Batılıların, Doğu'yu Kendince Anlamak İçin Ürettiği Düşünce Sistematiği: Oryantalizm
kusurlu da olsa, kısıtlı da olsa, yanlı da olsa kayıtsız kalınmaması gereken bir kavramdır oryantalizm/şarkiyatçılık.
uluslararası toplumsal ve davranışsal bilimler ansiklopedisi'nde yer alan, fox imzalı "şarkiyatçılık" maddesinin tarafımdan yapılmış bir çevirisini, kavramın kısa ve fakat harikulade açıklayıcı bir takdimi olduğunu düşündüğüm için buraya aktarmak istiyorum.
şarkiyatçılık
“şarkiyatçılık” terimi edward said’in şarkiyatçılık’ının yayınlanmasından sonra anlamında devrimsel bir kayma geçirdi. said’den önce terim, hepsi de şark’ın olumlu yanlarını taşıyan ve şarkî kültürün bilgisinin peşinde olanları ifade eden pek çok anlam taşırdı. şarkiyatçılık, bir anlamda, akademik bir uzmanlaşmayı –en geniş kapsamıyla yakın doğu’yu, hint yarımadası’nı ve uzak asya’yı içeren şark çalışmalarını- imlemekteydi. terim ayrıca örneğin abd’deki new england deneyüstücülerinde bulunabilecek türden, doğu bediiyatı ve felsefesinden etkilenen batı sanatı, müziği ve edebiyatını da ayrımlamaktaydı. her şeyden daha olumlu olarak da, avrupalıların doğu’nun yüce bilgeliğini takdirine gönderme yapmaktaydı.
bu takdir ve saygı, mesela, on sekizinci yüzyılda doğu hindistan’da, bengal’in “altın” çağından, yani müslümanlarca işgalinden önceki hindu yönetimi devrinden kalma kutsal felsefi yazıtları ortaya çıkarıp meşhur eden sömürgeci ingiliz yöneticilerinde görülmekteydi. on dokuzuncu yüzyılda avrupa’nın şark’ı tasdiki, mesela, theosophy’nin doğu ‘mahatmaları’nın (‘yüce ruhlar’) dini öğretilerini takdirinde dışa vurulmaktaydı (campbell 1980). aynı yüzyılda edward carpenter, şark’ı bizim bugün alternatif cinsellik dediğimiz şey için methetmekteydi (carpenter 1914). on dokuzuncu yüzyıl şarkiyatçılığı, ayrıca, max müller’inki gibi, dilbilim ve felsefede şark’ı, özellikle de hindistan’ı, indo-aryanların ve, sonradan da, yunan ve roma uygarlıklarının nihaî kaynağı olarak tespit eden bilimsel araştırmaları da içermekteydi (schwab 1984, müller 1883). eğer siyaset bu terimle herhangi bir şekilde ilişkilendiriliyorduysa bu, şarkiyatçıların çalıştıkları kültürel geleneklere saygı duyduğu ve bu gelenekleri koruduğu varsayımı yönündeydi.
1. said’den sonra şarkiyatçılık
new york’ta columbia üniversitesi’nde karşılaştırmalı edebiyat profesörü ve yakın doğu siyaseti, özellikle filistin sorunu üzerine başlıca eleştirmenlerden biri olan edward said şarkiyatçılığın anlamını kökten değiştirdi. şarkiyatçılık adlı kitabı ‘şark’ diye adlandırılan mekanın gerçekliğini sorgulamakta ve ‘şarkiyatçılığı’ siyasi anlamlar taşıyan yermeli bir terime dönüştürmekteydi. şarkiyatçılık anlam erimine, tabiri caizse, terimin bir daha asla kendinden bihaber, yansımasız ve eleştirel olmayan bir anlamda kullanılamayacağını imleyen kalıcı soru işaretleri dahil etti. said’den sonra, ‘şarkiyatçı’ olarak adlandırılmak hayli sıklıkla bir iltifat değil, ithamdır. said, temel olarak yakın doğu üzerine malzemeden yola çıkarak (fakat çok ötesindeki zımnî anlamlarla) ‘şarkiyatçılığın’ yandaşlarının iddia ettiğinden çok daha başka bir şey olduğunu ve belki farkında dahi olmadıkları birtakım eşitsizlikleri yaratmak üzere işlediğini öne sürdü. şark üzerine yazınsal, dilbilimsel ve tarihsel çalışmalar, seyyahların anlatıları, şark’ın dinleri ve sanatlarının betimleri —bütün bunlar, said’e göre, aslında, inşa ettikleri şark’ın-- ve batı’dan daha farklı ve değersiz olarak kurdukları bir mekanın imgesini yansıtmakta ve temsil etmektedir. şark, bu veçhile, dişil (ve sonuç olarak zayıf ve korkak), çocuğumsu, boş inançların etkisinde, geleneksel (ve bu yüzden de geriye dönük), müstebit, öteki dünya işlerine dalmış (ve bu yüzden de değişmeyen) ve tensel (ve bu yüzden de aşırı tutkulu; ussal değil) olarak tasarlanmıştır. sonuç doğu’nun, onu gerçek bir biçimde temsil ettiği iddiasıyla tahakkümü altına alan batılı betimlemesidir.
said’e göre, batılı bilim çevrelerince şekil verilen şark, avrupa sömürgeciliğiyle baş başa vermiştir. hem sömürgecilik hem ‘şarkiyatçılık’ yakın doğu, hindistan ve uzak asya toplumları üzerinde yayılmacı bir tavır sergilemektedir. sömürgecilikle şarkiyatçılık arasındaki kesin ilişki aijaz ahmad’ın (1992) da belirttiği üzere, said’in kitabında muğlaktır. said, batı’nın şark imgesinin sömürgeci işgali öncelediği ve kolaylaştırdığını söylüyor olduğu şeklinde de, sömürgecilik ve şarkiyatçılığın birlikte geliştiğini ve birbirlerini karşılıklı olarak desteklediklerini söylüyor olduğu şeklinde de okunabilir.
said, bu şekilde, şark’ı gerçek bir nesne ve mekan olarak ortadan kaybolmuş ve batı’nın sadece bir uydurması olarak belirmiş kılmıştır. said, bazı zamanlar, gerçek şark’ın mevcudiyetine kâni oluyor ve diğer zamanlar bunu inkar ediyor gibidir (clifford’un 1988 da söylediği gibi), fakat said için esas mesele şudur ki, ‘şarkiyatçılık’ mevcuttur ve mütehakkimdir. aynı şekilde, said her ne kadar batılı bilim adamlarının şark’ı doğru bir biçimde açıklamış olabileceklerini tümden inkar ediyor göründüğü için eleştiri oklarına hedef olmuşsa da, başlıca iletisi şudur ki, bu açıklamalar basmakalıptır ve yüzyıllarca süren mutat bir söyleme uymaktadır.
said’in şarkiyatçılığı eleştirel bir bakış açısı ve bugünün toplumsal ve beşeri bilimlerinde ‘sömürgecilik-sonrası (postcolonial) çalışmaları’ denilen yaklaşımı başlatan yorumlayıcı bir yöntembilim sunmaktadır. bu yaklaşımda bilgiyi ve temsilleri denetleyenleri ve sömürülen yerlerin betimlerini inşa edenleri tespit etmek, en az, üretken kaynaklara sahip olanları ve yönetim erkini kullananları tespit etmek kadar önemlidir.
2. sömürgecilik-sonrası eleştirileri
said’in şarkiyatçılık’ına yönelmiş başlıca eleştiri, tashih ve titiz okumalar bu türden sömürgecilik-sonrası çalışmalarından, özellikle de yakın doğu’nun ötesindeki coğrafi bölgeler inceleme altına girdikçe gelişmiştir. başlıca tashih said’in esasen edebî ve zamandan azade yaklaşımına güçlü bir tarih bilinci ve tarih içindeki sürecin eklemlenmiş olmasıdır. said şarkiyatçılığı sıklıkla, sanki başlangıcından itibaren tümüyle şekillendirilmiş ve zamanın uzun dönemleri boyunca görece sabitmiş gibi sunmaktadır. eğer ‘şarkiyatçılık’ inşa edildiyse, bununla beraber, bir inşa süreci olmalıdır ve tarihlendirilmeye ihtiyaç duymaktadır. tim mitchell, mesela, avrupalıların mısır’ı on dokuzuncu yüzyılda tarih, dil, metin, sağlam vücut ve hayırlı toplum temsilleri ithal ederek nasıl sömürgeleştirdiğini anlatan böyle bir tarihi sağlamıştır.
ithal edilen bu bilgi ve anlayış vasıtasıyla mısırlıları toplum ve kültürlerinin farklı -ve bir o kadar da değersiz- olduğuna ikna etmişlerdir (mitchell 1991). gauri visvanathan (1989) hindistan’da ingiliz maarif tarihini izlemiş ve hintli öğrencilerin ders kitapları ve sınıflarında batı kültürünün üstün olduğunu nasıl öğrendiklerini göstermiştir. bu gibi çalışmalar şarkiyatçılığın nihaî bir durumdan ziyade tarihsel bir süreç olduğunu gösterdiği için, said’in onu gediksiz bir söylem olarak kavrayışından (foucault’dan edindiği bir duruştur bu) ayrılır. fakat bununla beraber said’in kavramını, anlamlı bir tarihsel çözümlemeyle sağaltmışlardır. diğer eleştiriler said’i batı’yı yekpare ve etkiye-duyarsız olarak sunduğu için kusurlu bulmakta, onun tam da şarkiyatçıları doğu’ya yaptıkları için cezalandırdığı gibi batı’yı basmakalıp ve siyasileşmiş bir tavırla betimlediğini söylemektedir (bkz: clifford 1988 ve ahmad 1992).
said’in avrupa şarkiyatçılığı önyargısındaki başka bir sorun, doğu’nun olumlu tasvirleriyle olumsuz tasvirleri arasında bir ayrım koymuyor oluşudur. her ne kadar her iki tasvir de şark’ı basmakalıplaştırıyorsa da, olumlu tasvirler çoklukla avrupalılara kendi toplumlarını eleştirecek araçları temin etmektedir. bu olumlu tasvirler ayrıca hindistan’da ve diğer her yerdeki ulusalcıların kendi toplumlarına dair olumsuz önyargılarla savaşmalarını sağlamıştır.
3. şarkiyatçılığın sonuçları
said’in avrupa’nın basmakalıp betimlemesiyle ilgili diğer bir sorun da, şarkiyatçılığın inşasının avrupa’nın bizatihi kendisi için sonuçlarını göremiyor olmasıdır. ashis nandy (1983) sömürgeciliğin etkilerini, özellikle sömürgeleştirilence yapılmış betimlerinin avrupa kültürü üzerindeki etkilerini ayrıntılandırarak said’in yaklaşımını güçlendirmiştir. nandy (said’in terimcesini kullanmaksızın) sömürgeleştirilenlerin imgelerinin inşasının, şarkiyatçılık gibi, avrupalıların kendilerinin üzerinde büyük etkileri olduğunu öne sürmüştür. doğu’yu dişil, edilgen ve korkak olarak basmakalıplaştırdıkları için avrupalılar, kendi belirleyici nitelikleri olarak sertliği, etkinliği ve aşırı erilliği vurgulamak ve nandy’nin “bastırılmış” dediği dişil, uysal ve yumuşak başlı unsurları asgarileştirmek zorunda kalmışlardır. nandy böylece ‘şarkiyatçılık’ çözümlemesine iki nokta daha eklemiştir: bu çeşit inşaların bunları inşa etme gücüne sahip olanların kendileri için bile sonuçları vardır; ve şarkiyatçılığın nesnesi –yani, şarkî olan- şarkiyatçılık suçunu işleyen avrupalılarla, eşitsiz dahi olsa, sıkı bir ilişkiye bulaşır.
nandy’nin said’in ilk şarkiyatçılık sunumundaki en büyük kısıta dikkat çektiği ikinci nokta ise şudur: said avrupa şarkiyatçılığının şarkîlerin kendileri üzerindeki etkilerini incelememiştir.
bu avrupa söylemi göndermede bulunduğu insanların öz-imgelerinde büyük etkiler bırakmıştır. kendilerini çoğu zaman, aynen avrupalıların da yaptığı gibi şarkiyatçı sınırların içinde düşünmeye başlamışlardır: değersiz ve geriye dönük. kimi zaman, bu yüzden, said’in avrupalıların betimlerinin gücünü kavrayışına değgin olarak olumsuz bir öz-imge benimsemişlerdir. başka zamanlar ise şarkiyatçılık avrupalıların tahakkümüne direnç kaynağı olabilmiştir. mesela, gandhi hindistan hakkındaki şarkiyatçılıkla bütünleşmiş olumsuz önyargıların pek çoğunu almış ve bunları (bunlar basmakalıplar olarak kalsalar bile) olumlu vasıflara dönüştürmüştür: şarkî ‘öteki dünyalık’ doğu ‘ruhanîliği’ olmuş ve ‘edilgenlik’ ‘yumuşak başlılık’ olmuştur (fox 1989). böyle tersine çevirmeler ayrıca, bir tahakküm aracı olan şarkiyatçı söylemin kendi üzerine geri döndürülebileceğine işaret etmektedir.
said’in şarkiyatçılık’ı batılı toplumsal ve beşeri bilimlerinde, esinlediği ilave çalışmaların da delalet ettiği gibi, önemli bir bilgi kuramsal kopmayı imler. bütün bu çözümlemesi, avrupalıların diğer mekanları tasavvuruna gömülü olan tahakküm ve temsil gücünü anlamaya önemli bir giriş noktası olarak bakidir.
-r. g. fox
kaynak: fox, r.g., “orientalism”, pp. 10976-8, in “international encyclopedia of the social and behavioral sciences”, paris: elsevier, (2001).