Eskileri Düşünerek Okuyacağınız Bir Garibanlık Hikayesi: Atarisini Kendi Kazanan Çocuk
sene 1998
rahmetli annem, kardeşlerim ve ben malatya’dayız. babam cezaevinden firar edeli 1 yıla yaklaşmış, manisa’da salihli ve turgutlu’da bir süre ikamet ettikten sonra izmir’e geçmiş. kaçarken kırılan ayağı halen alçıda ama artık kendi alçısını yenileyebiliyor ve iğnelerini kendi yapıyor. bu yüzden koltuk değneğiyle de olsa fiziksel olarak çalışabilecek durumda. tahtakale’den toptan eşarp getirtmiş, onları pazarlarda satıyor. biraz eli bollaşmaya başlayınca ve bizim okullar da yaz tatiline girince bizi çağırdı izmir’e.
ben henüz 10 yaşındaydım ama çileli bir ailenin içinde en büyük çocuk olunca, erken olgunlaşmış ve farkındalığı yüksek bir küçük adam olmuştum. bu yüzden annem her gelişmeyi ve yapılacak şeylerin planlamasını bana anlatırdı.
annem köyde doğmuş büyümüş, ilkokul üçüncü sınıfa kadar okumasına izin verilmiş ve evlenip ben doğana kadar da hiç köyden çıkmamış bir kadın. daha doğrusu 16 yaşında evlenmiş bir kız çocuğu. babam cezaevine girene kadar da dış dünyayla pek bağlantısı olmamış. 3 çocukla yalnız bir kadın nasıl dünyayla başa çıkar bunu öğrenmeye çalışırken 10 yaşındaki küçük adamdan da psikolojik destek alıyor tabi. söyledi babanın yanına gidiyoruz diye. işte izmir diye bir yer varmış, babam küçük bir ev tutmuş vs. vs... anlattı babamdan ne duyduysa. hazırlandık ve çıktık yola. otobüs izmir otogara geldiğinde babam orada bekliyordu. bizi aldı gittik bir minibüse bindik, çok ilerlemeden hemen apar topar inip bir ticari taksiye bindik. babam taksiyi ara sokaklarda zikzaklar çizdire çizdire bir yerde durdurdu ve yine minibüse bindik, sonra evin yakınında indik. sonradan söyledi babam, firar olduğu için takip edilme ihtimaline karşı bu kadar vasıta değiştirmişiz.
babam zeki bir adamdı bana göre, zaten firar ettiği eski bir cezaevi ve babamla ilk firarını vermişler. harika bir kurgu ve planlama ile firar etmiş. firar hikayesi film gibi ama başka bir yazıda ayrıca anlatırım. izmir’in konak ilçesinde müzenin üst tarafında bir romen mahallesinde idi ev. evin tam üzerinde bir gazino vardı. biz ilk defa gördüğümüz için böyle şeyleri, rahatsız olmuyorduk. hatta orada dinlediğim bir canlı klarnet ile çalınan kadifeden kesesi şarkısı var. hiç tarzım olmamasına rağmen bugün bile açar dinlerim. evin bulunduğu sokak çıkmaz sokaktı. bizim ev iki katlı bir eski yapının üst katında 1+1 küçücük bir yapıydı. tam mahalle kültürü vardı. komşu çocuklarıyla hemen arkadaşlıklar kurup oynamaya başlamıştık ama babam deşifre olur yakalanırız korkusuyla bizi geri tutuyordu. birazdan o yüzden işe giderken bizi yanında götürürdü.
konak'ta ve karşıyaka’daki pazarlarda tezgah açıyorduk
bir gün duymuş birinden temizlik bezi var, kesilip pakette satılıyor iyi para bırakıyor diye. toptancıya gidip polar bez topu halinde 3 makara temizlik bezi ve paketlemek için jelatin poşet aldık. eve getirdik 50x50 cm boyutlarında kesip üçerli halde paketlere koyduk. gece sabaha kadar kesip paketleme işini bitirdik. sabahta pazara gittik, satmaya başladık. ama satış azdı ve babamın beklentisini karşılamadı. babamda ben eşarp işine devam edeyim, sen de kardeşinle sokaklarda sat bu temizlik bezlerini dedi. çocukluk ya işte, çok istekli bir şekilde aldık götürdük satmaya. evin karşısından aşağıya doğru upuzun bir merdiven var. yanlış hatırlamıyorsam bizim mahallenin başından müzenin oraya kadar iniyordu merdivenler. oradan indik aşağıya doğru, müzenin yanındaki yolun diğer tarafında kaldırımın hemen dibinde kare bir kuyu kapağı var. 1 metrekare kadar bir şey. malzemeleri bunun üstüne dizip temizlik bezi 100 bin lira diye bağırmaya başladık. çocuk olunca insanlar acıyıp birer birer aldı. çuvalın yarısından fazlasını sattık. sonra görme engelli bir amca geldi elinde bir çantayla. çocuklar burası benim yerim, sizde satışınızı yapmışsınız zaten. şimdi de ben tezgahımı açayım dedi. meğerse görme engelli olduğu için belediyeden izin almış amca bey, orada satış yaparmış. küçük büyük çeşit çeşit mavi nazar taşları satıyordu amca. oraların eskilerini bilenler bahsettiğim amcayı bilir. neyse biz malzemeye topladık. çuvalı sırtımıza, üçer beşer tane de elimize temizlik bezi aldık kemeraltı meydanına doğru bağırarak yürüdük.
meydanda küçük bir dükkan gözümüze takıldı
oyuncaklar, atariler ve atari kasetleri var. hemen içeri girdik. atarilere bakıyoruz, fiyatlarını soruyoruz, atari kasetlerinin olduğu tezgahtan oyun beğeniyoruz. atari fiyatlarının en ucuzu 9 milyon lira. küsüratı da var ama pala bıyıklı esmer dükkan sahibi amca atariyi satın alırsak o küsüratı almayacağını söyledi. amcanın hal hareketleri babacandı. normalde bizi o halde gören sokak çocuğu zannedip hor davranırdı. bir bu amca bir, de nazar boncuğu satan amca bize çok iyi davranmıştı.
akşam eve gittik babama söyledik böyle böyle atari var alabilir miyiz diye. babam da elinizdeki malları satın, annenize bir hediye alın kalanıyla da ne isterseniz onu alın dedi. biz ondan sonra konak’ın altını üstüne getirdik. bütün malları bitirdik. anneme bir çift altın küpe aldık. atariye para ucu ucuna yetişti ama babamda bize hediye olarak kasetlerden aldı. biz temizlik bezlerini bitirene kadar babamda ikinci el renkli tahta kasa bir tv almıştı eve. sonraki 1 ay evde hiç çalışmadan gece gündüz atariyle oynadık.
yaz tatili bitince malatya’ya geri döndük atarimizle birlikte tabii ki. mahalleden arkadaşlar ve kuzenlerim eve doluşup bir televizyon ve atarinin karşısında on tane çocuk sırayla oynadık. tabi bu kadar yoğun bir kullanıma atari 1 ay daha dayandı ve bozuldu. biz yine de kendi emeğimizle sahip olduğumuz oyuncakla hep beraber oynayıp hevesimizi almıştık. küçücük bir plastik arabayla bile çok mutlu olabiliyorduk. bugün küçük kızım tabletinin ekranı kırılıp telefonda video izleyecek diye üzülüp ağlıyor. aslında bilse yokluk daha kıymetli...