakat yok” mesajını işler ve siz düşündükçe bu bağlantılar güçlenir. güçlü bağlantılar sonucunda kaygı oluşturursunuz. kısacası üzülürsünüz. işte buna takıntı denir. ilerleyen süreçte depresyona dönüşür.
limbik sistemde kaudat denilen çekirdekler mevcuttur. yüksek okb’li hastalarda kaudatın çok büyüdüğü keşfedilmiş. öyle kötüdür ki artan stres kortizolu artırır ve bu da nöron ağlarını azaltır ve sizi aptallaştırır, gerçek anlamda iq’nuzu düşürür. yani bitmeyen ayrılık depresyonu sizin zeka seviyenizi etkiler. bu demektir ki çok takıntı yaparsanız, “olmayacağını bile bile” o kişiyi düşünmeye devam ederseniz, daha kötüye gidersiniz. “aah 10 sene geçti unutamadım” olursunuz. aynı şekilde başta başka birine çok bağlı, çok korumacı, kıskançsanız, yani bu işi sürekli yaparsanız protein sentezi yaparsanız, duygu kalıcı olur, obsesyon devresi oluşturursunuz. daha zor atlatırsınız, çünkü frontal lob-limbik sistem arasında kalıcı bir sinyal örgüsü oluşur. sonrasında birine bağlanmada da zorluk yaşarsınız. o kişi sizde iz yaratır. bunu kimse hak etmez. ilgili güzel bir film önereyim: (bkz: kader) (bkz: zeki demirkubuz)
ayrılık sonrasında gurur yapmayın, onunla konuşun, sizi reddederse veya olumsuz bir yanıt verirse kendinize yazık etmeyin. birazdan kurtulma yollarını anlatacağım. (daha fazla ayrıntı için referans: oytun erbaş - psikiyatrinin kara kitabı)
takıntının olumsuz sonuçları ve intikam (özgüven kaybı)
bu takıntı oluştuğu andan itibaren onu görseniz de görmeseniz de kafanız kurulu saat için çalışır. hatta aylar aylar, bazen yıllarca devam eder. sanki o sizi izliyormuş gibi devamlı ona öykünür, ona söyleyeceklerinizi ya da yapacaklarınızı düşünürsünüz. bu kabuslara kadar inebilir. hatta onu rahatsız etmeye çalışırsınız.
peki neden onu rahatsız etmeye çalışıyoruz? zarar vermeye çalışıyoruz? manyak mıyız biz? burada bir diğer olgu “beynin amigdala bölgesi” ve “özgüvensizliktir.” amigdala korku ve hatırlatma merkezidir. örneğin ayrıldığınız kişiyi gördüğünüzde amigdala devreye girer ve kötü anıları hatırlar, strese girersiniz. kendini altta hisseden kişi de iyi hissetmek için ayrıldığı kişiyi alçaltmak ister, ezmek ister. stresi azaltmaya çalışır fakat bunu zevk alarak yapmaya başlar. yani durum çarpıktır. burada frontal lob ile yani mantık ile davranmak sorunu çözer. aksi halde saplantı siz fark etmeden büyür.
elde 2 tane veri var:
1) kısır döngüye giren frontal lob-limbik sistem.
2) özgüvensizlik.
sonuç ise saplantı ve intikam arzusu! amaç nedir? kendi gururunu tamir etme, kendinin değerli olduğunu ispatlama ve kendini ispatlarken onun bunu fark etmesini sağlamaktan ibaret bir örgü şeklinde olaylar gelişir. bu tip kişiler ayrıldığı kişi onu görsün diye her şeyi yapabilir. bazen kişi bu durumu reddetse (örneğin hayır, bunu sevdiğim için yapıyorum gibi.) dahi bilinçaltında gerçekleşen tam olarak budur. erkek veya kadın fark etmeden ikisi de yapar.
peki neden bazı kişiler bu kadar acı çekerken barışma durumunda reddediyor?
çünkü o kişi amigdala korku ile hareket ediyor. tatmin ettiği kısım o esnada özgüveni oluyor, sonradan frontal lob devreye giriyor “neden böyle yaptım!!” diye dövünse de o an yüksek dopamin salgılayıp limbik sistemi ile tatmin oluyor ama bu kısa bir mutluluk tabii. yani çarpık bir mutluluk. geçen günlerde limbik sistem hala bozuk olduğu için yani okb süreci devam ettiği için, kişinin acısı dinmiyor. bir süreden sonra bu duygu o kişiyi ele geçiriyor ve o kişiyi garip bir “saplantı” haline getiriyor. öyle hale geliyor ki kendi bile fark etmiyor, bilinçaltına işliyor. yani hem seviyor hem nefret ediyor. hem zarar veriyor hem aşkını itiraf etmek istiyor fakat ket vurup, derinlere atıp zarar vermeyi öne çıkartıyor. ne demişler aşk, nefretin kardeşidir. çok seven tehlikelidir, zarar verir, bunlar olmazsa intihar etme riskini taşır.
sonuç: yanlış kabullerle kaybedilen bir gelecek. atlatmaya veya kurtarmaya çalışmayan kişi kaybeder! o insan artık kolay kolay uzun ilişki yaşayamaz. güvenemez. yani geçmiş ilişkinizdeki yanlış kararlar gelecek ilişkilerinizi de etkiler. bazı erkekler veya kadınlar zehirlidir, zehirli kişilerle ilişki yaşanmaz. çünkü zehirli kişiler limbik sistemle karar verir, frontal lobu az kullanır. (benzer durumda ergenlerde de görülür. bu yüzden ergenlerin depresif bir dönemi vardır.)
bunu defalarca bana danışan arkadaşlarda da gördüm, kendim de istemeden karşı tarafa zarar verdim. bir ilişki kurtarılabilirse kurtarın, olmuyorsa geride bırakın. hayatınıza müdahale etmesine izin vermeyin (üstte bkz: limbik sistemde kaudatın büyümesi ve mantığın yok olması).
intikamcı yaklaşım ve nedenleri
genel olarak instagram ya da facebookta attığınız kıskandırıcı fotolar veya twitler, hatta eklediğimiz kişiler hep özgüveni sağlamak için. aslında buna retorik davranış diyoruz yani ona çok daha sert, hatta belden altı vurup sonra da “sen ne yaptın ki? bak ben de bunu yaptım. benden hiç beklemezdin değil mi?” diye karşılık vermektir. bu narsistçe bir davranıştır. freud, narsizm için der ki “narsist kişiler kendilerini beğendikleri için değil, kendilerinden nefret ettikleri için böyle görünen kişilerdir.“ bir insan kendini heba ediyorsa, olmadığı biri gibi davranıyorsa, kendi özgüvenini böyle tamir etmeye çalışıyorsa büyük bir kişilik problemi var demektir. bence günümüzde sosyal medya bunu ciddi anlamda da körüklüyor. yeri gelmişken kısa bir bilgi vereyim. vücutta mao denilen bir emzim ailesi mevcut, bu enzim, sinirin sebep olduğu adrenalini yıkmakla görevli. intikam almaya retorik davranmaya yatkın, borderline karaterde ve psikopat seviyesinde insanlarda genellikle bu enzimin çok yavaş etkileştiği görülmüş.
ref: https://www.ncbi.nlm.nih.gov/…/articles/pmc5846806/
ref: https://www.psychologytoday.com/…and-the-psychopath
yani sevgiliniz intikamcıysa, psikolojik (kıskandırma, sosyal medya, aldatma gibi) veya fizyolojik (erkekse dövme, kadınsa dövdürme) olarak zarar vermeye çalışan biriyse, kaçın. intikamın kardeşi kıskançlıktır. bu 2’si aşırıysa sizin iyileştirebileceğiniz bir durum yoktur. bu kişi muhtemelen geçmişteki bir paterni izliyordur, belki babasından (kadın ise), annesinden (erkek ise) veya sevgilisinden kalma bir acıyı tekrarlıyor, karşı tarafa acı çektirmeye ya da kurban olmaya çalışıyordur. bu esanda ilişkiyi görenleri şahit olarak toplar ve iyi hissetmeye çalışır. aslında geçmişteki olayı kapatmaya çalışıyor olabilir. karşı taraf söyleseniz de hele ki psikopatik hareketleri varsa kabul ettiremezsiniz. onun normu budur.
kişinin kendi değeri üzerine
pskytr. david burns ve bilişsel terapide ve zenon’un stoacı felsefesinde bir gerçek daha var. “kişinin değeri dış olaylardan bağımsızdır” bir kişi sizin değerinizi, özgüveninizi etkilememelidir. etkileyebiliyorsa veya etkileniyorsa bilin ki sizi manipüle ediyordur ve manipüle eden kişi manipüle edilebilen kişidir. elinizdeki en büyük güç sidik yarışına girmek değil, tam tersi onun davranışlarına istenen yanıtı vermemektir (ilgisiz kalmanız gibi). güçlü bir erkek(veya kadın) yönlendirilmez, kötü hissettirilemez özgüveni tamdır. kendinizi böyle geliştirmenizi tavsiye ederim. bunun da yolu frontal lobu devamlı çalıştırmak ve büyütmektir. yani davranışlarınızın duygularınızı yönlendirmesi gerekir. duygular yönlendiriyorsa sizi limbik sistem kontrol ediyor demektir. frontal lob kendini bilim, sanat, spor, müzik gibi alanlarda geliştirerek büyürse limbik sistemde buna uygun olarak keyif oluşturur ve siz “küçük” düşünmezsiniz, bilge olursunuz. yani başka bir insan yüzünden üzülmezsiniz. kendinize yeni yollar açarsınız, o kişi de bir süreden sonra yok olur, önemsizleşir, odağınızdan kayar, limbik sistem anlık rahatlamalar üstüne çalışmaz, buna bir örnek instagram “like”ları bu küçük zevktir. doyumsuzluk ve tatminsizlik yaratır. şöyle düşünün hayvanlarda yemek yiyince, seks yapınca anlık mutlu oluyor ama siz insansınız. işte bunu başardığınız zaman o kişi için acı başlayacaktır, çünkü unutuluyor demektir. eğer o kişiyseniz de bu yazıyı baştan okuyun :) demek ki size küçük zevk veren olayları hayatınızdan çıkartmanız lazım: instagram, facebook ve mastürbasyon eheh (mesela ben ekşi sözlük hesabımı uzun süre kapattım, bu döngüyü kırmak, bilgeleşmek için).
burada kim kazançlı çıkar?
bir ilişkide saplantısının, sidik yarışının önüne geçip de uzlaşmak, konuşmak isteyen, gururunu yoksayan “mantıklı düşünen yani frontal lobu ile hareket eden” taraf kazançlı çıkar. yalnız dikkat, bunu en fazla 1-2 defa denemelisiniz. yoksa saplantı devam eder. başardığınızda kabullenme evresine girip, bu girdaptan çıkarsınız. aşkta gurur olmaz derler ya. işte bu doğrudur ama sadece ayrılıklarda!
terk etme oyunu
bazen karşı tarafın anlaması için oyunlar oynayabilirsiniz, terk etme oyunu yaratmak, ufak tefek kızıştırmalar yapmak karşı tarafta ilgisizliğin yerine kaybetme korkusunu koymanızı sağlar ve ilişkileri güçlendirir. “bütün güçlü ilişkiler travma sonrası yaşanır” fakat siz ölçüyü kaçırırsanız güzel bir ilişkiyi berbat edersiniz. bu lafım ilişkiyi heba eden, uzlaşmak istemeyen tarafadır (gerçekten ayrılmak, ilişkiyi sonlandırmak isteyen tarafa değildir): yani dünyada kaç kişiye karşı tutku duyabileceğinizi düşünüyorsunuz? kaç kişiyle aynı hisleri yaşayabileceğinize inanıyorsunuz? o kişiyi seviyorsanız, o da istiyorsa neden yatırım yapmaya devam etmiyorsunuz? bazen insan ilişki içinde ne kadar sevdiğini değerlendiremiyor ve harcayabiliyor ama bunu fark ettiğinizde her şeyi yola koyabilirsiniz. karşılıklı olarak bir şeyleri telafi edip, üstüne konuşabiliyorsanız, bunu yapın. olmuyorsa ya da durum bu değilse geride bırakın (referans: ilhan uçkan – terk etme oyunları).
ilişki geleceğine nasıl karar vereceğiz? (sevmeyen veya manipülatif kişilikler)
bazen karşı taraf sizi gerçekten istemiyordur, aşık değildir; bazen de size acı çektirmek ister ki buna manipülasyon diyoruz. peki karşınızdakinin sizi sevmediğini veya acı çektirmek istediğini nasıl anlarsınız? çok basit, manipülatif kişiler mantıklı konuşma süreçlerine kapalıdır. cevapları net değildir. olayları çarpıtır. oysa ki sizi sevmeyen kişi ise sizinle ciddi bir ses tonuyla neredeyse mimiksiz tamamen “frontal lob” ile konuşur. “seninle olmayacak, üzülmeni anlıyorum fakat bitti.” der. kararı çok nettir. klasik bir ayrılık cümlesi vardır: “seninle çok güzel zamanlarımız geçti ama artık bitti, belki arkadaş kalabiliriz?” bunu söyleyen kişi manipülasyon yapmıyordur. sizi kafasında gerçekten bitirmiştir ve bence doğru bir yaklaşımdır. diğer taraf ise üstte anlattığım gibi acı çektirmeye çalışıyordur ve açılan yaranın kapanmasına izin vermiyor demektir. üstünüze gelir. merak etmeyin o da kötü durumda ama siz acı çektirilmeye çalışılan tarafsanız yapmanız gereken tek şey onun oyununu oynamamaktır. üstte anlattığım gibi “bilge” olun.
robert greene diyor ki “aşk kusur varsa oluşur”. yani kişinin bir kusuru yoksa (özgüveni tam ise ki bu kimsede %100 değildir.) aşık olmaz, ayrılık acısı çekmez veya baştan çıkartılamaz. bu yüzden az miktarda manipülasyon karşı tarafın size ilgisini arttırmak ya da ne hissettiğini anlaması için iyidir, fazlası ise ilişkileri yok eder.
nasıl atlatabiliriz?
karşı taraf uzlaşılmaz durumda ise veya sizden tamamen vazgeçtiyse öncelikli olarak kabullenmek ve “karşı tarafı ne olursa olsun affetmek” gerekir. sonra ne yapmak lazım? “kendinizi affetmeniz gerekir”. bunu altta açıklayacağım fakat hatanızı abartıp dövünmeye devam ederseniz, bu cezalandırmaktır. duygularla karar vermektir. kendinizi cezalandırmayın. affedin!
bu limbik kısır döngüyü kırmak için 2 temel süreç var:
1) fizyolojik
2) psikolojik
1) fizyolojik yöntem dopamin salgılama üstüne kurulu yaşamı ifade eder. dopamin “hareket ve güneş ışığı” ile aktif olur. yani spor yapmak ilk şarttır! mümkünse güneş ışığı görerek yapmak daha yararlıdır (koşu, bisiklet, yürüyüş). bu kan akışını ve seratoni taşınımını artırır, bu da depresyona resmen balyozla vurur. ağırlık kaldırmak testosteron miktarını ve mücadele etme isteğini artırır, yaşam enerjisini yükseltir. kısaca sağlıklı kafa sağlıklı vücutta olur. evde oturup kalırsanız beynin anhedoni merkezi aktif olur. mutsuz olursunuz.
(bkz: anterior singulat korteks)
iyi-dengeli beslenmek ve 8 saat uyumak gereklidir. mesela depresyonla mücadelede insanlar erken kaldırılır. güneş ışığı (hormon düzenlenmesi sebebiyle) görmeleri istenir. çevreyi mümkün olduğunda değiştirmek, stresi azaltmak gerekir. manipülatif biri karşısında o çevrede bulunmamak önemlidir. ayrılıklarda o sebeple tarafların birbirini görmemesi, iletişimde bulunmaması gerekir. bir tarafın ancak psikolojik problemleri varsa çevrenizde bulunmaya devam eder. mesele kendi özgüvenidir. siz bir süre sonra kurtulur, yeni sağlıklı bir ilişkiye girerseniz o ise iyileşemez. üstte uzun uzun bahsettim. çünkü limbik sistemi hayatını kontrol etmeye başlar.
2) psikolojik yöntem ise saplantınızın neden oluştuğunu fark etmektir.
unutmayın duygular davranışları etkiler ama davranışlar duygulara sebep olur. yani siz hareketlerinizi kontrol ederseniz, bir süreden sonra olumlu duygular hissetmeye başlarsınız. ilham gelmesini beklemek kendinize uğraş bulmanız gerekir. “canım hiç istemiyor yerine canım istemese de bunu yapacağım” demeniz gerekir. (ref: david burns - iyi hissetmek)
mesela “psktr. dr. david burns” iyi hissetmek kitabında 3 sütun tekniği denen bir yöntem önerir. bu yöntemde:
1. sütuna: size acı çektiren olay
2. sütuna: ne hissettiğiniz
3. sütuna: aslında olayların bununla bağlantılı olmadığı üzerine mantıklı açıklama yapmanız istenir.
burada ne hissettiğinizi “ya hep ya hiç”, “aşırı genelleme”, “olumluyu geçersiz kılma”, “duygusal karar” vs. gibi kendine ceza kesme, zihinsel zarar verme mekanizmaları mevcuttur. aslında içinizde bulunan yargıç, siz depresyondayken yanlış karar verir. bunların ayrıntısını kitapta okuyabilirsiniz. örnek veriyorum:
1. sütun (olay): ahmet beni daha iyi/yakışıklı/güzel biriyle aldattı veya terk etti. (veya ayşe beni aldattı veya terk etti)
2. sütun (ne hissediyorum): çünkü yetersizim, başarısızım, onu mutlu edemedim, her şeyi yanlış yaptım. bütün kadınlar böyle zaten. (olumsuzu geçerli kıldım, suçu üstüme aldım, ya hep ya hiç yaptım)
3. sütun: hatalarım olabilir fakat yetersiz değilim. çok iyi zamanlar geçirdik, bana bağlıydı. onun yaptığı yanlış bir davranıştı. başka biri yaptıklarımı değersiz kılamaz. artık geride bırakmalıyım.
dikkat edin kötü hissetme sebebi kişinin terk etmesi değil, “yetersizlik” düşüncesidir. yani özgüven kaybıdır. bu teknikte 3. sütunu gerçekleyemezsiniz, özgüveni karşı tarafa zarar vererek gerçek kılmaya çalışırsanız (hatırlayalım: limbik sistem sizi kontrol ediyor. yani anlık rahatlama istiyorsunuz) 2. sütun sebebiyle ilk paragraflarda anlattığım takıntıyı kendinizde yaratırsınız.
bunların yanısıra leyla-mecnun seviyesinde bir bağlılık, yani ileri seviyede okb yaşıyor olabilirsiniz. bu durumda kendinizi güçlü hissetmeye başladığınızda, yas dönemi geçtiğinde, onu artık tamamen kaybettiğinizi kabullendiğinizde onun boşluğunu dolduracak yeni birini bulmanız gerekmektedir. bu kişiyi bulurken “homogami” yaklaşımını kullanmanız gerekir (ki maalesef büyük ayrılık acıları da böyle birini kaybettiğinizde oluşur.) yani size benzeyen (fiziksel ve psikolojik) birini bulmanız en doğrusudur. sevimliyseniz sevimli, esmerseniz esmer, psikopatsanız psikopat (eheh maalesef), sayısalcıysanız sayısalcı, inatçıysanız inatçı, boylarınızın yakın olması, burunlarınızın benzemesi, hatta burun delik çapları bile buna örnektir. işte o zaman, ilişki iniş-çıkış olsa da sonsuza kadar sürer. bunları ben demiyorum. (referans: oytun erbaş - aşk tutku hormon aldatma)
umarım yardımcı olmuştur. belki yazılacak çok şey var, devamı başka bir yazıda.
geçmiş olsun.