Bir Metal Severin Gözü Gibi Baktığı Slayer Tişörtü ile Yaşadığı Konserin Hikayesi
bir çok thrash metal grubunun tişörtünü giydim ama bir tanesi çok özeldi: slayer - reign in blood tour 86-87...
yıl 2008, haftasonlarını genelde akmar pasajında öldürüyoruz. gün içinde zihin açılana kadar hammer müziğin oralardayız. herkes yeni keşfettiği yeraltı grupları bir diğerine tanıtmaya çalışıyor. bu arada bulduğumuz gruplar gerçekten o kadar yeraltı ki albümlerde çalan elemanlar bile kendilerinden bi' haber olabilirler. iş öyle ciddiye biniyor ki forumlarda takılmaktan neredeyse portekizce ve ispanyolca sökeceğim, malumunuz old school thrash metal güney amerika'da oldukça popüler ve her gün yeni yeni gruplar, albümler çıkıyor hızına yetişemiyoruz.
gel zaman git zaman karşı dükkandaki apaçi ayhan ile de muhabbetimiz artık müşteri/esnaf ilişkisinden çok baba/oğul, dayı/yeğen ilişkisine evriliyor. zaten rahmetli öyle sevecen, öyle içten bir insandı ki muhabbet kurmakta hiç zorlanmazdı ve karşısındakine hemen sevecenliğini aşılardı.
dükkanına girdiğinizde "ne bakmıştınız", "bu sefer ne alacaksınız", "bakın bunu daha yeni buldum" demeden önce çocuklar nasılsınız, okul ne alemde, var mı bi sıkıntı, çay içer misiniz gibi sorularla kontra yapardı. muhabbete en sonunda siz "abi ben şu grubun tişörtüne/albümüne bakmıştım" şeklinde yön verirdiniz. o çoğu zaman unuturdu esnaf olduğunu. "he doğru ya siz tişört almaya geldiniz" derdi.
her gittiğimde kendisini "ayhan abi yok mu düzgün slayer tişörtü ya sendekiler çok kötü" şeklinde darlardım. artık o kadar alışmıştı ki dükkandan içeri girer girmez ben daha bir şey demeden "sana yok slayer mileyır" derdi. o dönemler sahiden çok severdim slayer'ı (hala da severim ama eskisi kadar dinleyemiyorum) ilk basım cd, kasetlerini bulup toplamaya varana kadar sever, para dökerdim.
bir gün yine girdim dükkandan içeri tam klasik cümlemi kuracaktım ki ayhan abi lafı ağzıma tıktı. "gel ulan kamerasızadam, gel bak bunu çok seveceksin". bak bunu bir arkadaşım getirdi. replica değil tour'un yapıldığı zamanlardan kalma neredeyse 20 yıllık tişört, zaten birazdan rengini görünce anlayacaksın eski olduğunu, ama çok giyilmemiş, yıkanmamış yırtığı falan yok. çekmeceden yavaş yavaş tişörtü çıkardı ve bana uzattı.
ağzım açık kalmıştı. tişörtü çok beğenmiştim ve bir benzerinin olmadığını da bildiğim için o an ayhan abi ne fiyat çekse kabul edecektim. abi ne kadar bu dedim. önce bi güldü sonra ta o zamanın parası ile 150 lira dedi (standart tişörtler 20 liraya falan satılıyordu matematiği siz yapın), tamam abi ama o kadar yok üzerimde sen bana bunu ayır ben önümüzdeki hafta alırım dedim. tamam dedi, tişörtü torbaya koydu bana uzattı. abi yok sende kalsın parayı getirince verirsin dedim. "saçmalama oğlum al şunu, para mara istemez gerçekten bu kadar seven birinin üstünde görmek benim için yeterli, arkadaş da zaten hatıra olarak bana getirmiş, çekmecede duracağına senin üzerinde dursun" diyerek tişörtü zorla bana verdi.
giyemedim, kıyamadım o tişörte. taa ki sonisphere 2010'a kadar...
son gün, tişört üzerimde
o güne kadar toplasanız 5 defa giymedim tişörtü. giydiğim zamanlarda da tişörte zarar gelecek ortamlarda değildim, ne bileyim bir bar konseri ya da dışarıda sabahlayacağımız bir gün vs gibi. ama bu tişört giyilecekse, burada giyilmeli diyerek tüm riskleri göze aldım.
anthrax sahnedeyken impact grubundan tanıdığım birkaç çocukla beraber ortalığı dağıttık ama tişörtün başına bir iş gelmedi. megadeth sahnedeyken biraz soluklandık, slayer'ı beklemeye koyulduk. hemen hemen tüm saha içi yere çöküp dinlenme moduna girmişken ben heyecandan oturamıyordum, ayakta bekliyordum. tam o sırada derinlerden, "slaaayeeaaaarararrgghhhhhhhhhh" şeklinde bir uğultu geldi ve sırtıma inanılmaz bir yumruk yiyerek 3-4 adım öne doğru sarsıldım. ben ne olduğunu anlayamadan arkadaşlar "ne oluyo lan" diye ayağa fırladılar. o sırada adamın yanındaki kız da "ya kusra bakmayın, ya cidden kusra bakmayın" şeklinde peşi sıra cümleler kuruyordu. "dostum sert vurduysam özür dilerim ama dayanamadım üzerindeki tişörtü görünce, aynısından bende de var tarihi hatırlamıyorum ama 90'larda bi hollanda konserinde almıştım" adam uzaktan gayet normal görünüyordu; canvas şort, spor bir oxford, beyaz yazlık bir gömlek vardı üzerinde. hatta dış görünüşü konsere sanki yanlışlıkla gelmiş gibiydi. alkollü olduğunu ta 5 metre öteden anlayabilirdiniz. biraz sohbet edince adamın 'kafadan kırık' olduğunu da anladık. 40 yaşındaymış, doğma büyüme hollandalıymış, aerodinamik mühendisiymiş ve en az 50 slayer konserine gitmiş. adam kendini tanımlarken bunu eklemeyi es geçmedi. slayer'ın türkiye'ye geldiğini öğrenince "bir de kendi ülkemde dinleyeyim geçen sefer gelememiştim" diyerek tatilini denk getirmiş. yanındaki o hoş hanım da kız kardeşiymiş, kızın metal müzikle alakası yokmuş ama abisine göz kulak olmak için eşlikçi olmuş (düşünün, böyle bir abi).
konserin çok yumuşak geçtiğinden şikayetçiydi. "olmuyor böyle, siz nasıl gençsiniz, bu stadyumu yıkmamız lazım" vs diyordu. adam bu cümleleri kurarken kız kardeşinin git gide küçüldüğünü hissediyordum ama bizim de kafamız hafif kıyaktı ve adam bizi çok eğlendirdiği için biz onu, o bizi esir almıştı. "bak dostum slayer sahneye çıktığında burayı yıkmamız lazım, sana güvenebilir miyim" diyordu (hahahah). ben de kesinlikle güvenebileceğini, burada 15-20 kişilik bir grup olduğunu ve 10-15 metre sol tarafımızda da bize benzer bir grup daha olduğunu, bu yüzden de konserin başından sonuna kadar burada moshpit (pogo) dönebileceğini söyledim. "merak etme ilk şarkı ile beraber seni yukarı fırlatacağım". "fırlatmazsan ibnesin" demişti. kız kardeşi yine "ya lütfen kusura bakmayın normalde hiç böyle biri değildir" diye kendini paralıyordu...
slayer introsu geldi, ilk şarkı world painted blood
deli gibi intronun bitmesini ve rifflerin ardından tom araya'nın şarkıya girmesini bekliyoruz. bu ızdırap takriben bir dakika kadar sürdü ve tom araya "disease spreading death" cümlesini bitirmeden arkadaşla beraber adamı kollarından çekip sola doğru fırlattık, ama bildiğin fırlattık. dengesini sağlayamadı yere düştü. yere düşerken bana tutunmayı es geçmedi ve tişörtümü koltuk altının oradan etek kısmına kadar yırttı.
bu hareketimiz bir domino etkisi yarattı ve circle pit başladı. adam hala dengesini sağlayamamıştı ve alkolün üzerindeki etkisi muhtemelen git gide artıyordu. daha birinci şarkı bitmeden onu son kez gördüğümde tekrardan yerden kalkıyordu, yüzü tamamen kan içerisindeydi (muhtemelen burnu kırıldı) ve akabinde kız kardeşi ile kalabalığı yararak uzaklaşmaya çalışıyordu. slayer performansı bittikten sonra arkadaki revirimsi çadırlara gitmiştik ama adamı bulamamıştık, muhtemelen hastahaneye yönlendirildi. (ulan ismini unuttum ama sıfatını unutmadım senin, bana hala bir tişört borçlusun.)
konserin geri kalanını yarı çıplak tamamladım
tişörtün yırtıldığına aslında çok üzülmüştüm ama tam ona layık bir şekilde yırtılmıştı tişört, anlamlı bir sondu. bu açıdan seviniyordum da. giye giye kendiliğinden yırtılsa ona yüklediğim anlama ters olacaktı muhtemelen.
neyse efendim ben yine de vazgeçmedim bu tişörtten, yıkadım, katladım dolabıma kaldırdım. takriben bi 3-4 yıl daha dolabımda kaldı. çerçevelettirecektim ama hep "ya şu zaman yaptırırım, ya bu zaman yaptırırım" diyerek klasik üşengeçlik evrelerinden geçtim. o sıralarda kız arkadaşım yavaş yavaş bana yerleşiyordu, hatta yerleşmişti de bizim haberimiz yoktu. (bkz: lily aldrin sendromu) (bkz: how i met your mother) tamamen yerleştiğini şu cümle ile anlamıştım; "ya çok dağınıksın, şu dolabın haline bak giymediğin tonla şeyi ne diye saklıyorsun" genelleme yapmayı sevmem ama kadınların çoğunda şu iç güdü yok arkadaşlar: "belki bir gün lazım olur" (bkz: erkeklerin ömür boyu sakladıkları kablo dolu kutu) o tişört bana bir gün lazım olacaktı, güzel bir hatıralık yapacaktım ama hanımefendi böyle düşünmemiş olacaktı ki "aşkımm baak dolabını düzenledim o yırtık pırtık tişörtleri de attım vallahi rahatladı dolabın" diyerek çok iyi bir şey yaptığını zannediyordu.
tişörtü gittim çöpte aradım arkadaşlar ama hanımefendi temizliği sabahtan yaptığı için mahallenin tüm çöpü üzerinde birikmişti ve bulmam artık imkansıza yakındı. ben de vazgeçtim.
şimdi dönüp geçmişe bakıyorum da, keşke kız arkadaşımdan vazgeçseydim de o tişörtten vazgeçmeseydim. kaç yıl oldu kızı unuttum, tişörtü unutamadım. ayhan abinin vefat haberini alınca da aklıma gelen ilk şey o tişört olmuştu zaten, göz yaşlarıma engel olamamıştım...