Caner Taslaman'ın Ali Nesin'le Tanrı Tartışmasına Bir Ekşi Sözlük Yazarının Eleştirisi

Caner Taslaman ve Ali Nesin, Cüneyt Özdemir'in YouTube kanalındaki İkna programında "din ile bilim çelişir mi?" konusunda karşı karşıya geldiler. Taslaman'ın Tanrı'nın varlığı konusunda sunduğu argümanlara bir Ekşi Sözlük yazarı bazı eleştiriler getirmiş.
Caner Taslaman'ın Ali Nesin'le Tanrı Tartışmasına Bir Ekşi Sözlük Yazarının Eleştirisi
YouTube/Cüneyt Özdemir


öncelikle, henüz izlememiş olanlar için program şurada


önce program yapımcıları için bir çift laf etmek istiyorum. deniz uras'ın böylesi bir tartışmayı yönetebilmek için son derece yetersiz kaldığına ilişkin fikrimi ilgili başlığın altına yazdım. suppi yöneticileri de böylesi bir işin altına girip ezilmek istemiyorlarsa, şapkayı önlerine alıp neyin yanlış gittiğine kafa yormaya başlasalar iyi olur kanımca. asıl yazacaklarıma başlamadan, ali nesin'in böylesi bir tartışmanın tarafı olmaya ne denli gönülsüz olduğu da yazılmalı. programa "hatır" için katılmış, "bitse de gitsek" yaklaşımını 54 dk boyunca sürdürmüş. korkarım programda ettiği üç beş anlaşılır kelamdan biri olan sosyal medyanın gücünü kendisi ıskalamış, bilimsel düşünceyi savunmaya çalışanları örneğin bu başlık altında görülen yorumlara bakılırsa korkunç kötü bir emsal teşkil ederek oldukça zor durumda bırakmış.

ali nesin meydanı boş bıraktığında, caner taslaman'a ise her zamanki laf ebeliği ile ardı arkası kesilmeyen her biri cevaplanmaya muhtaç iddiaları yağdırmak kalmış. baştan belirtmek gerekir ki, iddialarının hiç biri bu konuyu tarafsız bakışla araştırıp okuyan hiç kimseyi "ikna" edebilir nitelikte değil. bu konudaki tanıklığımı yeterli bulanların devamında yazacaklarıma değerli zamanlarını vakfetmeleri gerçekten gerekmiyor. ama elbette benim sorgulama yöntemimi sorgulamak isteyecekler olacaktır. o zaman buyurun. başlıyoruz:

önce taslaman'ın, tanrının varlığına, rasyonel delil olarak öne sürdüğü. "hassas ayar argümanı"na bir değinelim. (konunun sözlükte başka başka başlıklar altında uzun uzun tartışılmış olduğunu da buraya not etmek lazım) ben basit alıntlarla, yaradılışçıların, bir can simidi gibi sarıldığı bu argümanın neden beni bir türlü ikna edemediğine dair bir kaç alıntı yapacağım:

taslaman başlarken, "elektronun kütlesi, yerçekimi kuvveti gibi fiziğin ve kozmolojinin parametreleri" hakkında konuşuyor ve sonra diyor ki “bunlar belli değerler olmasaydı, o zaman yaşam var olmazdı”. bu, tanrıyı gerçekten küçümsemektir ki bence bir teistten gelmesi gerçekten ironik bir düşünce. zira hayatın bütünüyle fiziksel olmadığı iddiası teizmin en belirgin özelliği. natüralistin tersine, teist, evrenin sadece atomların bir araya gelmesiyle ortaya çıkan bir yığın olmadığı iddiasındadır. dolaysıyla, teist iddia doğruysa atomlar ne yapıyor olursa olsun, tanrı yine de yaşamı yaratabiliyor olmalıdır. tanrı elektronun kütlesini niye umursasın, ve kendi yarattığı evrene ayar yapmak zorunda kalsın?

gerçekten de, içinde yaşamın var olması için evrenin fiziksel parametrelerinin belli değerler alması gerektiğini söyleyebileceğiniz tek çerçeve natüralizm yani, doğadaki olayları açıklamak için tabiatın kendi bileşenlerinin yeterli olacağı görüşüdür. bir teistin bu argümanı kullanmaya kalkması kendisi ile çelişmesi anlamına gelecektir.

kaldı ki bu hassas ayar argümanı, teistlerin iddia ettiği gibi onlarca değişik sabiti içeren karmaşık bir hesaplama da değildir. evet bilimin bulguları sayesinde 26 adet evrensel sabit biliyoruz. ancak bu evrenin üstün güçlere sahip bir varlık tarafından 26 kez ayarlanmasına gerek olduğu anlamına mı gelmektedir? kolayca söyleyebiliriz ki "hayır"

neden mi? çünkü evreni belirleyen 26 evrensel sabit birbirine göre belirlenmektedir, yani evrende hassas ayar varsa 26 evrensel sabiti birden ayarlar; çünkü bütün sabitler birbiriyle ilişkilidir. bir kez ayarlanmış olması yeterlidir. bu durum ince ayar argümanını yanlışlamaz ama taslaman gibilerin göstermeye çabaladıkları kadar da etkileyici olmadığını gösterir. insanlar neye isterse ona inanır ama bilim edebiyat değildir, bilime romantik yaklaşmamak gerekir.

kaldı ki press ve lightman, 1983’de yayınlanan makalesinde 26 evrensel sabitin en temel 4 sabitten türetilebileceğini göstermiştir. bu da kozmik ince ayarı 26’dan 4 parametreye indirmiştir. bunlar güçlü ve zayıf nükleer kuvvetlerle, protonla elektronun kütlesidir.

fizikçi victor stenger ise 2000’de yayınlanan makalesinde bu 4 sabiti değiştirerek farklı evrenler oluşturulabileceğini göstermiştir. stenger sabitlerin değerini rastgele 100 bin kat artırıp azaltarak 100 evren tasarlamış ve 50 evrenin en az 1 milyar yıl ömrü olacağını görmüştür. bu da yıldızların yaşamın temeli olan ağır elementleri sentezlemesine yeterli bir süredir. yaşam için başka birçok ayar gerekir ama en temel ayar budur ve stenger bu ayarın rastlantısal olarak ortaya çıkabileceğini göstermiştir.

stenger'in çalışmaları elektron kütlesi 100 bin kat arttırılsa ve proton kütlesi 1000 kat azaltılsa bile ağır elementler sentezlemek üzere birkaç milyon yıl yaşayabilen yıldızların ortaya çıkabileceğini göstermiştir. mademki bizimkine benzer bir evren oluşturmanın binlerce yolu var öyleyse evrenimizin tanrısal ince ayarla oluştuğunu söylemek bilimsel değildir. ali nesin'in isteksizce dde olsa değindiği gibi sokağa çıkıp yeterince uzun süre bağırırsanız sonunda birisi gelip "ne oluyor burada" diye sorar, yeterince insan yeteri kadar uzun süre piyango bileti alırsa büyük ikramiye mutlaka içlerinden birine vuracaktır. dolayısıyla kainatta sonsuz sayıda ya da çok fazla sayıda evren varsa güya yaşama uygun evrenimizin bunların içinde rastlantıyla oluşması normaldir. "hassas ayar argümanı" yanlıştır.

kısacası, astrofiziğin, daha yeni yeni kavramaya başladığımız ve çoğunu henüz anlamadığımız yasalarının bizi herhangi bir mutlak sonuca (tanrı bunlardan sadece birisi) götürmesi gibi kestirmeci bir yaklaşıma başvurmadan önce diğer tüm olasılıkları yanlışladık mı? üstelik tüm olasılıkları gözden geçirdiğimiz gibi bir yargıya hiçbir zaman varamayacakken.

kaldı ki taslaman'ın "hassas ayar argümanına" korkarım ki islamcılar da karşı çıkacaktır. çünkü taslaman'ın iddia ettiğinin tersine, allah'ın evrene müdahalesi, hassas ayarla sınırlı değildir. rahmân suresi 29. ayet'te bunun böyle olmadığı apaçık ifadesini bulmaktadır:
"göklerde ve yerde bulunanlar, (her şeyi) o’ndan isterler. o, her an yeni bir ilâhî tasarruftadır." diyanet işleri meali (yeni)

diyanet işleri başkanlığı'nın aynı ayetin tefsirinde yazdıklarından bir alıntı yapalım:
<< bu âyet, tabiat olaylarından tanrı iradesini dışlayan pozitivist ve materyalist akımları mahkûm etmekte ve bilimin ulaştığı parlak sonuçların da son tahlilde allah teâlâ’nın yasalarını keşfetmekten öteye geçemeyeceğini ve bütün bulguların gerçekte o’nun yaratma sıfatının her an var olan tecellilerinden başka bir şey olmadığını ortaya koymaktadır.>>

dolayısıyla ahmet tekin'in başarıyla ifade ettiği gibi: "göklerde ve yerde bulunan sorumlu ve akıllı varlıklar, muhtaç oldukları şeyleri, güvenliklerinin ve hayatiyetlerinin devamını ondan isterler, ona başvururlar, ondan medet umarlar. o her gün, her an, sayıya, hesaba, sığmayacak işlerin, oluşların, işleyen düzenin, sorumlulukların içindedir, ilmi ve kudretiyle tecellidedir.."

dolayısıyla taslaman'ın iddiaları bizi, evrene hakim olacak yasalar tasarlayıp, onu işleyişine bırakan bir yaratıcının varlığına götürür. buna göre hem evrenin hem de evrendeki olayların meydana gelmesinde hem tanrı hem materyal şeyler nedendir. buna konkürentizm (mutakabatçılık) diyoruz. kolayca anlaşılabileceği gibi temelinde, bir uzlaştırma çabası bulunmaktadır.

oysa islam'ın evrenin var oluşuna ve evrendeki olayların ortaya çıkışına bakışı bu yaklaşıma temelden karşı çıkar. buna göre, doğa olayları arasında nedensel ilişki yoktur, sadece ardışıklık vardır. tek gerçek neden, her an her şeye gücü yeten, sonsuz kudrette bir varlık"tır. o da allah'tır.

örneğin, sıcaklık ile suyun kaynaması arasında nedensel ilişki yoktur, sadece ardışıklık vardır. suyu kaynatan altındaki ateş sebebiyle sıcaklığınıın 100 dereceye ulaşması değil, allah'tır. allah isterse ateş varken de suyu kaynatmayabilir veya su onun kudreti sayesinde hiçbir ön-olgu olmadan, birdenbire kaynayabilir. bu nedensellik yaklaşımına ise okasyonalizm (vesilecilik ya da aranedensellik) denilir.

örneğin gazzâlî'nin tehâfüt el-felâsife kitabının on yedinci meselesinde ele aldığı nedensellik eleştirisine bakıldığında görülür ki gazzâlî, sebep ile neticelerin yan yana bulunmasını allah'ın takdirine bağlamakta ve o'nun yaratmasıyla oluşun meydana geldiğini ifade etmektedir. söylenenlerin daha net anlagılması için gazzâlî, ateşe yaklaştırılan bir pamuk parçasının yanmasının zorunlu olmadığını dile getirmektedir. gazali'ye göre ateş ile pamuk yanması arasında nedensel ilişki yoktur, sadece ardışıklık vardır. pamuğu yakan ateş değil, allah'dır. allah isterse ateş varken de pamuğu yakmayabilir veya allah, hiçbir ön-olgu olmadan, birdenbire pamuğu yakabilecek kudrettedir.

dolayısıyla, taslaman'ın kendi şahsi nedensellik anlayışındaki konkürentist (mutakabatçı) yaklaşımı ile islam'ın rahman suresi 39'da kesin olarak hükme bağlanan okasyonalist (vesileci) anlayışın zıt düşünceler olduğu, ve dolayısıyla kuran'ın açık ifadelerine rağmen, taslaman'ın kuran'da bulunmayan görüşleri yerleştirmeye çalıştığı söylenebilir.

kısacası, hassas ayar argümanı, belki küçük bir ihtimalle de olsa deist bir argümanın bir parçası olabilir. ama sadece islam değil, herhangi bir teist yaklaşımla çelişeceği açıktır.

nitekim, radikal islamcı bir yazar, ahmet ay, taslaman hakkında yazdığı caner "taslaman ümmete neden katılamıyor?" başlıklı yazısında, taslaman'a şu çok düşündürücü soruyu soruyor: "islam bizi sadece modern aklın kabul ettiği şeylere mi iman etmeye yönlendirir?"

ay, sorduğu soruyu şu şekilde cevaplıyor: "sayamayacağımız kadar çok mucizenin haberi bize nakille gelmektedir ve biz bugün modern akılla 'nasıllığını' anlayamadığımız bu şeylere iman etmekle mükellefiz. çünkü, en başta, 'aklımızın kavrayamayacağı şeyleri dahi yaratmaya gücü yetecek' bir allah'a iman etmişiz. o halde, aklı ve kalbi doğru çalışan bir mü'minin sorması gereken bu olmalıdır: bu haberler kat'i midir? eğer işin nakil boyutu kat'ilik ifade ediyorsa, aklımız kesmese de, öyle olduğuna iman ederiz. hiç mi 'nasıllığını' anlamaya çalışmayız? hayır, çalışırız. demem o ki: normal bir mü'minin aklı, nakil kat'i olduğunda, aklını o kat'i haberi 'cerh etmeye' değil 'anlayabilmeye' kullanır. marifet ve hikmet yürüyüşü de zaten en özet haliyle budur."

buradan, taslaman'ın "bu kadar acizlikle bu kadar şeyi nasıl biliyoruz? biliyoruz çünkü, allah anlaşılır biçimde yarattı" şeklindeki argümanına da bir geçiş yapabileceğimizi düşünüyorum. taslaman'ın düşüncelerinin bu noktada da hakim islamcı kanaatle çeliştiğini yukarıdaki alıntı zaten kanıtlıyor ama acaba mantık ve rasyonel düşünce ile sınadığımızda neyle karşılaşıyoruz?

taslaman, "allah'ın evreni bu şekilde keşfedilmeye açık tasarlamasını da bir delil olduğu"nu bir kaç kez tekrarlıyor. bu iddiasının temelsizliğini kanıtlamak içinse yukarıda bahsettiğimiz benzeri astrofizik kavramlara girmeye bile ihtiyaç yok. yaptığı şey, mantık dilinde dairesel akıl yürütme (circular reasoning) ya da latince olarak petitio principii olarak da bilinen basit bir safsatadır, bilimsel tartışmaların en sık karşılaşılan mantık hatalarından birisidir. ne yazık ki, özellikle de şahsi inançları ile bilimi karıştırıp sonrasında da biriyle ötekisini ispatlamaya çalışan insanlarda çok sık görülür.

şu şekilde formüle edilebilir:
x doğrudur.
x'in doğru olduğunun kanıtı, x'in doğru olmasıdır.
gördüğünüz gibi burada dairesel (veya döngüsel) bir akıl yürütme vardır. x ispatlanmamıştır ama x'in doğruluğu, yine kendisinin ispatlanmamış olmasına rağmen doğru olduğu iddiası ile ispatlanmaya çalışılmaktadır. bu zincir, mantık hatasını doğurur. din hakkındaki tartışmaların birçoğunda bu mantık hatasını görmek mümkündür:

taslaman: “tanrı var olmalıdır.”
şüpheci: tanrı’nın var olduğunu nereden biliyorsun?”
taslaman: “çünkü tanrı, evreni anlaşılabilir kurallar üzerine yarattı. tanrının evreni bu şekilde keşfedilmeye açık tasarlaması varlığının delilidir
şüpheci: “iyi ama tanrı’nın var olduğunu nereden biliyorsun?”

görebileceğiniz gibi bu tartışmayı sonsuza kadar bu döngü içerisinde sürdürmek mümkündür. gerçekten de, döngüsel mantık hatası fark edilmediğinde, sonu gelmez tartışmalar yaşanabilir. çünkü münazara, söz konusu döngüyü kıramamaktadır.

taslaman, benzeri bir döngüsel akıl yürütmeye, özgür irade kavramını kullanırken de düşmüş görünüyor. anlaşıldığına taslaman'a göre özgür irade tartışmasız biçimde vardır. dolayısıyla bunu, kader kavramını açıklamaya dayanak olarak kullanmaktan çekinmiyor. oysa en başta özgür iradenin varlığı ciddi şekilde kanıttan yoksundur. eğer özgür irade vardır diyorsak kabul etmemiz gerekenler şunlardır:

1. beynimizin içerisinde sonuçları bilimsel yasalarla kesin olarak belirlenemeyecek süreçler vardır.
2. maddi yasalara tabi olmayan bu süreçler madde üzerinde etkili bir güç (ruh) oluşturur.
3. maddenin tabi olduğu yasalara tabi olmayan güç maddenin içerisinden çıkamayacağına göre gökten zembille inmiş olmalıdır.

görülüyor ki, bir özgür iradenin varlığı, tanrının ve onun bedenimizde var olan soyut varlığını temsil eden bir ruhun varlığına sıkı sıkıya bağlıdır. döndük yine en başa, yani tanrının, taslaman'ın iddia ettiği gibi bir akıl yoluyla ulaşılabilen kanıtı olduğu noktasına. yani taslaman'ın tanrının varlığına delil olarak sunduğu bir başka kavram daha bizzat tanrının varlığı rasyonel kanıta muhtaç olduğu sebeple bilimsel kanıttan yoksun görünüyor.

gelelim, taslaman'ın, "ahlakın temeli allahın buyruğudur. allah'a atıf yapmadan ahlakın rasyonel temeli yoktur" iddiasına. taslaman buna kanıt olarak "hindistan'da eski çağlarda kadınların, ölen kocalarıyla birlikte gömülmek üzere öldürüldükleri" bilgisini veriyor. ve bunun da ahlakla bağdaşmayacağının, altını çiziyor. çiziyor da aslında bunun doğrudan kendi tezini çürütmekte olduğunu göremiyor. inanılır gibi değil.

bir kere en başta, taslaman şunu karıştırıyor: kadının, kocası ile ölüme yollanması ahlaki değil dini bir ritüel. ilkel toplumların çoğunda uygulanan bir dini gelenek olarak ölüler, yakınları, hizmetkarları ve hatta hayvanları ile birlikte gömülüyordu. bunun temel sebebi, öteki dünyada canlanacakları ve yaşamlarına kaldıkları yerden devam edecekleri inancı idi. bakın altını çiziyorum. bu bir dini inanışın gereği idi.

bunun insanlık onuru ile bağdaşmayacağı ise çok daha yeni bir ahlaki çıkarım. bugün bunu böyle düşünüyorsak bu ahlakın evrenin başından beri var olan statik yasaların değil, insan düşüncesinin geçirdiği evrimin bir sonucu olduğunu düşünmek çok daha akla yatkındır.

nitekim, insan kurban etmek tek tanrılı dinlerin ortaya çıkmasıyla ortadan kalkmış bir dini ritüel olmakla beraber, kurban kavramının hala özellikle islam içindeki yerinin ne denli önemli olduğu düşünülürse ileriki nesillerin, "niye masum hayvanları katletmek yerine ağaç dikmiyoruz" sorusunu sorabilecekleri olasılığı değerlendirilmelidir. bugünkü dini anlayışımız, böylesi bir talebi statik bir ahlak anlayışıyla değerlendirerek ahlaksızlık sayacaktır. oysa masum hayvanların kanının allah'ın talep edeceği bir adak olmadığından hareket eden yeni bir ahlak anlayışı pek ala ağaç dikmenin allah'a samimi adanmışlığın bir nişanesi haline gelmesine sebep olabilir. dolayısıyla, yalnızca din kuralları genel geçer, mutlak ve değişmez oldukları iddiasındadırlar. ahlak kuralları ise çağdan çağa, toplumdan topluma değişen ve iyimser bir bakışla da olsa evrimleşen kurallardır.

son olarak, taslaman'ın sık sık başvurduğu bir safsata türüne de örnek vermek gerektiğini düşünüyorum. dini tartışmalarda sık sık başvurulan bu yöntem, içinde yaşadığımız, kuralları bize belirli, çoğu kez sadece toplumsal sebeplere bağlı olayları, evrensel bir takım iddiaları açıklamak için örnek olarak göstermek şeklinde açıklanabilir. hasan'ın sevinçli, mehmet'in üzgün oluşundan yarışı kimin kazandığını anlayabildiğimiz, tahtada tebeşirle yazılı isimler gördüğümüzde bunun bilinçli bir tasarımın ürünü olduğunu çıkarsamamız, birini 20nci kattan attığımızda, onun öleceğini biliyor olmamız gibi bazı örneklere bakarak evrendeki olayları da aynı sebep sonuç mantığı ile çözebileceğimize ait çıkarımlar tamamen mesnetsizdirler. ali nesin'in dediği gibi iyi bildiğimizi sandığımız makro dünyaya ait şahsi gözlemlerimizin evrenin her yerinde geçerli mutlak kanunlara dayanak teşkil edebileceğine ilişkin iddia karşındakinin aklını gerçekten çok hafife almak oluyor.

bitirmeden taslaman'ın bilerek birbirine soktuğu iki ayrı kavramı da burada birbirinden ayırmak isterim. en yukarıda da belirttiğim üzere natüralizm, basitçe, doğadaki olayları açıklamak için tabiatın kendi bileşenlerinin yeterli olacağı görüşüdür. "bilimin amacı ise, olayları fiziksel ilkeler, yasalar ve alanlar ile açıklayıcı bir bağlamda dizmektir. doğa bilimleri, madde ve enerjiyi, metodolojik natüralizm bağlamında incelemeye adanmıştır."

metodolojik natüralizm; bilimsel sürecin doğal neden ve doğal olaylar ile ilgili olması gerektiğini, doğaüstü gibi alanların bilime karıştırılmaması gerektiğini savunan, ontolojik/metafiziksel natüralizme (yani süpergüçlerin gerçekten var olup olmadığına) dair tutumunuzun ne olduğuna bakmaksızın, bilim yaparken natüralizm gerçekmiş gibi hareket etmeyi temel alan felsefi bir tavırdır. bilim, bugün insanlığın pek çok sorununa çözüm bulabilecek duruma ulaşmışsa, taslaman'ın iddia ettiğinin tersine, bilim insanının, inançlı dahi olsa, izleyeceği metod açısından sıkı sıkıya sarıldığı bu natüralist yaklaşım sayesinde gerçekleşmiştir.

eğer bilimin araştırma metotlarından ve kapsamından bağımsız olarak, evren'in doğaüstünden tamamen muaf olduğuna inanıyorsanız, yani hiçbir süpergüce (tanrılar, melekler, şeytanlar, cinler, hayaletler, vs.) inanmıyorsanız ve bunların mümkün olduğunu da düşünmüyorsanız, metafiziksel olarak da natüralistsiniz demektir. bu felsefe, ateizm ile çok benzerdir (kimine göre eş anlamlıdır).

oysa bilimdeki natüralizmden söz ederken, (en azından büyük çoğunlukla) metodolojik natüralizmden söz edilmektedir; metafiziksel natüralizmden değil. bu ayrımı yapmak önemlidir; çünkü teist olsun veya olmasın, bilim insanlarının ezici çoğunluğunun metodolojik natüralizmi benimsediği ve hatta bunu, bilimin temel bir ilkesi olarak gördüğü söylenebilir.

"lordofarst" nickli Ekşi Sözlük yazarının, yukarıdaki entry'nin yazarı "andrew"a cevabı

birkaç önemli noktaya değinmek gerek, öyle tek bir tarafın savunması öne çıkmış olmasın diye yazmayı zorunlu gördüm.

andrew, caner taslaman’ın, devr-i batıl veya fasit döngü denilen ya da yazarın dile getirdiği “petitio principii”denilen bir safsata yaptığını iddia ediyor. bu nedir kısaca; bunu yazıyorum çünkü arkadaş manipüle ettiği için fasit döngü örneğini bile bozarak vermiş, absürtü daha absürt hale getirmiş. neyse misal, “x’in sebebi y’dir. y’nin kanıtı x’tir. o halde x de y de doğrudur.” şimdi bu absürt döngünün “batıl” ve “fasit (bozuk)” olarak adlandırılması bile bu döngünün saçma bir safsatadan ileri olmadığını gösteriyor. eli yüzü düzgün hiçbir kaynak bu argüman ile kanıt yapmaz, caner taslaman’ın iddiası da bu fasit döngü içinde yer almaz. peki nasıl; allah’ın varlığının delili, kur’an veya peygamber değildir. kur’an bir haber, peygamber ise bu haberi insanlara (kullara) ulaştıran bir aracıdır ki bu kur’an’da açıkça ifade edilmiştir. yani hiç kimse allah’ın delili kur’an’da yazıyor demez. kur’an, allah’ın varlığını yaratılmışlar/yaratılanlar üzerinden açıklar. yaratılmışlar, bu döngünün dışında olduğundan delillendirme çalışır ve “fasit döngü” iddiası çöp kutusuna atılır. konuşmada caner taslaman, misalleri yaratılmışlar üzerinden veriyor ve dolayısıyla “fasit döngü” içine girmiyor. zaten fasit döngü içinde olmadığı için metnin ilerleyen noktalarında yazar da caner taslaman’ı bu kez “natüralit” olmakla suçluyor. kardeşim bilimsel delil istiyorsunuz, getirince de “natüralist” diyorsunuz. sonra da onu natüralist / metodolojik natüralist kavramlarını karıştırmakla suçluyor. ya üstte sen karıştırdın zaten kavramı işin içine.

bilimsel delilden kasıt allah’ın gözle görülmesi, kulakla duyulması ise bu “tanrı” tanımına aykırı olduğundan dolayı zaten olanaklı değildir. burada safsataya düşen yine yazarın kendisi olmaktadır. yazar bizden “yanmayan bir ateş” istiyor ama ateş doğası gereği yanarak var olur ki böyle bir istek mantık dahilinde olmadığından safsatadır. tanrı “aşkın” olduğu için duyular ile algılanamaz. ancak idrak edilebilir ki idrak da görmek gibidir. örneğin sevmek soyut bir kavramdır, biz bir kişinin bize olan sevgisini çeşitli hareketleri ile (sarılma, öpme, vs.) görebiliriz ama bunu manipüle eden insanlar da vardır. insan bunu idrak ederek anlayabilir. başkasının bizi sevmesi üzerinden örnek vermek belki maddi kanıtları olduğundan yetersiz kalabilir bu yüzden bir insanın örneğin eşini sevmesi veya doğrudan kendisini sevmesi üzerinden de örnek vermek daha doğru olacaktır. sizin eşinizi sevmenizin kanıtı nedir veya kendinizi sevmenizin kanıtı nedir. insan kendisini, kendiliğinden sever. bunun bir maddi kanıtı olamaz. bu akıl ile idrak edilen bir kavramsal sonuçtur.

ayrıca şu nokta çok önemli, karşı tarafın “rasyonel kanıt” beklentisinin mahiyeti net olmamakla birlikte, “2 x 2 = 4 eder” veya “güneş doğudan doğmaktadır” önermeleri gibi kaçınılmaz sonuçlar bekleniyor ise o halde imanın “sınav” vasfı ortadan kalkardı. sınav vasfı ortadan kalktığı anda zaten dinin ve yaratılışın da bir önemi kalmıyor olurdu. yine dönüyoruz idraka. tüm deliller allah’ın idrak edilmesini sağlayan argümanlardır. özgür irade konusundaki safsataya cevap bile verilmez. tanrı insanı “özgür irade ile yarattı denildiğinde” ne anlıyor bu arkadaş ben anlamadım. özgür iradenin temellendirmesini mi istemiş acaba. irade insanın varlığının ön koşullarında biridir. irade yoksa insandan zaten bahsedilemez. tabi ki bir nihilist özgür iradeyi reddedecek. yoksa nihilist olamaz malum..

bilimsel mucize demişken de gazali’yi anarak devam etmek lazım ki burada arkadaş yine bir manipülasyon ile haklı çıkıma basına girmiş. din hakkındaki tartışmaların birçoğunda gazali ile ilgili bu mantık hatasını görmek mümkündür. nedir bu; gazali bilime karşı idi, meşhur tuhafetül felasifesi ile bilimi sınırlandırdı, nedensellik inancını ortadan kaldırdı. gazali deyip ardından pamuk örneğini verince her şey bitiyor sanıyorsunuz ama kazın ayağı öyle değil. “bilimsel tefsir usulünün” temelini atmış bir adam hakkında “bilimi bitirdi, nedenselliğe karşı çıktı” argümanlarını savunmak, bilim etiği açısından ne derece doğru okuyucu karar versin. bilimsel kesinliklerin reddedilmesini, islam’a karşı bir cinayet işlenmesi olarak yorumlayan, akıl azledilemez bir hüküm koyucudur diyen bir adam nasıl bilimi sonlandırmış oluyor. o meşhur pamuk örneği de nedenselliğin ortadan kaldıran bir örnek değil mucizeleri temellendiren bir örnektir. nedensellik kabulü olmadan bilim yapmamızın imkanı dahi yok. eğer böyle bir şey olsaydı gazali’nin (haşa) bilimle uğraşmak şirktir demesi gerekirdi ki bunu değil gazali hiçbir alim dememiştir… safsata yine çöktü!

bir diğerine gelelim. andrew şüphecilik ile ilgili bir diyalog kurmuş, orada yine bir manipülasyon var. şunu okuyan insan, ulan bu caner hoca nasıl felsefe profesörü diyecek. oysa ki asıl olması gereken diyalog şu aşağıdaki gibi;

taslaman: “tanrı var olmalıdır.”

şüpheci: tanrı’nın var olduğunu nereden biliyorsun?”

taslaman: “çünkü evrenin anlaşılabilir kurallarının olması, evrende bir kaostan söz edilememesi ve evrenin insan tarafından keşfedilmeye açık olması, onun bir yaratıcısının olmasını zorunlu kılmaktadır. çünkü bu örnekler kendiliğinden olamayacak kadar derin bir temele dayanır. o halde bu kâinatın muhakkak bir yaratıcısı olmalıdır.

şüpheci: “iyi ama kem küm…?” ne oldu dilini mi yuttun? karşı tarafı safsata yapmak ile suçlayanlar safsatanın kralını yapıyor. kimse cevap vermeyecek diye düşündü herhalde. keşke şunları sözlük yerine günlüğüne yazsaydın.

ha buradan sonra tabii şüpheci yine kendi argümanlarını ortaya koyabilir ama olay andrew’in yazdığı kadar basit değil.. yani şu olayı aydınlanma diye yazıp bir de caner taslaman’a teşekkür etmesi gerçekten absürtlüğün nirvanalarından…

ya çok komik aynen aktarıyorum, andrew kurban ibadetini şöyle reddetmiş; “oysa masum hayvanların kanının allah'ın talep edeceği bir adak olmadığından hareket eden yeni bir ahlak anlayışı pek ala ağaç dikmenin allah'a samimi adanmışlığın bir nişanesi haline gelmesine sebep olabilir”. kur’an-ı kerimde kurban ibadeti ile ilgili ayeti (hac suresi ayet 37) de aynen yazıyorum; “onların etleri ve kanları asla allah’a ulaşmaz. fakat o’na sizin takvanız (allah’a karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır. böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı allah’ı büyük tanıyasınız. iyilik edenleri müjdele.” adam kurban ibadetini eleştiriyor ama kurban ibadetinin mahiyetinden haberi bile yok. kendi toplumunuza bu kadar uzak olmayın komik oluyor zira…