Bruce Springsteen, Hayranları Tarafından Neden "Patron" Olarak Biliniyor?

Bugün 70. yaşını kutlayan ABD'li şarkıcı Bruce Springsteen'in "patron" (the boss) lakabı, grubu E Street Band'in lideri olması ve üyelerin maaşlarını ödemesinden ileri gelse de hayranları için farklı bir anlam taşıyor. Nedenlerine Sözlük yazarlarının yorumlarıyla bakalım.
Bruce Springsteen, Hayranları Tarafından Neden "Patron" Olarak Biliniyor?

devils and dust albümünü aldığınızda bir adet de dvd geldiği için internetten indirmek yerine paraya kıyıp aldım. sonra geldim önce dvd'sini koydum, bir bira açıp izlemeye başladım, zanettim ki manyak bir kalabalık, deli bir sahne, o aşmış karizmasıyla patron akustik olarak şarkılarını söyleyecek...

alakası bile yok. patron yıkık ve terk edilmiş bir evde merdivenleri tırmanarak bir hikaye anlatmaya başladı, sonra gitti sadece bir abajurun olduğu odanın ortasına oturup eline gitarı aldı ve çalmaya başladı. şarkılara ara verdikçe hikayeler anlattı... ben de oracıkta monitörün karşısında elimdeki sigara kül haline gelmiş, bira bitmiş, köpükleri bardakta kurumuş şekilde, hayranlık ve aşmışlık denizinde dalga sörfü yapar halde kalakaldım. "bitti ya" dedim kendi kendime... keşke o dvd günler boyunca devam etse, sabahlar olmasa.


zannetmeyin ki yıllardır bu adamdan başkasını dinlemiyorum. tesadüfen aylardır aklımda olan bu albümü almayı hatırlayıp alıverdim. ilk bruce springsteen albümüm, patronu ilk dinleyişim, ve ben kendimden geçmiş durumdayım.

guns n roses'ın dağılması ve bir türlü birleşmemesi yüzünden (sene 2005 civarı) senelerdir kaliteli müzik hasreti çeken bir adamdım. bir ara velvet revolver geliverdi, güzeldi ama kaldılar öyle anlamadım. şimdi tabi torbalar dolusu kaliteli müzik yapan grupların isimleriyle bana saldırabilirsiniz... hayır ben doğru düzgün, hisli, dolu, bir şeyler anlatan, ya da bir şeyler paylaşan, en azından yüzüme bir gülücük getiren bir müzik arıyordum. kafa sallayıp stres atmak için ben de bir sürü rock veya metal grubu biliyorum...

patron, bir paket sigara, iki kutu bira ve cd'si eşliğinde kaç yıldır hasretini çektiğim şeyi sunuverdi önüme, hem de gümüş tepside. bu adama neden "patroooooooooooon" diye bağırıldığını şimdi anlıyorum. neden david bowie'nin "stadyumu köşedeki bara çevirebilir" dediğini anlıyorum. tek üzüldüğüm şey, çok geç kaldım bu adamı ve müziğini tanımakta. gıpta ediyorum 40 yaşında olup bu adamın müzikleri ile 20'li yaşlarını yaşayan nesle, ne mutlu... adam bir gitar, bir mızıka ile insanı alıp götürüp geri getirmemeyi sanat haline getirmiş hatta nerdeyse bu sanatı bıraktı bırakacak...

söylenecek tek bir şey var, "selam olsun sana patron."

Kendisinin sanat tavrına dair

kendisinden "köşedeki barı stadyuma çeviren adam" diye bahsedilen, canlı izlerseniz, bunun gerçekten de öyle olduğunu anlayabileceğiniz, büyük bir gösteri/performans insanı olduğu kadar, siyasi bir tavıra da sahip müzisyendir springsteen.

"ustam" dediği woody guthrie'den, dümbüllü'den kavuğu teslim alan münir özkul edasıyla el almışlığı olan springsteen, gerek şahsen hiç hazzetmediğim country, gerekse country'den kalın bir damarla beslenen amerikan folk müziğinin mainstream rock'a ve rock'n roll'a bağlantısını yapan ve bunu yaparken de hiç sıkıcılaşmayan bir tarza sahip oldu. bu tarz, pek karmaşık olmayan akor dizilerinden müteşekkil ve sıra dışı değişikliklere pek yer vermeyen, ama dinleyicisini "harbi" rock dinlediğine ve samimiyetine (tunnel of love - lucky town aralığındaki dönemini, samimiyet konusunda bunun biraz dışında bırakabiliriz sanırım) ikna eden bir müziği içerir.

kendisi amerikan folk müziğine, hölderlin'in pek şairane ifadesinde olduğu gibi "ölümlü bağlarla bağlıdır" evet, ama onu olduğu haliyle almak yerine, eşsiz nebraska albümünde olduğu gibi bir başka duygusal boyuta ve güncele taşır. diskografisindeki bir folk üçlemesi olarak bahsedebileceğimiz, nebraska - ghost of tom joad - devils & dust albümlerinden ortadaki, the ghost of tom joad, her ne kadar dinleyici gözünde nebraska kadar büyük bir kabul görmemiş olsa da, kanaatimce bu alandaki en kuvvetli eseridir. oldukça siyasi bir söyleme sahip bu albüme adını veren parçayı, yanlış hatırlamıyorsam 1996 yılında bir canlı yayında habersizce söylemiş, nispeten hoşgörülü demokrat bill clinton iktidarı dönemi olsa da, zavallı şovmen ne yapacağını şaşırmıştı. politik tavrını ve eleştirilerini, amerikalıların duygularına en çok dokunabilecek bu folk albümlerine yediren springsteen, devils & dust albümünde de her parçasında ayrı bir masal anlatmaya devam etmekte, ara sıra belirgin şekilde ortaya çıkan öfkeli, umutsuz ve isyankar haliyle, "hiçbir şey düzelmedi" demeyi sürdürmekteydi. oysa devils & dust'tan kısa süre önce e-street band ile, 11 eylül sonra, tipik bir amerikan refleksini yansıtan, güçlükler karşısında bir ulus olarak birleşme, dayanışma ruhunu yansıtan "the rising" albümünde, umut en önemli motifti. bu noktada springsteen'in e-street band ile olan ve tek başına yaptığı albümlerin bambaşka atmosfer ve duygular içerdiğini de eklemek gerek.


müteakip albümlerinden we shall overcome (2006) ve working on a dream (2009) bana hiç hitap etmemiş olsa da, bu ikisinin arasına yerleştirdiği magic, beni benden almış ve geri de vermemişti. özellikle "magic" parçasının sözleri, klibi, taşıdığı duygular insanı yerine mıhlayacak derinlikteydi. bush döneminin dünyaya, insanlığa verdiği hasarı, yalanlarını 3 dakikalık bir parça ancak bu kadar anlatabilirdi. springsteen, "41 shots" isimli, 41 polis kurşunuyla öldürülen gineli göçmen amadou diallo'nun hikayesini anlattığı parçasını yaptığı ve amerikan polis teşkilatlarınca üyelerine konserlerinde güvenlik sağlamak, konserlerine katılmak, radyolarınca çalmak yasaklanan dönemden sonra ilk kez bu kadar sert ve açıktan siyasi bir tavır sergiliyordu.

peşinden "wrecking ball", sonrasında da "western stars" ile huzurumuzda. hiçbir zaman müzikal anlamda bir devrimci olmadı. yine değil. ama yine sıradan amerikalılar için "senin benim" hikayemi anlatmaya devam ediyor...

Bruce Springsteen & The E Street Band - American Skin (41 Shots)


Final yorumu

bruce sprinsgteen: the boss, ozan, idol, halk adamı, new jersey çocuğu, kimileri için baba, kimileri için büyük kardeş, kimileri için sokak çalgıcısı, kimileri için de hayatın en zorlu anlarında bile moral verendir. dünyanın her yerinden aynı sağlam duruş ile görülebilen ender müzisyenlerden biridir.

kendinizi, asbury'den atlantic city'ye doğru akan yolda, 978 model bir firebird ile kayıp giden çivit mavisi bir gece içine ve sessiz düşüncelerinize karışan bir tenor saksafonun tınısına bıraktığınız anı düşünün. o sahil şeridinde. tam o anı. sizi yerinize mıhlayan hayat gailesinden sıyrıldığınız ve yalnız olmadığınızı anladığınız o anı düşünün; işte bruce springsteen'i, o düşüncelerin tam ortasında yüzünde mütecessis bir gülümsemeyle size bakar halde bulursunuz. jack london, bob dylan, jack kerouac, jonny cash gibi asi adamların halayına eklenerek, bu sahte ışıkların hüküm sürdüğü memlekette de onurlu insanların var olabildiğini bize kanıtlar gibi, bir ozanlık tutturmuş gider. ömrü uzun olsun.

Evde Oturarak Mezun Olabilmeyi Sağlayan Güzel Olay: Online Üniversite

Bruce Springsteen'in Yalnızca Bir Gitarla Acı Gerçekleri Yüzümüze Vurduğu Şarkı: Atlantic City