Emeğin İnsanın Temel Meselelerinde Ne Denli Muazzam Bir Yere Sahip Olduğunu Açıklayan Bir Gözlem
emek; diyalektik materyalist felsefede insanın doğayla ilişkisini kuran, insanı insan yapan süreçtir.
insanoğlu yeryüzüne ayak bastığı anda doğayla belirli ve kaçınılmaz bir ilişkiye girer. hayatta kalmak için ya toplayacak, ya avlanacak ya da doğayı daha büyük çapta dönüştürerek hayvan evcilleştirip tarımsal aktivitede bulunacaktır. bu ekonomik aktivitelere girmeden hayatta kalması mümkün değildir. bu anlamda insan emek üzerinden hayatta kalma biçimlerini üretir. sadece bununla da sınırlı kalmaz. emek zorunlu olarak hammaddesini doğadan alır, onu dönüştürür ve kullanım değeri oluşturur. bu süreç içerisinde hem kullanım değerini, hem kendisini, hem de doğayı üretir. bu şu demektir ki insanın nasıl bir insan olacağını emek süreci belirler.
avcı-toplayıcı toplumların genelde eşitlikçi yapıda olmalarının sebebi doğayla girdikleri belirli bir ilişki yüzündendir. onu büyük çapta dönüştürmez, sadece ondan besin toplarlar. bu anlamda emekle artı değer üretmezler, dolayısıyla zenginlik birikimi ya yoktur, ya da çok sınırlıdır. bu belirli emek sürecinin sonunda genelde, kollektif olarak toplayan veya avlanan insan grupları, bu sürecin meyvelerini de kollektif olarak tüketirler.
gelgelelim artı değer üretiminin mümkün olduğu tarım toplumuna 12.000 sene evvel geçmemizle beraber bu defa doğayla farklı bir ilişkiye girilir. insan bu kez doğayı daha geniş çapta dönüştürmeye başlar. besin kaynağını kendisinin üretmesiyle beraber, artı-değer üretimi mümkün olmuş, bu artı değerin kullanılış biçimi de değişik toplumsal yapılara yol vermiştir. bahse konu olan dönüşüm de tamamen emek üzerinden gerçekleşir. örneğin insan özel mülkiyeti sivri zekasında aniden beliren bir ampulle değil, tarımsal üretim biçiminin içinde belirli bir zorunluluk sonucu akıl etmiştir. toprak işlenecekse, belirli bir süreçte ona "bakmayı" da gerektirir, dolayısıyla insan sürekli dolanmak yerine kıçını koymayı daha uygun bulmuştur.
emeğin diyalektik materyalist felsefede anahtar öneme sahip olmasının temeli de budur. emek sosyal bir kavramdır ve bir sürece tekabül eder. bu süreçte insan nasıl bir insan olacağını, ve nasıl bir doğada yaşayacağını belirler.
antropolojik bir örnek vermek gerekirse, insan emeğiyle hayvanı avlar, besinini üreterek hayatta kalır, yine emeğiyle postundan giysi üreterek kendisini soğuktan korur. bu uzun sürecin sonuna bakıldığında insanın vücut tüylerinin büyük kısmını ardında bıraktığı görülür. insan artık aynı insan değildir, kendisini emeği üzerinden farklı bir biçimde üretmiştir. dolayısıyla biyolojiye ve "insan doğası"na atfedilen bir çok özellik de emek sürecinde sosyal olarak üretilmiştir.
peki insan emeğiyle hayatta kalma biçimlerini, kendisini ve toplumsal yapısını üretirken doğa el değmemiş biçimde hayatına devam mı eder? işte burda doğanın üretilmesi tezi devreye girer. emek süreci sadece insanı toplumsal yapıyı ve hayatta kalma biçimlerini üretmekle kalmaz, doğayı da üretir. bu da kısaca şu demektir ki, farklı üretim biçimleri ve ilişkileri süreç içerisinde doğayı da değişik biçimlerde üretirler. her ekonomik üretimin hammaddesi doğadan gelmek zorunda olduğu için her üretim doğayı içerir. ister ağaçtan elma toplansın, ister geniş çaplı tarım yapılsın, ister nükleer santral kurulsun, bu üretim biçimlerinin belirlediği emek sürecinin sonunda doğa artık aynı doğa değildir, yeniden üretilmiştir.
(bkz: production of nature)
marx'ın derdinin imanının emek olmasının sebebi de budur.
emek en basit anlamıyla doğayla kurulan insan ilişkisinin mümkünlük koşulu ve zeminidir.