Doom Metale Merak Salanlar İçin Hem Öğretici, Hem de Keyifli 25 Albüm Önerisi
bu yazı için 25 tane sevdiğim, benim için özel doom metal albümünü seçtim. “en iyi 25 doom metal albümü” gibi bir iddiam yok. bunun yerine türe merak saranlara tavsiye edebileceğim, türe çok şey katmış, klasik olarak değerlendirilebilecek albümleri seçtim. black metal listesinde olduğu gibi objektif olmaya çalıştım ama elbette subjektif tercihlerim de oldu.
listeyi hazırlarken saf doom metale odaklanmadım; listede funeral doom metalden, doom death’e, traditional doom’dan gotik doom’a, doom metale yapılmış farklı yaklaşımlar bulunmakta. bu yüzden listeyi "doom metal albümleri" listesi olarak değil de "doom metal öğeleri barındıran albümler listesi" olarak değerlendirmeniz daha sağlıklı olur. ayrıca her gruptan da tek albüm seçtim ki yelpaze daha geniş olsun. (yoksa epey bir black sabbath albümü olurdu listede.) yine bir sıralama söz konusu değil, tamamen gelişigüzel bir sırayla yazıyorum.
the 3rd and the mortal - tears laid in earth (1994)
daha sonradan deneysel rock işlerine girişecek olan norveçli grubun kariyerinin ilk albümü doom metalin incilerinden. bu albümü sevmek için de doom metal hastası olmanıza ya da metal müziğe ilgi duymanıza filan bile gerek yok. azıcık müzik dinlemekten hoşlanıyorsanız yeterli. açın albümü; norveç'in meleklerinden kari rueslatten'in duru sesi tek başına karşılasın sizi (vandring). bu kısa girişten sonra why so lonely gelsin ve sizi sonbahar atmosferinin hakim olduğu başka dünyalara götürsün... yumuşak, kolay dinlenen, hüznü asla elden bırakmayan ama sizi boğmayan bir albüm. listede yer alan bazı albümler gibi mezarınıza toprak atmaya çalışmıyor, onun yerine bir dostmuşçasına elini omzunuza koyup, gözlerinizi kurulamak için bir mendil uzatıyor. muhteşem bir atmosfere sahip, kalbinize girmeyi ve sizi kapaktaki yalnız ağacın altına göndermeyi zahmetsizce başarabilen eşsiz bir albüm. grubun bu albümden sonraki kısacık diskografisi (özellikle painting on glass) ve grupla yollarını ayıran kari rueslatten'in de önce folk ağırlıklı sonra alternatif popa kayan solo kariyeri de keşfetmeye değerdir.
funeral - tragedies (1995)
yapılmış en iyi doom metal albümlerinden birisi. belki de en iyisi… funeral doom diye anılan tarzın öncülerinden, beauty and the beast tarzı vokal kullanımının (bknz; theatre of tragedy’nin klasik zamanları) en eski örneklerinden… tahmin edebileceğiniz üzere çok süper gitar soloları var, davulcu çok teknik filan diye övebileceğim bir albüm değil. albümün özelliği, duyduğunuz notaların bir süre sonra, albümü dinlediğiniz ortamda somutlaşması ve yavaş yavaş üzerinize gelmesi, sizi sıkıştırması, nefes almanızı zorlaştırması ve sizi yavaş yavaş boğması… brutal vokalleriyle (2003 yılında intihar eden) einar fredriksen sizi boğma görevini üstlenirken, ağlayan melek vokalleriyle toril synen gözlerinizin ıslanmasına sebep oluyor. (albümün ikinci şarkısı under ebony shades’in 2.34’üncü saniyesindeki minicik iç çekiş o kadar yıldan sonra hala gözlerimi doldurur.) grubun temel direği olan, kurucu üye anders eek ise davul ataklarıyla bu ölü müziğe canlılık katıyor. doom metal arşivimin tartışmasız en özel ve en sevdiğim albümü.
katatonia - brave murder day (1996)
90'ların (metal müzik adına) çığır açan, müzik anlayışını değiştiren albümlerinden brave murder day benim de hayatımı değiştiren, müziğe daha da çok aşık olmamı sağlayan albümlerden... bu albümde katatonia'nın muhteşem ikilisi anders nyström ve jonas renkse doom metalin kurallarına bağlı kalmadan doom metal topraklarında dolaşmanın yolunu buluyorlar. bu bakımdan klasik bir doom albümü değil brave murder day. albümde, önceki albüm dance of december soulsun black/doom kırması yapısı ile the cure'un post punk anlayışı ve çeşitli shoegaze etkilenimleri arasında köprü kurulmuş. bu formül en içten gelen duygularla beslenmiş, üzerine biraz gözyaşı akıtılmış ve sonuç eşsiz. opeth'in esas adamı mikael akerfeldt'in neredeyse opera vokalisti estetiği ile icra ettiği kusursuz brutal vokalleri de albüme ayrı bir karakteristik katıyor. müzik ise daha sonra onlarca grubun taklit edeceği kendini defalarca tekrar eden ve müziği sürükleyen akıcı gitar rifleri üzerine kurulu. albümde 6 şarkı var ve her biri başka bir kişinin en sevdiği şarkı olabilecek kapasitede. şarkılardan tek tek bahsedesim var aslında ama yazıyı katatonia yazısına çevirmekten korkuyorum. sadece brave'in tam 3. dakikasında giren ve sonsuza kadar süren rifiyle çığlık atmak istediğimi, murder'ın girişindeki rifin yazılmış en güzel gitar riflerinden olduğunu, 12'nin "the moon gave me flowers for funerals to come" gibi sözlerinin beni çok etkilediğini buraya sıkıştırmış olayım.
my dying bride - turn loose the swans (1993)
ilginç bir şekilde şimdilik aklıma gelen albümlerin hepsi birbiriyle yakın tarihlerde çıkan albümler. bakalım ne kadar devam edecek. bu sırada ise onlarsız doom metal listesi yapamayacağım my dying bride var. turn loose the swans ise bu türde müzik yapan pek çok insanın da röportajlarda filan doğruladığı üzere bir doom death klasiği ve doom metali fazlasıyla etkilemiş olan albümlerden. grup isminin yaratacağı beklentinin aksine grubun hüznü ve karanlığı çok salya sümük ağlamalık, yaratılan soğukta titremelik aşırı sert bir hüzün değil. grubun hüznü daha çok vampirik atmosfere sahip dev bir kalede ya da sarayda, şömine ateşi başında elindeki şarabını yudumlarken kapılındığı düşünülebilecek, daha şiirsel, daha farklı atmosfer taşıyan bir hüzün. albümün açılışında 7 küsür dakikalık keman ve piyano eşliğinde aaron "you left me above myself, with the ghostly lake of your mind" diye sesleniyor kulaklarımıza. gel de şarap yudumladığını hayal etme. hep böyle gitmiyor tabi ki albüm. aaron yeri geldiğinde böğürüyor da, müziğin kendini kaybettiği anlar da oluyor. ancak derinlerdeki bahsettiğim o farklı şiirsel kraliyet hüznü yerini hep koruyor. my dying bride, funeral ya da skumring gibi ağır bir acıyla dünyanızı başınıza yıkmaya gelmiyor. bunun yerine dünyanızı hüzünlü bir krallığa çevirip, tacı kendilerine alıp sizinle karşılıklı şarap içiyorlar.
ahab - call of the wretched sea (2006)
okyanusun derinliklerinde dev bir ispermeçet balinası, ağır ağır ilerliyor, vücudu yaralar ile dolu. umursamadan gururla ilerlemeye devam ediyor. ama yavaş... çok yavaş... ahab'ın müziği bana çok net bir şekilde bu duyguyu veriyor. bu müziği dinlerken okyanusun boğucu atmosferi içinde derinliklerdeyim ve yavaşça (ama çok yavaşça) ilerleyen bir balinayı gözlemliyorum. müzik monoton, çok değişkenlik göstermiyor, güçlü gitarlar ve klavyeler balinanın büyüklüğünün ve gücünün kanıtıymışçasına varlar. vokal ise okyanusun sesi adeta... boğuk ve derinden... albümü bu kadar benimsememin sebebi moby dick'i çok sevmem mi bilmiyorum ama şunu biliyorum; funeral doom denilince akla gelecek en güçlü albümlerden birisi call of the wretched sea. grubun depresif temalar seçip onlar üzerine şarkılar yazmak yerine isminden şarkı sözlerine tamamen moby dick konseptini benimsemesi ve bunu kendi ağır müzikleriyle birleştirmeleri çok orijinal. elbette moby dick temalı müzik yapan ilk grup değiller. ama moby dick'in (hem balina hem de bir edebiyat eseri olarak) devasalığını ve ağırlığını funeral doom'un ağırlığı içinde sunma fikirleri muhteşem. grubun gitaristlerinin asıl projesi için ise midnattsol'a bakabilirsiniz. asıl projelerinde vasat üstü denilebilecek seviyede gotik - folk takılırlarken bu projede bir doom metal başyapıtı yaratmış olmaları şaşırtıcı.
disembowelment - transcendence into the peripheral (1993)
disembowelment bizleri avustralya'dan selamlıyor. ama uzun uzun selamlaşıp konuşmuyoruz. çünkü bir kere selam verip arkalarını dönüp kaçmışlar. demo, ep filan gibi çalışmaları saymazsak grubun sadece bir albümü var. ama bu selamlama bizde öyle bir etki bırakıyor ki aradan geçen 29 yıla rağmen hala disembowelment'ı tek albümüyle de olsa hatırlıyouz. peki bu albümde ne var? orijinallik ve benzersizlik aklıma gelen ilk kelimeler. yarattığı duygunun benzersizliğinden çok müzikal anlamda bir benzersizlikten bahsediyorum bu sefer. grubun elemanlarının aslında bacteria isimli bir death grind grubu varmış. ve ne yaşadılarsa birden bire bir doom metal albümü yapmak istemişler. ama 1993 yılı için oldukça yeni bir fikirle, yaptıkları doom metal müziğe grind zamanlarından kalma fikirler eklemişler. bu da ilk dinleyişte "bu ne lan?" duygusu yaratsa da alıştıkça insanın tekrar tekrar dinleyesi geliyor. kusursuz bir doom death eseri. gitar doom metal rifleri sunarken arkada davulun grind gitmesine filan varım diyorsanız buyrun. ama bunun da suyunu çıkartmadıklarını belirteyim. genel anlamda doom-death klasikleri arasında rahatça yer bulabilecek bir yapıya sahip. farkı ilginç ve orijinal fikirlerle beslenmesi.
skumring - de glemte tider (2005)
tek albümü olan başka bir grupla devam edeyim; norveçli skumring'in de diskografisi pek kalabalık değil. tek bir albüm ve bir de demoları var. söz konusu albümde ise sadece üç şarkı... ama funeral doom metal için normal olarak toplamı 44 küsür dakika olan 3 şarkıdan bahsediyoruz. ismi norveççe alacakaranlık anlamına gelen skumring'in 3rd and the mortal ve funeral arası bir müzik yaptığını söyleyebilirim. müzik funeral'ın ağırlığına sahip ama farklı olarak daha az hareketli, daha monoton, daha az değişken. vokalist seçil ise (cecilie) kari rueslatten'ın tears laid in earth albümüne benzer bir performans sergiliyor. grup sırtını tamamen atmosfere dayamış ve sabır gerektirecek bir yavaşlıkta çaldıkları enstrumanları ile muhteşem bir atmosfer yakalamışlar. brutal vokal yok, davul atağı yok, albüme ismini veren şarkının ortasında giren numunelik sert gitar rifini saymazsanız ani değişimler yok. eğer 18 dakika boyunca aynı gitar rifini dinleme fikri sizi açmıyorsa bu albüm hayatınızda dinleyeceğiniz en korkunç şeylerden birisi olabilir. ama doom metal seviyorsanız ya da kendinizi hüznün kollarına bırakmak çekici geliyorsa bu albüme hayır diyebileceğinizi sanmıyorum. ama her zaman dinleyemeyebilirsiniz. müziğin monotonluğundan değil, yarattığı duyguların ağırlığından...
theatre of tragedy - velvet darkness they fear (1996)
üst üste çok ağır albümler seçtim, biraz nefes almak için modu değiştireyim. biraz daha gotik ve senfonik yanı ağır basan bir albüm seçeyim. tabi ki böyle bir seçim için ilk adresim 90'ların kendi türünde en popüler ve en etkili gruplarından theatre of tragedy olacak. beauty and the beast tarzı olarak isimlendirilen erkek brutal vokal, meleksi kadın vokal tarzını ilk kez sunan değil ama popülerleşmesine ve defalarca taklit edilmesine neden olan en önemli grup theatre of tragedy. velvet darkness they fear doom/gotik metalin tartışmasız başyapıtı. bu türün vaat edebileceği her şeye sahip: karanlık ama boğucu olmayan aksine akıcı riffler, melekle şeytan arasındaki büyüleyici düet, elektro ve akustik enstrümanlar arasındaki beauty and beast vokal tarzını andıran bir uyum ve vampir romanlarında görülebilecek tarzda romantik bir atmosfer... kadın vokalde liv kristine'in sıra dışı bir performans çizdiğini ve bu performansıyla metal müzik içindeki melek sesli kadınlar arasında önemli bir yer edindiğini belirtmeden de geçmeyeyim.
anathema - serenades (1993)
doom metal denilince akla gelen gruplardan olsa da, anathema'nın doom metal kataloğu, tüm diskografilerinin yanında oldukça kısıtlı. (ilk iki stüdyo albümleri serenades, the silent enigma, ve ep'ler; the crestfallen, pentecost iii) ancak bu kısıtlı kataloğun her biri tarzı için önemli çalışmalar. benim için en önemli olanı ise grubun ilk stüdyo albümü serenades. dürüst olmak gerekirse, ilk dinleyişlerde çarpma özelliği daha yüksek olan, daha iddialı, taşıdığı acıyı daha açıkça gösteren the silent enigma'yı eskiden daha çok seviyordum. ancak zaman içinde daha basit, daha ilkel, saf doom-death albümü olan serenades kalbimde daha önemli yere sahip oldu. özellikle giriş şarkısı lovelorn rhapsody benim en sevdiğim, dinlemekten asla bıkmadığım anathema şarkısı. bunun yanında jait fait une promesse çok güzel bir sürpriz ve sleepless gelecekteki anathema'nın sinyallerini veren çok iyi bir hit.
desire - infinity... a timeless journey through an emotional dream (1996)
söz konusu metal müzik ise, portekiz denilince aklınıza doğal olarak ilk moonspell geliyordur. black metal özel ilgi alanınıza giriyorsa son zamanlarda gaereamutlaka ilginizi cezbetmiştir. ve doom metal yakından takip ettiğiniz bir tür ise desire'ı mutlaka duymuşsunuzdur. duymadıysanız da mutlaka duyun. desire efsanevi bir albüm çıkarıp ortadan kaybolan doom metal gruplarına benzer bir diskografiye sahip. ama bir değil iki albümleri var ve ikisi de muhteşem albümler. ben listedeki 90'lar ortası albümlerin sayısını arttırmak için ilk albümlerini seçtim. ama 2002 tarihli `locus horrendus - the night cries of a sullen soul...`isimli albüm de aynı oranda tatmin edecektir. seçtiğim albüm infinity ise ismindeki gibi size zamansız bir yolculuk vaad ediyor ve bunu doom death tarzda olan müziklerini tutkulu bir atmosferle size sunarak yapıyorlar. uzun şarkı süreleri ile sırtını sırf atmosfere dayamış gibi görünse de bu tür içinde karşınıza çıkabilecek en güçlü ve en depresif gitar riflerinden bazıları bu albümde. doom death türünün hakkını veren, türün en depresif ve özel albümlerinden birisi. özellikle introyu takip eden leaving this land of the eternal desires bir doom metal başyapıtı. doom-death seviyorsanız lütfen bu şarkıyı dinleyin.
winter - into darkness (1990)
tek bir albüm çıkartıp sonradan kaybolup gitmek, ancak çıkan bu albümün türün en önemli albümleri arasında girip yıllarca listelerde yer alması doom metalin özüne çok uygun bir durum. bir anlığına acınızı haykırıp kayboluyorsunuz, ancak haykırışınızın yankısı uzun yıllar başka insanların kulaklarında çınlıyor. listemde bir çok böyle albüm var ve aralarında en ünlüsü, en kült haline gelmiş olanı da winter'ın 1990 yılında çıkarttığı into darkness albümü. müzik tarihinin en ilham verici gruplarından celtic frost'un etkisini bu albümde çok yoğun görüyoruz. vokalist her ağzını açtığında, her "uuggh" dediğinde adeta ben celtic frost hastasıyım diye bağırıyor. müzik de temelde celtic frost'un hızının biraz düşürülmüş bir halini sunuyor bizlere. ama bütün bu celtic frost etkisi grubu basit bir taklit haline çevirmiyor. grup, black metalden death metale etkilediği bir çok metal müzik türü olan celtic frost'un doom metal etkisinin müzik piyasasında somutlaşması konusunda önemli rol oynayarak bir çok gruba kapı açıyor. bu bakımdan doom metalin mihenk taşı albümlerinden birisi. biraz daha yavaş, daha çirkin, daha kirli, doom death yönü baskın bir celtic frost'a kollarını açabilecek dinleyiciler için şiddetle tavsiye. bu albümün bende yarattığı en büyük acılardan birisi de bu albümün ilk baskı orijinal cd'sini paraya ihtiyacımın olduğu bir dönemde yüksek bir bedele satmış olmam. sonradan bulabileceğin bir şeyleri satsana salak... bugün hala arşivimde boşluğunu hissederim.
candlemass - nightfall (1987)
epik doom metal severlerin bu yazıyı buraya kadar dişlerini sıkarak okuduğunu biliyorum. "bunlar hep doom death, doom gotik, asıl doom metal şudur budur" diye patlamak üzereler. o yüzden yelpazeyi biraz daha genişletelim ve doom metal tarihinde efsanevi bir yere sahip olan candlemass'e yer verelim. aslında bir doom metal listesine isveçli grubun debut albümü epicus doomicus metallicus daha çok yakışırdı. çünkü tartışmasız metal müzik tarihinde çok daha önemli bir yere sahip söz konusu albüm. ancak bu noktada biraz kişisel zevklerimi ön plana çıkararak nightfall'u seçtim. epicus doomicus metallicus albümüne göre nightfall'un üstün yanı, gruba bu albüm ile katılan messiah marcolin. daha 20 yaşındayken öyle bir performans sergilemiş ki grubun epikliğini başka bir boyuta taşımış. öyle bir performans ki adeta zirvedeki yeri tartışılmaz bruce dickinson'a meydan okuyor... vokalin muhteşemliği bir yana müzik o kadar epik ki, gitar, bas davul gibi enstrumanlar ile çalınmasına rağmen adeta bir senfoni orkestrası dinliyoruz. albümün muhteşem kapağı da içindeki bu epikliği yüzüstü bırakmayacak kadar alımlı. doom metal tarihinde daha önemli yere sahip bir albüm için epicus doomicus metallicus'a bakın. ama nightfall'u da sakın ihmal etmeyin. çok şey kaçırırsınız.
saint vitus - born too late (1986)
doom metale giriş dersi mi almak istiyorsunuz? black sabbath'ın ilk dönem albümlerini dinlediniz mi? pentagram (amerikalı olan), electric wizard, trouble gibi gruplara da baktınız mı? tamamdır, o zaman sizi böyle alalım. çünkü st. vitus bu dersin tamamen anlaşılması için önemli rol oynayacak. grubun en iyi albümü olarak anılan born too late traditional doom metal türünün muhtemelen en saf ve en başarılı örneği. grup bu albümde black sabbath'ın 70'lerdeki geniş yelpazeye sahip yönlerinden en kasvetli ve en ağır unsurlarını alıyor, gitar tonunu biraz daha karanlıklaştırıyor, davul ve basın rolünü kısıtlayarak onları sadece ritm tutan enstrumanlara çeviriyor ve direksiyona vokalleri oturtuyor. vokalist wino elbette bir ozzy değil ama çok ozzy dinlediğini belli eden bir performans ile müziğin yönünü başarıyla tayin ediyor. "ben doom death seviyorum, bu eski sound beni sarmıyor" deyip bu albümü atlamayın, inanın 90'ların doom death gruplarını kıskandıracak rifler var albümde. toplumdan dışlanmakla ilgili, fazla şiirsel olmayan basit sözleri ("i have friends only i can see") ise belki de albümü daha erişilir kılıyor ve empati kurmayı daha kolaylaştırıyor. dinlemediyseniz pembe kapaklı doom metal albümü mü olur demeyin, bir şans verin.
pentagram - relentless (1985/1993)
doom metale giriş dersine devam.. sırada pentagram var. hayır bizimki değil tabii ki. amerikalı olan, black sabbath'ın çığır açan müziğini aratmayan, traditional doom metal bayrağını en iyi taşıyan gruplardan birisi. karışıklığı gidermek için söylemeliyim ki bu albüm ilk olarak death row isimli bir grubun demosu olarak gün yüzüne çıktı. grup ismini pentagram olarak değiştirince de demo 1985'te pentagram'ın ilk albümü olarak yayınlandı. 1993 yılında ise metal müzik için önemli plak şirketi peaceville söz konusu albümün tracklistini güncelleyerek relentless ismiyle yeniden bastı. müzik ortamlarında da albüm genelde relentless olarak anılır. müzikal olarak ise albüm doom metali tanımlayan albümlerden birisi olarak kabul ediliyor. black sabbath'a doyamıyorsanız (albümde paranoid tarzı bir hit bile var; sign of the wolf) veya sabbath'ın tahtında yapayalnız olduğunu düşünüyorsanız pentagram'a mutlaka göz atın. bu kirli heavy/doom metal klasiğini kaçırmayın.
paradise lost - icon (1993)
my dying bride ve anathema'nın olduğu bir listede elbette paradise lost olmasa büyük eksik olurdu. 90'ların başlarında yaptıkları ile ingiliz doom death'in güçlü üçlüsü sayılan bu gruplardan paradise lost'un diskografisi bir dolu ihtişamlı albüm ile dolu. ilk zamanlarında çıkardıkları doom death klasikleri gothic ve shades of god albümlerini ya da icon albümü ile başlayan gotik metal etkisinin yoğunlaştığı draconian times albümünü bu listeye sokabilirdim. bunun yanında 2009 itibariyle girdikleri daha olgun doom metal döneminin 5 albümü de grubun klasik zamanlarına meydan okuyacak güçte. dolayısıyla bir paradise lost albümü seçmek oldukça zor oldu. bu yüzden burada fazlasıyla subjektif davranarak, grubun benim için en özel şarkısı olan true belief'in olduğu albümü yani icon'u seçtim. true belief hayatım boyunca en çok dinlediğim şarkılardan ve grubun ismi geçtiğinde aklıma gelen ilk şarkı. albüm ise grubun doom-death köklerinden ayrılıp gotik patikalarda gezmeye başladığı ilk albüm. doom metal ile dirsek temasını korurken bir yandan da gotik metal alt türünün en önemli esin kaynaklarından kabul edilir. daha saf doom death dinleme tecrübeleri için adresiniz ise gothic ya da shades of god albümleri olsun. muhtemelen listeye daha çok yakışırlardı ama yapacak bir şey yok. true belief...
tiamat - clouds (1992)
tiamat kalbimde özel yere sahip gruplardan. (bir dolu müzik grubu ile dolu kocaman bir kalbim var) clouds albümü ise aslında kolayca doom metal diye etiketlenebilecek bir albüm değil. tiamat'ı tiamat yapan diğer albümlerde de olduğu gibi kendine has bir yapısı olan, türlerin üzerinde bir albüm. doom metal ise albümde hissedebileceğiniz bir dolu baharattan sadece bir tanesi. saf doom metal albümleri listesi yapmak gibi bir iddiam olmadığı için clouds'u da bu listeye almakta sakınca görmüyorum. albümdeki müziği anlatmaya çalışırsam; geleneksel heavy metal elementlerine progresif bir yaklaşımla yedirilmiş doom metal ve gotik rock öğeleri sonucu ortaya çıkan, death metalle de dirsek teması olan, barındırdığı sertliğe rağmen romantik bir havaya sahip çoğunlukla orta ya da düşük tempolu şarkılardan oluşan bir albüm. (bu cümle için küfürlerinizi lütfen bana değil bu müziğin yaratıcısı johan edlund'a gönderin) rifler genelde basit ama akılda kalıcı ve etkileyici, davullar ise çok teknik işlere girmeseler de çok ön planda ve çoğunlukla şarkının temposunu değiştirme konusunda önemli rol oynuyorlar. çoğu parçada davulun başrolde olduğu söylenebilir. albümün doom metal adına en güçlü anlarını ise a caress of stars ve undress ile yaşıyoruz. anlatırken biraz zorlandım ama aslında basit bir albüm. ancak bu basit fikirler grubun kalıplara sığmayan fikirleri ile ortaya konulunca anlatması güç bir başyapıt çıkmış ortaya. (az kullanaydın şu uyuşturucuları johan) grubun bir sonraki adımı wildhoney de ayrı bir başyapıt. bu albümü tanımlarken kullandığım bazı öğelerin geri çekilmesi ve yerine dünya dışı bir atmosfer ve bolca pink floyd etkisi konulması ile oluşturulmuş olan wildhoney apayrı bir yazı konusu.
officium triste - ne vivam (1997)
yukarıdaki kaotik tiamat anlatımımdan sonra oldukça basit anlatabileceğim bir albüm ile devam edelim. hollanda'dan bizleri selamlayan officium triste 90'ların başındaki doom death hareketinden çok etkilenerek 90'ların sonuna doğru bu tarzın saf ama oldukça etkili bir çalışmasını ortaya koymuş. kötü prodüksiyonunun albümün çiğliğini daha da çok öne çıkartarak albüme olumlu yönde hizmet ettiği, melankoliyi elden bırakmayan, türünün kurallarına sadık bir çalışma ne vivam. türe yenilik katan, sıradışı pek bir şey yok. albümün güzelliği ise türün kurallarına uyularak, yeni bir şey denenmeden; ama alabildiğine içten ve samimi duygularla, türün olabileceği en iyi örneklerinden birini sunuyor olması. basit ama güçlü ve melodik rifler bulunmuş, yavaş rifler funeral veya my dying bride'ın da yaptığı gibi davul ataklarıyla beslenmiş, ağır ama dinleyeni sıkmayan, ilgisini kaybettirmeyen samimi hava yakalanmış, pesimist duygular en basit kelimelerle anlatılmış vs. özetle doom yönü ağır basan bir doom-death albümün size verebileceği her şeyi kusursuzca sunarak doom metal tarihinde anılmayı hak etmiş bir albüm.
skepticism - lead and aether (1998)
the third and the mortal'ın ilk albümü ile ilgili yazarken "listede yer alan bazı albümler gibi mezarınıza toprak atmaya çalışmıyor" demiştim ya... işte mezarınıza toprak atmayı kafasına koymuş gruplardan birisi funeral doom tarzının da öncülerinden olan skepticism. sadece mezarınıza toprak atmakla kalmıyor, olur da uyanır ve çıkmaya çalışırsanız kafanıza kürekle vurmak için de hazır bekliyorlar. o kadar boğucu, o kadar ağır bir albüm lead and aether. müzik oluşturulurken hiç melodik olsun, hüzünlü bir gitar rifi olsun filan diye düşünmemişler. sadece klavye ve gitar desteğiyle altında ezileceğiniz dev bir ses duvarı oluşturmuşlar, bir kuyunun derinliklerinden gelircesine boğuk bir vokalle de bunu destekleyip acımasızca dinleyicilerine sunmuşlar. ambient - funeral doom arası, bas gitarsız, ruhsuz, karanlık, soğuk bir albüm... herkese göre değil, müzik dinlerken bile hep bir ayağının çukurda olduğunu hissetmek isteyenlere... (benzer bir etki için grubun ilk albümü stormcrowfleet'e de bakılabilir, ikisi arasında yine subjektif bir seçim yaptım.)
shape of despair - angels of distress (2001)
finlandiyalı shape of despair de funeral doom yapıyor. ama skepticism gibi bir dağın başında kafanıza vura vura zorla sizi gömmeye çalışan acımasızca bir funeral doom değil shape of despair'inki. evet yine gömülüyorsunuz ama bir dolu siyahlar giymiş, yüzlerinde siyah tüller olan, siyah şemsiyeleriyle yağmurdan kendini koruyan bir kalabalık huzurunda, kemanlar çalarken gömüyor sizi grup. yani daha sıcak, daha sanatsal bir cenaze sunuyor dinleyicisine. hiç hızlanmayan ağır tempo, monoton davullar, atmosferi yükselten klavye ve keman partisyonları, meleksi kadın back vokaller ve klasik funeral doom brutal vokali grubun sanatsal cenazesini yaratırken kullandığı unsurlar. ve ortaya çıkan müzik gerçekten grubun isminin hakkını veriyor. özellikle quite these paintings are isimli şarkıya bir bakmanızı rica edeceğim. yapılmış en iyi funeral doom şarkısı denilse itiraz edemeyebilirim çünkü. her duyduğumda gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi donup kalıyorum... gerçek bir sanat eseri. sadece bu şarkının olduğu bir albüm bile bu listeye girebilirdi, öyle etkili....
thergothon - stream from the heavens (1994)
yine 90'ların ortası ve yine sadece tek bir albüm çıkartıp ortadan kaybolan bir doom grubu. ancak söz konusu tek albüm funeral doom'un en eski örneklerinden bir tanesi. benim listemdeki en eskisi... ilk funeral doom albümlerinden biri olarak stream from the heavens türün standartlarını belirliyor. acı verici seviyede yavaş çalınan gitar rifleri karanlık ve depresif bir hava yaratmış. davullar ise küçük küçük yavaş vuruşlarla tempoyu düşük tutmaya yardımcı oluyor. thergothon'un ezici bir sound'u yok. prodüksiyonu ilkel ve sorunlu. buna rağmen daha yayınlandığı yılda dikkat çekmiş ve yapılmış en depresif albüm olarak dinleyicilere tanıtılmış. depresifliği bir yana thergothon'un soundunda öne çıkan bir öğe de korku. albümü dinlerken lovecraft evrenlerinde dolaşır gibiyiz ve üzücülük, depresiflik filan değil de daha çok bir tedirgin olma, gerilme duyguları veriyor bana albüm. arada giren akustik kısımlar bile havayı yumuşatacağına, kaydın da zayıflığı yüzünden tedirgin edici bir atmosfer sunuyor. bu bakımdan da benzerlerinden farklı bir tat içermekte. boğuculuk bakımından da skepticism diskografisinin bir komşusu adeta. funeral doom ilginizi çeken bir tür ise ve korku atmosferleri hoşunuza gidiyorsa thergothon muhtemelen en iyi seçim. ben öyle dakikalarca kendini tekrar eden riflere filan gelemem diyorsanız da bu yazıyı buraya kadar niye okudunuz zaten?
cathedral - forest of equilibrium (1991)
doom metal tarihinde önemli yere sahip olan cathedral, bir punk konser organizatörü olan lee dorian tarafından kuruldu. napalm death'in de ilk üç albümünde de sesini duyduğumuz söz konusu vokalist "lanet olsun punk camiasına da, napalm death'in yaptığı müziğin uğradığı değişime de" diyerek bu işlerini bıraktı ve black sabbath, candlemass, trouble ve pentagram gibi gruplara hayranlığının da katkısıyla o gruplara öykünen bir grup kurdu. bu grupla çıkarttığı ilk albüm ise basit bir öykünmeden öteye giderek taşıdığı bir dolu orijinal unsurla birlikte doom metal tarihinin klasiklerinden birisi haline geldi. forest of equilibriumun öyküsü basitçe böyle. forest'ı orjinalleştiren şeyin ise cesaret olduğunu söyleyebilirim. albümle alakasız albüm kapağından bile hissediliyor bu. kapağın yanında anlamsızca neşeli albüm introsu ya da türdeki diğer vokalistlerden farklı olarak clean mi brutal mi belli olmayan, arada kalmış, çirkin ve garip bir vokal tarzı ve bu tarz müzikte daha önce nadir görülen death metal yankıları hep bu cesaretin göstergeleri. söz konusu cesaret ise pentagram, st. vitus, trouble gibi grupların müziklerine daha da ağır bir yaklaşım ekleyerek (winter ile birlikte), ileride oldukça popülerleşecek olan doom-death türünün de doğmasına yardımcı oldu. ayrıca albümdeki bazı kısımların funeral doom'a bile esin verdiği gözlemlenebilir. sırf tarihi önemi yüzünden bile göz atılması şart bir albüm.
trees of eternity - hour of the nightingale (2016)
listemdeki en günümüze yakın albüm olan hour of the nightingale aynı zamanda en hüzünlülerinden birisi... albümdeki şarkıların taşıdığı hüzün bir yana, albümün güzeller güzeli vokalisti aleah'ın albüm henüz yayınlanmadan, daha 39 yaşında kanserden vefat etmiş olması, duyduğumuz vokallerin son anlarını yaşayan bir kimseye ait olması da albümün yıkıcılığını ve hüznünü arttırıyor. trees of eternity de tek albüm çıkartıp kaybolan doom gruplarından... ama çok da kaybolmuş sayılmazlar, çünkü bu efsane albümde yer alan herkes tanıdık kimseler zaten. doom metalin bilinen gruplarından swallow the sun'ın esas adamı juha raivio, swallow the sun'da da davul çalmış olan kai hahto, hem katatonia hem de october tides'dan bildiğimiz gitarist fredrik ve mattias normann kardeşler aleah'a son kaydında eşlik eden isimler... meleksi vokaller, düşük tempolu doom death etkili şarkılar, melankoli ve gözyaşı albümde bulacağınız şeyler... içindeki trajedinin albümü hüzünlü kılan tek şey olduğunu düşünmeyin. müzikal anlamda da kendi başına gayet ayakta duran ve bu listedeki yerini hak eden bir albüm hour of the nightingale... 2010'dan sonra çıkan albümler arasında dinlerken gözlerimin dolmasına engel olamadığım yegane doom metal albümü. özellikle eye of night'ın nakaratını her dinlediğimde ağlamaklı bir hale geliyorum. bu satırları bile zor yazdım, sıradaki albüme geçiyorum... ("let peace enfold you, it's alright...")
the gathering - mandylion (1995)
üstteki sıradan buraya kendimi zor attım, o yüzden biraz hafif, kolay dinlenir, doom etkisi sınırlı bir albüm seçiyorum. takvimler 1995'i gösterirken the gathering hollanda'dan bizlere el sallayan bir doom death grubu idi. "eh işte" diyebileceğimiz iki de albümleri vardı. ancak sahip oldukları vokalist ile çok da önü açık bir grup sayılmazlardı. üçüncü albümleri için bir yenilik düşündüler; bir kadın vokalist... ama bu kadın vokalist grubun türdaşları gibi hüzünlü, kırılgan, ağlayan melek tarzı bir vokalist değildi; devamlı gülümseyen, dinamik, enerjik, henüz 21 yaşındaki anneke van giersbergen idi gruba katılan. anneke'nin katılımıyla grubun havası o kadar değişti ki ve geçmiş albümleri o kadar silindi ki; çoğu insan anneke ile çıkartılan ilk albüm mandylion'ı grubun ilk albümü sanır. bu albüme bir doom metal albümü demek zor aslında. albüm, doom metalin yavaş groovy bölümlerine ve kendini tekrar eden riflerine olan bağlılığını koruyor, grup elemanlarının doom metal geçmişini hissettiriyor. bir yandan da gotik elementler, progresif anlayış ve neredeyse dream pop diyebileceğim melodiler ile müzik bambaşka bir kimlik kazanmış. anneke'nin müziğe getirdiği pozitivite ve dinamizm de albümün melankolik gitarlarının hüznünü kırıyor. albümü dinlerken bile anneke'nin şarkı söylerken gülümsediğini hissedebilirsiniz. tartışmasız bir doom albümü değil belki ama tartışmasız muhteşem bir albüm. listemde de "doom metal öğeleri taşıyan albümler" kontenjanından kendisine yer buluyor.
silentium - infinita plango vulnera (1999)
listedeki en subjektif seçimim de bu albüm. dürüst olmak gerekirse metal müzik tarihinde çok da önemli bir yeri olmayan, doom metalde iz filan bırakmamış, kendi çapında iyi bir albüm silentium'un ilk albümü. ama ben çok sevdiğim için bunu da listeye eklemek istedim. kısaca anlatırsam yoğun my dying bride etkisi taşıyan bir albüm. ama lacrimas profundere'nin memorandum albümünde anathemanın silent enigma'sını kopyalaması gibi bir kopyalama durumu da söz konusu değil. my dying bride etkisi var ancak besteler standart doom anlayışına göre daha yalın ve daha az boğucu. bu durum da büyük ölçüde my dying bride'a göre daha yoğun bir şekilde kullanılan baskın klavye ve keman düzenlemelerinin yarattığı klasik müzik etkisi sayesinde. kadın vokallerin de opera tarzı kullanımıyla albüm senfonik ve gotik öğeler taşıyan bir doom metal albümüne dönüyor. saf doom arayanlar için iyi bir tercih değil ama aşırı depresif olmayan, sırtını klasik müzik atmosferine dayamış bir albüm için göz atılabilir. özellikle requiem ve at the dawn i weep albüm hakkında fikir verecektir. baştan sona rahatlıkla dinlenen, üzücü ama aşırı depresif olmayan, güzelliklerle dolu bir albüm.
black sabbath - black sabbath (1970)
bunu duymuşsunuzdur, hani yağmur sesi var, sonra bir kilise çanı çalıyor, bir gökgürültüsü... ardından giren rif milyonlarca insanın hayatını etkileyecek... duymadınız mı? o zaman bırakın paradise lost'u filan hemen. doom metale giriş için sabbath dinlemeniz lazım. ilk adresiniz de bu albüm... bu listedeki doom metal adına en önemli albüm.
yine bir dolu grup dışarıda kaldı. pallbearer, hooded menace, thorr's hammer, celestial season, electric wizard, eyehategod, trouble, yob, type o negative, sleep, empyrium ve agalloch liste için düşündüğüm ama kendisine yer bulamayan doom metal ya da doom metal öğeleri taşıyan gruplardan bazıları. daha da var ama listeyi sonsuza kadar uzatamam...