Bir Sözlük Yazarının Başka Evlerde Fark Edilen Tuhaf Şeylere Dair Üç Eğlenceli Anısı
başka evlerde farkedilen tuhaf şeyler; ilk kez karşılaşan insana garip gelen, fakat o evde normalleştirilen şeylerdir. gördüklerimden gidecek olursak;
devasa dede vesikası (ama devasa)
lisedeki kız arkadaşımın salonlarında yer alan, duvarın yarısını kaplayan, siyah-beyaz bir vesikalık. rahmetli dedeleriymiş. genelde de öpüşmeye salonda başlardık ve ben öpüşürken hep yarım gözle o kocaman yaşlı kafaya bakardım. "senin niye öpüşürken gözlerin açık??" demişti. "duvara baksana aq normal mi ortam sence?" diyememiştim o an. öpüşürken gözü açık olanlar sadakatsiz olurmuş, ben de mi aldatacakmışım onu falan filan.. "yok yanlışlıkla açılmıştır gözüm ya, ben hep kapatırım" şeklinde saçmaladım da atlattık. bu arada yeri gelmişken, psikanalist darian leader da bu konudan bahseder biraz. ona göre 'sevilme kuşkusu' kadına ve erkeğe göre farklılık gösterir. kadın sürekli "beni seviyor mu?" diye sorarken içinden, erkek soruyu kendine yöneltirmiş: "onu seviyor muyum?". her neyse, devasa vesikalığa dönecek olursak, yani tamam ölüye saygı, "kalbimizdesin", "unutmayacağız..." falan eyvallah da, ölçek olarak adamın ağzı duvarın dörtte birini kaplıyodu, gözlere mobese yerleştirsen kimse aaaa burada emniyetin mobesesi mi varmış yaa demez, hayvan gibi gözler, ortam çok sayko. fakat kız alışmış tabii, yani orada dedesi mi var babası mı var anası mı var umrunda değildi ve ona sayko gelmezdi ortam.
gittikçe artan miktarda, açılmamış dürüm paketleri
hayatımda tanıdığım en üşengeç insandı üniversiteden arkadaşım uğur. zeki çocuktu ama üşengeçlikten sınavların çoğuna da gitmezdi ve sınıfta kalmıştı. aslında uğur kronik bir depresif miydi yoksa üşengeç miydi hala muammadır. seviyeyi şöyle anlatayım; yeni bir eve taşınmıştı ve üşengeçlikten evi bir türlü yerleştirmiyordu. durumları gayet iyiydi, yani mesele para değildi gerçekten. aradan 3 ay geçmesine rağmen perdelerini bile takmamıştı. ben onda kaldığım zamanlar, kaçta uyursak uyuyalım, köy meydanı gibi güneş yüzümüze doğunca uyanmak zorunda kalıyorduk. yalnız öyle bir üşengeçlik ki, buna rağmen 7-8 ay daha perde taktırmadı ve uyurken başucundaki güneş kremini sürüp yatıyordu. aradan birkaç ay geçmişti ve onu ziyaret ettiğim zaman evin sağında solunda yenmemiş dürümler dikkatimi çekti. çoğunun paketi bile açılmamış. "olm madem adamların dürümünü beğenmiyosun, yemiyosun da niye her seferinde sipariş veriyosun?" dedim. meğer uğur'un dürümle bi problemi yokmuş. evde bazen peçete bittiği zaman o dürümcüden bir tane dürüm sipariş ediyomuş. paketin içinden de sadece peçeteleri kullanıyormuş. bu arada telefonla konuşmaya da üşenirdi ve siparişini yemeksepeti'nden veriyordu. sipariş notunda ise şu yazıyordu: "peçeteler bol olsun, zili çalmayın kapıya asın".
ortalığın anasını siken sis makineleri
türkiye'de yaşayan yabancı bi kız arkadaşım vardı ve ailesiyle beraber beni bir gün yemeğe davet ettiler. evet türk ailelerinde rastlanmayan bir durum ama yabancılarda gayet normal. kimse kimseyi kızıyla görüştüğü için öldürmeye çalışmıyor, sadece kızının hayatında olan insanı tanımak istiyorlar. beraber sohbet ediyorsunuz, yemek yiyorsunuz, şakalaşıyorsunuz vs.. her neyse, ben gittim işte aynı filmlerdeki gibi sofra kurulmuş, altyazılar kapalı, ortamda hardcore bi ingilizce dönüyor..tamam fena değil ingilizcem eyvallah da, gerginim yani..babası şimdi o hayvani aksanıyla bilmediğim bi kelime kullanacak da adamın suratına sik sik bakıcam diye korkudan ne yediğimi anlıyom ne içtiğimi anlıyom. gereksiz bi kibarlık ve suratımdaki anlamsız tebessüm ile takılıyorum.
neyse allah'tan kötü bir şey olmadı, tatlıya kadar geldik. ben dedim bi tuvalete gideyim, kız da "gel ben tarif edeyim, hem de evi göstereyim" dedi. ev biraz büyük, geziyoruz işte anlatıyor burası giyinme odası, burası hobi odası vs.. ulan bi odaya geldik yerde siyah siyah bir sürü alet var, dedim bunlar ne? kızın babası, bu eğlence mekanları için sis makineleri üreten yabancı bir şirketin ortadoğu sorumlusuymuş. o odada da numuneler falan varmış işte, çeşitli testler yapıyormuş bazen kendi kendine adam. o sırada babası geldi "interesting business haa??" dedi. "yeess yess very interesting abi" dedim. gel dedi sana göstereyim biraz, odanın kapısını kapattık, eline kumanda gibi bir şey aldı sis miktarını ayarlıyo, odaya ufak ufak sisler veriyor, ben de "ooooooooo woaawww cool" falan diyorum böyle.
o sırada bi hapşurma geldi bana, şöyle kibar kibar "ıpçiii" şeklinde minik bi hapşurayım dedim ama tam ayarlayamadım hayvan gibi gürültülü hapşurdum ortamda. hapşurmamla beraber yüksek sese duyarlı bi sis makinesi varmış, bu alet odaya bi bastı dumanı. ama ilk başta çok bi duman olmadı, adam da daha bana "god bless you canım" falan demeden fırladı makineyi hemen kapatmaya. tam kapatayım derken makine bozuldu mu nedir adamın suratına bir sis boşaldı arkadaş, evet boşaldı..böyle tam sis gibi de değil, beyaz beyaz toz parçacıkları gibi şeyler.
dağ gibi adam, kutsal damacana'da şeytanla uğraşan şafak sezer gibi bi tip oldu karşımda
makine bununla da kalmadı ve ortamın amına koymaya başladı afedersiniz, durduramıyoruz aleti. ben zaten bir şeyden anlamıyorum, üstümüz başımız battı, adam öksürüp duruyo, kalp krizi mi geçiriyo gözlerini mi kaybediyo, vasiyetinden mi bahsediyo kıza napıyo belli değil. kız ayrı panik, ben ayrı panik oldum ki zaten bende küçük yaşlardan beri bi panik atak olayı da var, böyle ortamlar hiç bana göre değil. artık ingilizceyi falan bıraktım, baya kızın babasının yanında "nefes alamıyommmmm nefes alamıyom amkkkk" şeklinde saldım kendimi. odada sürekli ingilizce küfürler dönüyo, adamdan garip hırıltılar eşliğinde fucklı cümleler duyuyorum, bana mı diyo lan acaba falan diye de bi yandan hala karizmamın peşindeyim.
neyse sonunda makinenin fişini bulup çektim ben. üstümüz başımız battı, ama nası kahraman edasındayım... gören çanakkale'de sancağı kaldırdım sanar, öyle bi ifade suratımda. çıktığım kızın ailesiyle tanışmaya gittiğim evden, duş alıp çıkmıştım çok normal bir şeymiş gibi.