Gurur ve Onur Arasındaki Farkı Schopenhauer'den Alıntılarla Açıklayan Bir Sorgulayış

Günlük hayatta pek de aklımıza gelmez gurur ve onur arasındaki fark. Üzerine düşünüldüğünde ise insan hayatına dair nitelikli çıkarımlar yapabileceğimiz bir ayrımdır bu.
Gurur ve Onur Arasındaki Farkı Schopenhauer'den Alıntılarla Açıklayan Bir Sorgulayış

bulması; gurur (pride, orgoglio) ve onur (honour, onore) gibi iki önemli kavramı kurcalamayı gerektirdiğinden, çok eğlenceli bir kısım fark...öyle eğlenceli ve heyecan verici olmalı ki cumartesi sabahını, büyük bir heyecanla bu işe vakfedebiliyor insan...hatta bir kahve koyuyor kendisine, bir la traviata, bir de yakıyor sigarasını, değilmiyor yani keyfine...

arthur schopenhauer, bizde yaşam bilgeliği üzerine aforizmalar diye çevrilmiş olan eserinin- ki penguin classics'den temini münkün olan essays and aphorisms ile kapsamı epeyce benzerdir- bir yerinde uzun uzun onur ve gurur arasındaki ayrımını yapar ve okuyanı şekilden şekle sokar zevkten. der ki;

gurur, iç vicdandır. onur ise dış vicdandır.

yani bir insanın gururlu olup olmadığını onun kendisine ilişkin öz inancı belirler, onurlu olup olmadığını ise başkalarının onun hakkındaki düşünceleri.

bu nedenle gurur, içsel olup bir insanın kendi değerine ilişkin olarak sahip olduğu kuvvetli inanç tarafından belirlenir. onur, ise hem dışsal yani diğer insanların kanaatine bağımlı ,hem de kişinin sosyal konumuna bağlı olarak çeşit çeşittir.

örneğin; gururlu bir burjuva deriz ama burjuva onurundan söz ederiz. ya da gururlu bir adamdı deriz cumhurbaşkanı için; ama cumhurbaşkanlığı makamının onurundan bahsederiz. bir fahişe de pek tabii ki gururlu bir kadın olabilir; ama biz genellikle onun onurlu bir hayat sürmediğinden dem vurarak, cinsel onursuzluğu nedeni ile kendisi hakkında ileri geri konuşuruz... onurlu bulmadığımız için kendisini, gururunu da incitmek için gereken her şeyi yaparız.


şimdi bu ayrımı yapan schopenhauer olduğuna göre; gururun önemli ve onurun ise onun karşısında görece bir öneme sahip olduğunu söylemeye gerek kalmıyor aslında. zira schopenhauer, insanların yüzde doksanının ahlaki açıdan kötü ve entelektüel açıdan da bön olduğu tespitini yaptıktan sonra, tamamen bu ahlaksız bönlerin kanaatine göre değerlendirilecek olan onura elbette çok büyük bir değer izafe etmeyecektir.

insanların sadece yüzde onu da olsa kötü ve bön olanlar, onurumuz yine onların insafına kalmıştır. çünkü bir kimseye salt iftira atarak onun onurunu hiç de manevi tazminat davalarının tamir edemeyeceği bir biçimde rencide edebilirz. yani iffetli bir kadını toplumun gözü önünde fahişe yapabilir iftira zira, onuru o iftiradan sonra geri dönülmez bir biçimde kırılmış olur. dürüst bir iş adamından bir dolandırıcı yaratabilir yüksek tirajlı bir gazetenin manşetindeki iftira ve o da tekziple, tazminatla dönüşü olmayacak biçimde kaybeder onurunu.

salt bu yüzden insanın kendi değerine ilişkin kanaatinin, başkalarının gözündeki değerinden daha önemli olduğunu yani, insanın değerli olmasının kendisine, insanların gözünde öyle kalmasının da onların insafına ve bu insanın şansına bağlı olduğunu kabul etmek neredeyse zorunludur.

ama burada; yine zorunlu olarak gurur ve kibir arasındaki farktan söz etmek gerekir ki; bu konu da, oturulup kendisi ile bir cumartesi sabahı geçirilmeye değer bir konudur.


gururun; yani kişinin kendi yüksek değerine ilişkin kanaatinin, yersiz ve boş olması durumunda ortaya kibir çıkar. kibir bir de, aslında kendi değerine dair hiçbir inancı olmayan insanın sanki öyleymişcesine poz yaptığı durumda ortaya çıkar. bunun ayrımını da jane austen; pride and prejudice'ın bir bölümünde çok eğlenceli bir biçimde yapmıştır...

toparlamak gerekirse; değerli olduğumuza inanıyorsak ve bunda haklıysak guruluyuzdur, ne mutlu bize... insanlar onurumuza dil uzatmıyorsa şanslıyızdır ne mutlu bize... ve kendi hakkımızdaki kanaatimizin gururdan mı kibirden mi kaynaklandığını arada bir yokluyorsak aferin bize. ben, yoklamayalı birkaç yıl oldu.