Güney Gotiğinin Ağababası, İnsanın En Derinlerine Bakabilen Yazar: William Faulkner

İnsanın iyi yazmasını sağlayabilecek olan tek şeyin kendiyle çatışan insan kalbinin sorunları olduğu savunan bu özel yazara büyüteçle bakalım biraz.
Güney Gotiğinin Ağababası, İnsanın En Derinlerine Bakabilen Yazar: William Faulkner

Kimdir?

william faulkner... sanctuary, as i lay dying, the sound and the fury isimli kitapların yazarı. alkolik. 1949 edebiyat nobel ödüllü. 1900-1962 arasında yaşamıştır.

amerika'nın güneyindeki yoksul ve cahil insanların yaşam tarzı üstüne kitaplar yazan bir yazar... asıl önemli olanın savaşları kimin kazandığı değil, -ikinci dünya savaşı zamanlarını tecrübe etmiş nihayetinde- insanın kalbinde olup bitenler olduğunun üstünde durmuş. tarzıyla insan beynindeki düşünce akışının hızına erişmeyi amaçlamıştır. aynı olayı birçok kişinin ağzından anlatarak gerçeğin nasıl değişken olabileceğini ve okuyucunun kendi gerçeğini yaratması olgusunu vurgulamış.

the sound and the fury kitabında 3 yaşında çocuk iq'suna sahip 33 yaşındaki bir adamla harvard'a giden büyük ihtimal 110 iq'lu kardeşinin ağzından aynı olayları anlatmış ve farka rağmen anlatım tarzının benzerliğiyle vay canına insan olmak dedirtmiştir.

Derinleşelim biraz

william faulkner... mississippi'nin bir kasabasında yaşarken, henüz gençlik çağlarında içe kapanmış ve çok derinlerde hissettiği "insanlığın kör tragedyası"nı izleyip anlatmayı seçmiş, kesinlikle edebiyata çok hakim olan yazar.

faulkner hayatı boyunca toplumdan, çevresinden uzaklaşmaz. yerel bütün efsaneleri dinler, o sözlü ve yazılı metinlerin tarihsel dramını içselleştirir--hollywood'a giden yolda daha sonra bu terkip ona çok yararlı olacaktır. yaşadığı kasabanın en küçükten en büyüğe, o kasabanın dokusunu oluşturan çiftliklerden belediye binasına kadar her mekanını inceledi, yaşadı; anlatısının hudutlarını yavaş yavaş belirledi. ancak her şeye rağmen gene de ayyaş faulkner, tedirgin ve şüpheci hayatını geniş bir çevre içinde yaşamadı, her zaman dolaylı bir duyumsama içinde hem onlardandı hem de değildi.

"öldükten sonra dirilirsem, dünyaya bir tembel çaylak olarak gelmek isterim. kimse nefret etmez ondan, kimse kıskanmaz; ne bir isteyeni vardır, ne arayıp soranı; hiçbir vakit tedirgin edilmez, tehlikeye düşmez:canının istediğini yer, yaşar." faulkner yalnızlığın içinde ondan şikayet etmeyerek onu yüceltebilmiş, ağırbaşlı bir ozandı. güney'in o yaşamak için çalışmak düşüncesini her zaman reddetmiş ancak anlatılarında bunun sanki hasretini de çekermiş gibidir. ancak faulkner'ın insan algısı- tarihin içinde onurunu kaybetmiş bir tür olduğu için yalnızlık belki de o kaybın tek tesellisidir: çünkü çevremizde bile vardır, yalnızlıktan şikayet eden sürüyle aptalın bu şikayetçiliğinin ardında faulkner gibi hissedenler yalnızlığın ne şerefli bir seçenek olduğunu bilirler.

william gençliğini çok sert ve kopuk yaşadı. ama benim en sevdiğim yönü, ogford kasabasındaki william neyse, hollywood köşelerinde akşamdan kalma william hep aynı kalmıştır. içki mahzenlerinin kokmuş köşelerinde uyanan william ile akademinin elinden nobel alan william aynıdır. odasında o okunması klasik okuyucu için hayli zor olan romanlarını yazan william neyse, neden böyle zor yazdığına dair yöneltilen soruya, 'cahilliğimden dolayı' diye cevap verecek kadar umursamaz william odur

ve charles bukowski'nin örnek aldığını düşündüğüm posta memurluğu denemesi -faulkner posta memuru olur. ama sözde bir memurdur kendisi. öğrencilere gelen mektupları günlerce dağıtmıyordu, kucak dolusu mektubu damgalayıp göndermeye yanaşmıyordu, kaybettiği mektubun haddi hesabı yoktu, hoşuna gitmeyen dinsel yayınları çöp tenekesine atıyordu. bir yanda posta birikmişken oturup umarsızca kitap okuyordu. (kemiklerinden öpüyorum canım.)


son olarak bazı röportajlarından inciler

- yazarın tek sorumluluğu sanatına karşıdır. iyi bir sanatçıysa tamamen acımasız, merhametsiz olacaktır. romancının bir rüyası vardır. bu rüya ona o kadar çok işkence eder ki romancının ondan kurtulması gerekir. ondan kurtulana kadar huzur bulamaz. hepsini boşverir: onur, gurur, iyi insan olmak, güvenlik, mutluluk –hepsini kitabı güzel olsun diye feda eder.

- o kadar seçici değilim. scotch ve hiçlik arasında bir tercih yapmam gerekse scotch’u seçerdim.

- bugüne kadar en iyi geçindiğim oyuncu humphrey bogart’tır. onunla birlikte to have and have not ile the big sleep’te çalıştık.

- bir akşam grand isle’dan döndükten sonra, daha odama yeni girmişken telefon çalmaya başladı. browning arıyordu. hemen odasına gelmemi istedi benden. gittim. elinde bir telgraf vardı: “faulkner kovuldu. mgm stüdyoları.” “üzülme,” dedi browning, “bilmem kimi hemen şimdi arayıp seni yine işe aldırmakla kalmayacağım, üstüne bir de özür mektubu yazdıracağım.” kapının çaldığını duyduk. yine telgraf çekmişlerdi: “browning kovuldu. mgm stüdyoları.”

faulkner'a atfedilen, spiral anlatı denebilecek bir teknik var

merkezde meçhul bir durum vardır; gizli akrabalıklar olabilir, cinayet olabilir, big bang olabilir, gelgelelim kıytırık bir mesele de olabilir. ancak üstad sürekli bu bilinmezin etrafından dolaştırır okuru ve nihayetinde dahi ancak sezdirmekle yetinir; asla açıkça dile getirmez. ancak faulkner'ın ellerinde bu bir düsturdan ziyade yazınsal bir maharet, üslup ve teknik olmuştur. kullandığı kimi teknikler joyce menşeli bulunsa da, ki öyledir, faulkner tarz sahibi bir yazardır ve başlı başına bir ekoldür. asla joyce'un gölgesinde kalmamıştır.

bu teknik yüzünden tüm faulkner karakterleri sükut içerisindedir diyebilir miyiz peki? bu noktada biçim ve içeriğe dair bir tartışma mümkündür. belli ki hemen hemen hiçbir faulkner karakteri dostoyevski'nin en suskun insanı katresinde dahi gevezeliğe bulaşmaz. onlar sadece işini yapar, eyler. ancak bu tipoloji güneyin beşeri ikliminden mülhemdir ve bu suskunluk faulkner'ın yazınsal biçimini birebir etkilemiştir. bir bakıma suskunluğu tetiklemiştir güney ambiyansı. bu nedenledir ki southern gothic (güney gotiği) diye bir şeyden bahsedilebilmektedir. ancak faulkner'ın mahareti insanları sadece hareket halinde betimlerken, hikayenin yükünü kendi gevezeliğine yüklemeyip kendisini de suskun bir anlatıcı rolünde kabullenmesine rağmen bangır bangır dramatik etki verebilmesidir. yine de spiral anlatı halen daha öteye götürülememiş bir tekniktir.