Cem Yılmaz'ın Bir Sözlük Yazarına Menemen Ismarladığı Beklenmedik Gelişen Anısı
geçtiğimiz aylarda bir gece, saat 11 suları.. canım nasıl sıkılmış.. ne yapsam etsem derken o ceketi gördüm. ne kadar severek aldıysam da pek giyecek fırsat bulamamıştım, o da meğer bu geceyi bekliyormuş.. hemen kalktım, giydim güzelce, aynada baktım kendime, saçlarımı attım geriye, "selam" dedim aynadaki yansımama..
gerizekalı bir mutluluk yayılmıştı bünyeme, ceket de mutluydu belli ki, sıkıca sarmıştı bedenimi. "kilo mu aldım yahu ben" demeye kalmadan kombinimi tamamlamıştım. akşam vakti durup dururken ayakkabısına kadar giyenen bir adam olduğumu farkedip daha fazla garipleşmeden kendimi dışarı atmam gerektiğini farkettim. ben adım attıkça sanki insanlar bana bakıyordu, onlar baktıkça ben daha bir uzuyor, daha bir sempatik oluyor, neredeyse herkese "selam" diyecek bir ruh haline bürünüyordum.. bürünüyordum da nereye gidiyorum hala bilmiyordum. derken bir bakmışım elim havada, sonra yine bir bakmışım saniyesine bir taksi önümde, adeta bir film sahnesi..
önde araba olmadığı için takip ettiremeyeceğimden aklıma ilk gelen cool semti yani cihangir'i söylüyorum.. sonra cihangir'i düşünüyorum, nerede olduğunu hesap etmeye çalışıyorum, taksimetreyi kesiyorum, of nasıl acıkmışım, acayip menemen bir gün, menemen günü, menemen yemeliyim derken taksicinin sorusuna *menemen* diye haykırıyorum. adam normalmiş gibi tekrar sorarak kendi alternatif yolunu öneriyor, olur diyorum ama sanki yollar birer yumurta, binalar biber, boğaz domates, geçiyoruz gidiyoruz derken bir ses beni uyandırıyor.. ağzım güzelim ceketime akmış, saç baş dağılmış, gözlerimi siliyorken "geldik abi 84 tl" diyor bir ses.. "yavv o fiyata menemen olur mu" derken tamam sen 70 ver diyor.. uykuluyken nereleri dolaştırdıysa verip iniyorum şirin mi şirin demek isteyip diyemeyeceğim bir cihangir sokağında.. bahar gecesi mi, puslu bir kış gecesi mi anlayamadığım pis pir soğuğu iliklerime kadar hissediyorum ve daha çok sarılıyorum ceketime, seviyorum arada iyi ki varsıni ısındım sayende diyorum ve koşar adımlarla ışıkları yanan ufak bir cafeye giriyorum..
nasıl girdiysem artık tüm mekan bana bakıyor.. ufacık, tefecik en fazla 8-10 masanın olduğu bir mekana girmiş bulunuyorum.. sahip çift hoşgeldiniz ile karışık nereye oturtacaz bunu şimdi korkusu ile "tt-tek kişi misiniz" şeklinde sual buyuruyorlar.. arkama bakıyorum, ceketimleyim diyemeyeceğime göre, "e-evet" diye kekeliyorum çiftler restoranına.. beni mekanın en arkasında, yapayalnızlar için özel yapılmış artık tozlanan yalnızlar masasına oturtuyorlar.. tek sandalye, masada tek bir gül, ve ilginç köşe bir yer, mekandan hafif ayrık durumda.. umursamadan geçiveriyorum.. sahip çift de tanıdık hani, tiyatro ünlüsü ama ünsüzü de olabilir, belli ki burada tutunmuşlar hayata, ay canım derken siparişimi soruyorlar.. normalde uzunca menü gözatışı ve kararsızlık yaşadığım bu anda menüyü itip, ağzımın kenarında bir gülüç ile sanki içimde bir cüneyt arkın varmış gibi "menemen istiyorum canım" diyiveriyorum kendimden emin.. tiyatrocu kız bir salağa cevap verircesine "burada menemen yok" diyor.. yıkılıyorum, lanet olsun sana entel cihangir cümlesini yutup "çay var mı bari" diyorum.. kız menüyü sert bir şekilde kapayıp üffleyip gidiyor.. anlıyorum ki çay var..
o üşümeden midir yoksa yalnızlığımın bu köhne köşede bana hatırlatılmasından mıdır bilmem çay içtikçe içiyorum.. aslında karnım da aç ama içimdeki cüneyt arkın nayır diyor.. köşedeki yansımamda kendimi görüyorum ve bacaklarımın uyuştuğunu, karnımın ağrıdığını hissediyorum.. çişim gelmiş meğer, panik yapmıyorum. insanlar aşağı yukarı iniyorlar tuvalete. benim köşede arkadamki paravanın yanında kapak görüyorum. kapaklara bayılırım, aşağı okunu da görünce kıza, "buradan tuvalete iniliyor dimi" soruma "hı-hı" şeklinde bir cevap alıyorum.. geldiğimden beri kimsenin umursamadığı bendeniz her zamanki gibi wc öncesi ödememi yapıyor ve dolabın kapağını kaldırıyorum.. kaldırıyorum da bu sefer beyaz bir kapak beni karşılıyor. daha bir meraklanıyorum.. kapakta bir ayak izi var, bu sefer sola çek diyor.. ayağımı basıp sola çekiyorum ve içine ışık hüzmelerinin girdiği bir depo görüyorum..
ceketim, merakım, menemen birbirine destek vererek bacağımı bu ne idüğü belirsiz yere sokmam için tezahurat yapıyorlar. bir bacağım içeride, bir diğeri yukarıda kalınca epey bir derinlik olduğunu keşfediyorum ve kafamla eğilip güvenli olup olmadığına bakıyorum.. bu bakışmada karşımda ağzına yemeğini götürürken kitlenmiş bir cem yılmaz ile karışılaşıyorum, "portakal suyunu çok severim diyor" bir şekilde gömleğime dökülmüş portakal suyunu işaret ederek, içebilirsin abi diyorum gömlekten.. "lan ne gazı var burada, bu neyip kafası" derken mekan sahibi kız ve sevgilisinin sesini duyuyorum.. "aaa orada depo mu varmış".. bu uyandırma servisi ile gerçek bir vaka içerisinde olduğumu farkedip iki bacağımı da boşluğa salarak, pılımı pırtımı toplamış şekilde ardımdan önce ana kapağı, sonradan beyaz kapağı sürüp eğilerek ışığa doğru yürüyorum artık..
bambaşka bir mekandayım.. adeta ben olmuşum alice, mekan olmuş harikalar diyarı, karşımda da gözlüğünü bir bilge edası ile koyup sigarasını söndüren cem yılmaz.. o da benim gibi güzel bir ceket giymiş, kol düğmesine kadar takmış ve benim gibi süslü bir mekanın alt katının en köşesindeki yalnızlar masasında oturuyor.. kendisine yaklaştığımı görünce gel abi otur diyor.. ben zaten sanldayeyi çekmiş bulunduğumdan normal karşılıyorum bu cümleyi. içimdeki yorgunluk, yalnızlık ve hüzün ile bir an arkama bakıyorum. mekanın güzel bir süslemesi olarak kurgulanmış şömine köşesinden bir noel baba edası ile çıktığımı farkediyorum, sonra afiyetle çorbasına devam eden cem yılmaz'a dönüyorum.. nedendir bilinmez "süzme mercimek mi o abi" diyorum.. bu alakasız soruya "çok severim" yanıtını geliyor, ama bu "ezogelin galiba" diyor ve sonra sormadan edemiyor, "ne yapıyorsun".. ben de gayet normal bir şekilde günümü özetliyorum, keyifleniyor epeyce absürtlüğüme.. ben de rahatlıyorum.. "yazılımcıyım" diyorum, ne isterlerse yazıyorum, milyonlar kullanıyor belki de, belki de gülüyorlar, küfrediyorlar yazdıklarıma diyorum.. "benim gibi desene.." diyor..
garson bölüyor sonra.. "misarifiniz geleceğini bilmiyorduk cem bey" diyor telaşla beni işaret edip, nereden geldiğimi de kestiremeyerek.. "ben de" diyor gülümseyerek, "tanrı misafiri" diye ekliyor. garson soruyor, "ne istersiniz".. ben elbette, "menemen" diyorum.. cem yılmaz kahkahası ile o yalnızlık ve hüzününü çokça ardında bıraktığını gösteriyor, garson da hafif bozuntu ile "bizde menemen yok" diyor.. ben nasıl girdiğimi anlayamadığım mekanın entelliğini kestirememenin verdiği üzüntü ile boynumu tam bükerken cem yılmaz kükrüyor! "sizde iki domates, iki biber, dört yumurta yok mu aslanım", iki porsiyon gönder derken ortayı işaret ediyor.. garson koşarak uzaklaşıyor, ben "into the middle" diyiveriyorum, tebessüm ediyor..
güzel ceketmiş diye işaret ediyor ceketime.. her şeyin onun başının altından çıktığını anlatıyorum.. sonra tereyağı kokusu sarıyor ortalığı, mekanın şefi elinde harika ötesi bir bakır kap içinde menemenimizi ikram edip özrünü diliyor, cem yılmaz gülümsüyor.. çayımız ile birlikte ortadan banarak menemenimizi yiyoruz.. bundan güzel skeç olur diyor ha diyor, ben bunda oynarım.. gülümsüyorum, tereyağına da ban diyorum cem abi'ye, oo ayıpsın diyor ve gece akıp gidiyor...