Conan'ın Yazarı Robert Ervin Howard, Karakteri Yaratırken Turancılıktan mı İlham Aldı?

robert ervin howard hakkında şu konu çok uzun yıllardır benim de aklımı kurcalar: bu adam bu kadar bilgiye, yaşadığı o küçük kasabada nasıl erişti?
biyografisini okuyan herkesin bildiği üzere adamın hayatında doğru düzgün büyük şehir görmüşlüğü yok desek yeridir. bütün hayatı batı teksas'ın kıç kadar bir kasabasında geçmiş. teksas'ın taşrası o dönem dünyanın en boktan bölgelerinden birisi. kimin kimi kopardığının belli olmadığı, vahşi batı sözünün doğduğu topraklar.
biyografisinde yazarın bu boktan ortamda kitaplara sığındığı. çocukken kafasını kitaplardan kaldırmadığı anlatılır da, kasabanın nasıl bir kütüphanesi olduğundan bahsedilmez. adama vahiy inmedi ya? elbet bir yerlerden okudu ama iskit kültlerinin ve türk mitolojisinin dip bucak detaylarını hangi kitaplardan öğrendiğinden, o küçük kasaba kütüphanesinin sahip olduğu hazinelerden bahsedilmez. benim deli gibi merak ettiğim kısım da tam olarak budur.
bence howard'ın kafasında bilinçli bir türk tasviri vardı
hatta beni s*ktir edin, hakkında yazılan bütün makalelerde de bu konuya vurgu yapılır. tarihsel bozkır kültürünü, avrupalıların egzotikleştirdiği turan mitosuyla birleştirip edebiyatın içine sokmuştur ki o dönem için gerçekten çok sıradışı kabul edilir. bugün hala turan kelimesi batılı fantezi yazarlarında howard referansıyla geçiyorsa, bu adam sayesindedir.
hyborian age evrenini yaratırken türk tarihine ve orta asya'ya dair bu kadar isabetli ve imgesel detaylar eklemesi bir tesadüf mü, yoksa bu adam gerçekten proto-turanofili mi, diye sormadan edemiyor insan. hayır, amerikan taşrasında büyümüş, ömründe tek bir göçebe türk görmemiş bu adam, göçebe türkleri bizden daha destansı anlatmayı başarır, aklım almaz.

intiharından sonra babası kitaplarını bağışlamış. hangi yazarları okuduğunu biraz araştırdım. genelde sir richard burton, edward gibbon, james fraze gibi dinozor olsa da işini bilen oryantalistlere dadanmış. erken dönem islam ve asya tarihçilerinin ingilizce çevirilerini okumuş. mitoloji konusunda ise iran, mezopotamya ve orta asya üzerine odaklı eski eserler var kütüphanesinde. dede korkut nüshalarını okumadan nasıl boğaç han vb. hikayeleri nasıl eklemiş benim için hala büyük bir muamma. belki de dergilerden vs. çeşitli tercümelerini okumuştur. yoksa erlik, umay, tuva mitolojisi vb. bilmesinin mümkünatı yok. hele son çeyrek asırda açılan çin arşivlerinden öğrendiğimiz sakalar hakkında bazı bilgileri bilmesinin mümkünatı yok.
üstelik sürekli asosyal olduğuna vurgu yapılmasına rağmen modern toplumu o kadar güzel analiz etmiştir ki şöyle demiştir:
barbarlık insanlığın doğal halidir. uygarlık ise yapaydır. tesadüfi bir hevestir. nihayetinde barbarlık galip gelecektir.
bizim öküz nesillerimiz ise turanı itin g*tüne sokmaya çalışıyor, basite indirgiyor. tarih sahnesinde osuruk kadar yeri olmayan spartalıları, vikingleri yıllardır her türlü mecrada izliyoruz da turanı howard'ın eserlerinden beridir görmüyoruz. yahu bir çoğumuzun haklı olarak kutsal kitap olarak tapındığı yüzüklerin efendisi bile tolkien'in bir gece ansızın aa ingilizlerin mitolojisi yok lan!? aydınlanmasıyla başladığı bir seriydi. içinde bizden çaldığı o kadar çok öge var ki zorlasak intihal davası açarız. biz elimizde var olandan tek eser çıkaramadık. adam olmayan mitleri yamşırtarak tarihe geçti.
howard ise okuduklarından süzdükleriyle dümdüz fantezi yazmamış. aksine o kadar niş detaylar eklemiş ki okudukça hayran kalmamak elde değil. mesela the lion of tarsahk gibi yarım kalmış bir hikayesinde bile conan'ı turan ordusuna sokar ve tarsakh adlı muhtemelen tarihteki otrar olan şehire gönderir. conan burada devşirme bir kumandan ile tanışır. adamın hikayesi dümdüz devşirme sistemimizi betimlerken, cengiz han'ın otrar kuşatmasını anlatır.
bütün eserlerinde geçen her turan sahnesinde geniş düzlükler, çadırlar, atlı birlikler, gürz ve yaylar, gümüş işlemeli zırhlar gibi tipik türk savaşçı detayları öne çıkarır. howard'ın gözünde turanlılar, hem barbarın asaletini hem de doğunun tehlikeli cazibesini taşır. ne tamamen kötü, ne de kahramandırlar ama her zaman güçlü ve belirleyicidirler. farkındaysanız aynı anlatı vikinglerle alakalı bütün son dönem anlatılarında vardır.

yazarın, bugünün popüler tabiriyle incel bir karakter olduğunu, neticesinde hayal gücü gelişirken asosyal kaldığını, hayatı boyunca arkadaşsız ve kadınlarla iletişiminin sınırlı olduğunu, her şeyin ötesinde, annesiyle ölesiye toksik bir bağ kurduğunu anlatmama gerek yok. bunu herhangi bir wiki makalesinde kolaylıkla bulabilirsiniz.
bu bilgilerin tek önemi, yazarın gidip birilerini kesmek yerine conan karakteri üzerinden psikolojik bilinç pilavını dumanı tüterken önümüze sunmasıdır. belki ayıp olacak ama bu sik gibi psikolojisinin bize yaramasından ötürü mutlu değilim desem yalan olur. bu yüzden gecenin üçünde beynimde kira vermeden yaşıyor adam.
kimin söylediğini hatırlamadığım çok güzel bir söz var: bir adam, bir karakter yaratır. sonra yarattığı karakter, o adamı öldürür ve bir olurlar. bu karakter ise sonsuzluğun içinde durmadan yankılanır.
bahsi geçen bu karakter de howard için conan'dır. çünkü conan, howard'ın olmak isteyip olamadığı adamdır. conan kaslı, korkusuz, yer yer acımasız ve ilkel bir ahlaka sahiptir. uygarlığın iki yüzlülüğüne ve yozlaşmış kurumlarına karşı, acımasız doğanın ta kendisidir. belki bir vahşi gibi yaşar ama filozof gibi düşünür. howard kendi kırılgan ruhunu conan'ın kaslı bedenine, kompleksli kimliğini onun barbar saflığına sokuşturmuştur.
hatta freud dirilse, howard’ı psikanalize almak için para öder, yazacağı kitaptan telif hakkı verirdi bence. çünkü bu kadar net bir oidipus kompleksi, ve bu kadar görünür bir projection az bulunur. bir de howard da her dahi gibi müthiş öngörü sahibidir. conan'a yazdığı şu sözün ne kadar değerli olduğunu bugün hepimiz görüyoruz.
civilized men are more discourteous than savages because they know they can be rude without having their skulls split, as a general thing.
uygar insanlar, barbarlardan daha vahşi olurlar. çoğu zaman kaba olurlar çünkü kafa taslarının ikiye ayrılmayacağına güvenirler.
bu söz bence bütün türk erkeklerine miras kalmalı. dayak yememiş insanın özgüvenine, temkinsizliğine müthiş bir göndermedir. dayak, cennetten çıkmış mıdır bilmiyorum ama özellikle erkek için elzem bir tecrübedir. siz, siz olun ağzınızın ayarını kaçırmayın zira o uygar bedeninizin bütünlüğünü bir gün çok kötü bozabilir, pekmezinizi akıtabilirler. bizim gencoların alması gereken feyz ise bunun uygulama kısmıdır. önüne gelene humanizm kasacağınıza bir kaç kafa kırsanız bugün bir çoğu kafasını deliğinden çıkaramaz, toprağınıza göz dikemezdi.
yukarıda bahsettiğim gibi göçebe kültürünü bu kadar iyi anlamış ve ince detaylarıyla yansıtabilmiş tek örnektir. başkası varsa da ben bilmiyorum. conan hikayelerinde hep bir yalnızlık vardır. çizgi romandan değil howard'ın bizzat yazdıklarından bahsediyorum. dikkat edin, conan nadiren bir yere kök salar. bir şehir kurmaz, bir krallık yönetmez, bir kadına bağlanmaz. king conan gibi çizgi roman serileri o yüzden zayıftır. howard'ın hikayelerindeki conan, sürekli yolda, sürekli çatışma içindedir. dünyanın zaten bir ev olduğu ve insan hayatının sabit bir yaşam kurmak için çok kısa olduğunu mükemmel şekilde anlatır.
conan dünyasında turan hep batının şehirleşmiş, çürümüş uygarlıklarıyla çatışma içindedir. klasik doğu-batı çatışmasının barbar romantizmiyle işlendiği bir ortam vardır. howard'ın anlatımında turanlılar çoğu zaman onurlu düşmanlar ya da doğal insanın temsilcileri olarak karşımıza çıkar. bu bir tesadüf değildir zira aynı conan da böyledir.
yani howard sadece türk tarihinden beslenmemiş, bence bir tür batılının kafasında şekillenen barbar türkü idealize etmiştir. bugünkü fantezi edebiyatında rastladığımız starklar, dothrakiler, klingonlar gibi kurgusal halklar da bu mirasın yansımalarıdır. dikkat ederseniz got'un yazarı olan şişko da aynı ögeleri kullanır ama onunki çok daha çiğ ve yüzeyseldir. howard, bozkır felsefesini binlerce kilometre uzakta bir insan en iyi nasıl anlayabilecekse öyle anlamıştır. beni şaşırtan da budur. biz hepi topu bir asır önce çadırda yaşayan yörüğe anlatamıyoruz. herif bin yıldır yerleşik olan atalarına rağmen konuyu bizden iyi çözmüş.
howard’ın diğer karakterlerine bakıldığında da bu patolojik yapı bozulmaz. solomon kane, kull, bran mak morn... hepsi bir şekilde dışlanmış, yalnız, yollara düşmüş figürlerdir. hepsi howard’ın kendisi gibidir. bu adam intihar ettiğinde henüz otuz yaşındaydı. hayatının son dört yılında conan dünyası üzerinde çalışmaya başlamıştı. bana sorarsanız mozart'ın dört yaşında kralın önünde klavsen çalması neyse fantastik-kurgu edebiyatı için 26 yaşında bir yazarın bir asır önce bu kadar detaylı bir dünya yaratmış olması da o derece deha belirtisidir. bu yaşta bu kadar üretken ve yaratıcı olmuş yazar pek nadirdir.

o yüzden howard benim için sıradan bir yazar değil, bir ruh halidir. yazdığı her hikaye, içindeki fırtınayı kağıda boşaltmak için kullandığı birer araçtır. conan ise bu fırtınanın en yıkıcı enstrümanıdır. günümüzün popüler kültüründe kaslı bir barbar olarak yüzeysel kalsa da, conan aslında howard'ın bastıramadığı öfkesinin, asosyalliğinin, yalnızlığının ve ölüm arzusunun ete kemiğe bürünmüş halidir.
sanırım gerçek dahilerin yaş limiti 30 ile sınırlı. beyinleri kendilerine ağır mı geliyor nedir ürettikleri ne varsa efsaneleşiyor ve bununla yetinerek hayata göz yumuyorlar. robert ervin howard da istisna değil. kısacık hayatı boyunca 400 üzerinde kısa hikaye, 700'den fazla şiir yazmış. ayrıca fantastik kurgunun bir alt türü olan sword and sorcery'i icat etmiştir.
huzur içinde uyu robert
sen öldükten tam 60 sene sonra bir çocuk, senin yaşadığın topraklardan on binlerce kilometre uzakta sahaflarda gezerken üç kuruşa conan çizgi romanları buldu ve seni tanıdı. sonra orijinal eserlerini okuyarak sana hayran kaldı. aradan 30 sene geçti ve hala seni düşünüyor. senin yaşadığından daha fazlasını yaşadı, çocukları olursa onlara da seni okutacak. böyle bir hayalin var mıydı bilmiyorum ama adın sonsuza kadar yankılanacak.
“let me live deep while ı live; let me know the rich juices of red meat and stinging wine on my palate, the hot embrace of white arms, the mad exultation of battle when the blue blades flame and crimson...”
“yaşadığım sürece derin yaşayayım; damağımda kızıl etin sularını ve yakıcı şarabı tadayım, beyaz kolların sıcak kucaklayışını bileyim, mavi kılıçlar parlayıp kana bulanırken savaşın çılgın coşkusunu hissedeyim...”