Dünyanın En Çok Alıntı Yapılan Düşünürü: İktidarı Temel Meselesi Haline Getiren Michel Foucault
20. yüzyılın en önemli entelektüel figürlerinden biridir foucault
focuault'un araştırmalarıyla, düşüncesinin yapısalcı ve post yapısalcı olarak ikiye ayrıldığı kabul edilir. bunlardan birincisinde yüzey ve derinlik ayrımı üzerinden yapısalcılığın dilini kullanan foucault, yöntem olarak da arkeolojiden faydalanır. arkeolojik yöntemin ondaki işlevi, çeşitli söylemlerden veya diskürsif pratiklerden meydana gelen yüzeyin, gerideki derin yapıları çözmek üzere, onları göz önüne getirip, şifresini çözmektir. tam da bu dönemde beşeri bilimlerin önermelerine doğruluk, yanlışlık veya anlamla ilgili bütün değerlendirmelerden bağımsız olarak yaptığı vurgu, ancak böyle bir yapısalcı çerçeve içinde anlaşılır olmaktadır.
mezkur dönemin temsil edici eseri: şeylerin düzenidir. burada söylemin tarihinin nedensel analiz imkanını ortadan kaldıran epistemolojik kopuş veya sıçramalar dizisinden meydana geldiğini savunan foucault'ya göre tarih; her biri karakterize edici bir epistemeyle tanımlanan ayrı dönemlerden meydana gelir. onun gözünde bir episteme ya da bilgisel kod, bir çağın epistemolojik aksiyomlarıyla bilimlerini koşullayıp, şekillendiren diskürsif pratikleri birbirine bağlayan bütün bir ilişkiler kümesine karşılık gelir. hangi söylemlerin ciddiye alınıp, hangilerinin alınamayacağının, bir çağın bilimlerinin konularını nasıl tanımlayıp metodolojilerini ne şekilde geliştirererk teorilerini nasıl oluşturacaklarını dikte eden şey kurallar öbeğidir. tüm bu epistemeler birbirlerinin yerini, tedrici olarak veya aşamalı bir geçiş yoluyla değil de bütünüyle süreksizlik arz eden emistemolojik kopuşlar yoluyla alır.
bir arkeolog edasıyla üç temel epistemeyi birbirinden ayırır foucault
1 - rönesans'ın sözcükleri ''şeyler'' olarak gören epistemesi
2 - klasik çağın sözcükleri şeylerin temsilleri olarak mütalaa eden epistemesi
3 - modern çağın sözcükleri, dışsal herhangi bir ilişki olmadan kendi kendilerine gönderimde bulunan özerk kendilikler olarak değerlendiren epistemesidir.
entelektüel kariyerinin ikinci döneminde, diskürsif pratiklerin, söylemsel oluşumların şifresini çözme yöntemi olarak arkeolojik yerini, bireysel söylemlerin başlangıçları ve toplumsal işlevleriyle meşgul olan jeneolojiye yani soykütüğüne bırakır.
bunu demekle de bırakmaz ve şöyle devam eder foucault: uygulama ve teknoloji söylem ve pratikten çok daha önemlidir der. insan bilimleri de iktidar tarafından şekillendirilen sosyal pratikler kümesidir.
21. yüzyıl, 20. yüzyılın ikinci yarısı.... bu kadar iyi tanımlanabilir miydi. bilemiyorum.
çağımızı ele alıp, her yönüyle kavramak isteyen herkesin okuması gereken bir feylosoftur özetle.
toplumda, siyasal alanda varolan tüm güç ilişkilerini arkadaşı bir diğer önemli düşünür derrida'dan aldığı ikili karşıtlıklar yöntemiyle açıklayan belki de son büyük filozoftur foucault
post-modern akıma dahil edilmesine rağmen, gençliğinde ve ölmeden önce yazdıklarıyla bir anlamda kendi kendini çürütmüştür. gençliğinde fransız komünist partisi üyesidir ve 1968 mayıs olaylarında kızıl danny ile beraber ön sıralarda yer almıştır. aids yüzünden 1984 yılında ölmüştür. düşüncelerine gelince gençlik ve son dönemlerine bakmadan esas eserlerini kaleme aldığı orta yaş dönemlerine bakarsak kendisi kesinlikle bilimsel bilgiyi, objektif doğruyu reddeder. bu yönüyle post-modernizmin babası sayabiliriz kendisi. aydınlanma'yı insanın dinden kurtuluşu ve otorite sınırları dahilinde özgürce düşünebilmesi olarak açıklar. kliniğin doğuşu ve deliliğin tarihi isimli eserlerinde thomas kuhn'un düşüncelerinden etkilenerek insanlık tarihinde değişik zamanlarda fikirleri nedeniyle hangi insanların (mesela socrates ve galileo) deli olarak adlandırıldığını, değişik zamanlarda hangilerinin normal, hangilerinin anormal olarak değerlendirildiğini inceler.
ona göre egemen söylem yani discourse'la mücadele etmek imkansızdır çünkü bizim karşıtlığımız dahi yine söyleme göre belirlenir. söylem karşıt görüşleri de içine katarak, sisteme entegre ederek büyür. bu büyük ve her alanda var olan söylemin arkasında hangi güç olduğu ise belirsizdir foucault düşüncesinde. yani marks gibi bir sınıf hakimiyetinden bahsetmez ve bizzat marksizm'i bir güç odağı ve söylem olarak ele alır. bu anlamda sosyalist soldan ziyade anarşizme daha yakın bir duruşu olduğu söylenebilir. foucault'ya göre söylemi bir devrim yaparak yıkmak da çözüm değildir zira yeni oluşan sistemde de güç ilişkileri devam edecek ve insanlar hiçbir zaman özgür olamayacaklardır. ona göre sistemi yıkmak yerine, kökünden sarsacak aktiviteler yapmak ve sınırlarını belirlemeye çalışmak daha akılcı bir çözümdür.
iktidar kavramı üzerine yoğunlaşmıştır
iktidar her yerdedir der. okul, kışla, kilise, fabrika, buralar iktidarın üretildiği yerlerdir ve buralarda iktidara boyun eğme, itaat etme öğretilir. örneğin; ilk olarak okulda öğrendiğimiz, kapıyı çalıp içeri girmek, zil çalınca sınıftan dışarı çıkmak.
akıl hastaneleri ve hapishanelerin ise toplum üzerinde dolaylı baskı kurmak yoluyla iktidarı sağladığını söyler. ona göre, ne hapishanelerin amacı mahkumu ıslah etmek ne de akıl hastanelerininki akıl hastalarını tedavi etmektir. bu sayılan yerler, dışarıdakiler üzerinde dolaylı bir kapatılma tehdidi oluşturarak, onları itaat etmeye, iktidara boyun eğmeye koşullandırır. bu anlamda modern toplum da bir nevi hapishanedir. kim olduğunu bilmeyiz ama izlendiğimizi bilerek davranırız.
toprağı bol olsun, fuko, benim gözümde şöyledir
kendine özgü bir yöntembilim anlayışı çerçevesinde, verili paradigma ve düşünsel kategorilerce tanımlanmış akademik hareket alanın mümkün olduğunca kıyısında durmaya çalışarak, yine mümkün olduğunca az sayıda kapsayıcı önkabulden hareket etme gayretiyle, kendisinden öncekilere hiç benzemeyen ve aşkın göndermelere meyletmeyen bir tarih yazımının peşine düşmüş, bunu yaparken disiplinlerarası bir anlayıştan feyz almış, büyük harflerle başladığı müddetçe (postmodernizm de dahil olmak üzere) her türlü aşkın referans noktasına, her türlü evrensel önermeye nanik yapmaya çalışmış ve kendi amaçları doğrultusunda da istediğini herhangi bir güç odağına alet olmadan, maymun olmadan, kıvırmadan başarabilmiş, kendisinden sonrakilere ilham verebilmiş sevimli bir alimdir.
kendisinin de sıklıkla kullandığı bir deyimle açıklayacak olursak hikmetini, alana çıkmış bir arkeologtur o ve bizim, oturduğumuz yerden, tek başına ‘politik pozisyon alma’ işleminin bütün bir anlayış haritasını iktidar sahipliğinin yararına yerle yeksan edeceğinden endişelenen bir faniyi, şeytani kahkahalarla onun bunun ekmeğine yağ süren bir adam olarak görmemiz ya da göstermeye çalışmamız yalnızca o adama yapılmış bir saygısızlık olmaz, bütün bir arkeoloji bilimine dil çıkarmak olur, ki arkeolog dediğin adam güçlü kuvvetli olur, koydu muydu ossurtur vallaha...
tamamıyla 'neutral / tarafsız' bir pozisyondan fuko veya herhangi birisi hakkında konuşmanın mümkün olamayacağını bize öğretenlerden birisi bizzat fuko'nun kendisi zaten. pozisyon almak, biz istemesek bile, kendiliğinden gerçekleşecek ya da okuyan/izleyen tarafından bizim için bir pozisyon kurgulanacak, bundan kaçış yok, anlıyoruz bu meseleyi ama rahmetliyi ‘kaçış felsefesinin teorisyeni’ olarak sunmak da hafiften kemiklerini sızlatıyor olsa gerek, öyle olmadığı için değil (o başka mesele), yöntembilimsel olarak sadece..
benim bildiğim fuko hiçbir yazısında, ‘gençler bırakın bu politika işlerini, gidin broker felan olup paranın amına koyun, akşamları da popstar, televole felan seyredersiniz’ dememiştir. bunları geçtim, fuko yine hiçbir yerde, ‘politik çözüm’den söz edenleri entelektüel yetersizlikle de suçlamamıştır... fazlaca basite indirgemek pahasına, o yalnızca, ‘arkadaş ben yol göstermem, yol göstermek iktidar ve tahakkümden bağımsız olamayacak girift bir ilişkiler ağının içine girmekle eşdeğerdir, o bakımdan ben söylerim, dinleyen dinler’ demiştir... eh ben de bunu dinlerim ve gerekirse politik çözüm doktrinime dayanak yaparım. öteki de dinler, alır bunu allayıp pullayıp, ‘tarihin sonu geldi, hadi bakıyım dağılın’ diye propaganda yapar, bir başkası da alır üstüne beşamel sosu döküp yer mesela... ne zaman ki birisi kalkıp fuko’nun anahtarına sahip olduğunu ve bütün meselenin bu olduğunu açıklamaya kalkışır, işte tam da o zaman fuko amca’nın iktidar ilişkileri devreye girer. hayatın güzelliği ‘tenevvü’de değil midir, ben mi yanlış biliyorum?
son bir şey, edward said külliyatının fuko’yla paralel yeni bir okumasını deneyelim, kim nelerden nasıl faydalanmış yeniden düşünelim. şapkamız hep önümüzde olsun... rahmetli de öyle isterdi, bir gün bana, 'genç arkadaşım bilir misin, kara koyun etli olur, kavurması tatlı olur' demişti...
tarihçi olmamasına rağmen tarihyazımına muazzam katkılar sunan bir insandır
başka bir ifadeyle söylemek gerekirse, kendisini tarihçi olarak görmemesine rağmen bu alana ciddi anlamda katkı sunmuştur. 1960'lı yıllardan itibaren yayınladığı eserler pek dikkat çekmezken zaman içinde yazdıkları ilgi görmeye başladı, özellikle tarihin antroplojiden beslenmeye başladığı ve kültür tarihinin ön plana çıktığı 80'lerden itibaren foucault'nun kıymeti anlaşıldı.
tarihe olan katkısı yöntem ve içerik olarak iki yönlüydü. foucault'nun kullandığı söylem analizi, moderniteyi anlamak için kurumları, bilgiyi ve iktidarı incelemek gibi metodlar kültür tarihi ile uğraşan akademisyenler için çok verimliydi. ikinci olaraksa foucault'nun çift cinsiyetliler, hapishaneler gibi kenarda kalmış konuları incelemesi tarihyazımının içine daha fazla unsur girmesi anlamına geliyordu. yani, tarih yazımının demokratik bir nitelik kazanmasına, yani daha geniş bir konu ve kişiler üzerine çalışma yapmasında emeği vardır.
biyoiktidar, özne, bilgi gibi kavramları tarihçilerin kullanımına sunarak geçmişle ilgili olarak daha derli toplu çalışma yapılmasının önünün açılmasına yardımcı oldu. yazdıkları kimi tarihçiler tarafından yerden yere vuruldu. bunun sebebi ise foucault'nun eselerinde kullandığı yöntem ve üslup ile ilgiliydi.
ilk olarak, foucault'nun eserlerinde kullandığı dil saydam değildi, yani dili öyle bulanıktı ki okuyanlar ne demek istediğini anlamakta güçlük çekiyordu. hele ki foucault'yu türkçe çevirilerden okuyanlara allah yardım etsin diyorum. ingilizcenize güveniyorsanız, çeviri kitaplara elinizi bile sürmeyin derim. ikinci olarak, foucault belli yönteme bağlı değildi, yani bütün eserlerinde tek bir yönteme bağlı kalmadan çalıştı. bu ise onun düşünsel anlamda savrulan bir zihin yapısına sahip olması intibasını uyandırdı. üçüncü olarak, foucault eserlerini yazarken bazı kaynakları göz ardı etti veya görmezden geldi. elindeki malzeme kafasındakine uymuyorsa bir kenara itti. bu ise tarihçileri kızdırdı.
son olarak, ülkemizdeki çoğu tarihçi foucault'nun adını hayal meyal bilmektedir, ama bu insanın derdinin yazdıklarının ne anlam ifade ettiği noktasında çok da bir fikir sahibi değildir. tarihyazımına bu denli katkı sunan bir insanı bilmemekse açıkçası entellektüel körlükle eşdeğerdir.
kendisinden alıntılar
"beni şaşırtan, toplumumuzda sanatın bireyler ya da yaşam değil de yalnızca nesnelere değgin bir şey durumuna gelmesi. sanatın yalnızca sanatçı denilen uzmanlar tarafından gerçekleştirilen bir uzmanlık dalına dönüşmesi. neden her kişi kendi yaşamını bir sanat yapıtına dönüştüremesin? neden şu ev ya da lamba bir sanat yapıtı olsun da benim yaşamım olmasın? kendi kendimizi oluşturmalı, kendi kendimizi yapmalı, bir sanat yapıtı gibi düzenlemeliyiz." (söyleşiler'den)
"erkeği kadına cinsellikle, yani bir köpeğin dişisine yaklaştığı gibi bağlayan arzunun doğası aşkı dışlar. dolayısıyla bir tek gerçek aşk vardır: oğlanlarla aşk. çünkü saygınlıktan yoksun hazların bu aşkta yeri yoktur. ve doğal olarak, erdemin ayrılmaz bir parçası olan bir dostluk içerir. nitekim, eğer seven, aşkının, karşısındakinde dostluk ve erdem uyandırmadığını saptarsa, ona gösterdiği ilgi ve bağlılıktan vazgeçer."
"eğer bir bedenin tazeliği ve zarafeti aracılığıyla, bir ruhun güzelliği görülüyorsa ve bu güzellik, yukarıdaki görüntüyü andırarak, bizim ruhumuzu kanatlandırıyorsa, burada, yani yalnızca güzelliğin ve doğal haliyle mükemmelliğin söz konusu olduğu yerde cinsiyet farkı neden devreye girsin ki?"
"neden cinsel davranış, neden buna bağlı olan etkinlik ve hazlar ahlaksal bir kaygı konusu olurlar? neden bu etik kaygı, en azından kimi zamanlarda, kimi toplumlarda ya da kimi gruplarda yemek yeme alışkanlıkları ya da yurttaşlık davranışları gibi, kişisel ya da toplu yaşam için çok daha önemli alanlara gösterilen ahlaksal ilgiden daha önemlidir?"
"iktidar, ne bir yapı ne de bir kurumdur; daha çok, kişinin belirli bir toplumda karmaşık stratejik bir duruma taktığı isimdir."