Hayatı Dolu Dolu Yaşayan Ernest Hemingway'in Edebiyat Yaşamının Özeti

Ernest Hemingway kimdir? Önemli kitapları nelerdir? 1899-1961 arası yaşayan yazarın edebiyatını odağına alarak hayat hikayesini özetleyen bir yazı, buyrun.
Hayatı Dolu Dolu Yaşayan Ernest Hemingway'in Edebiyat Yaşamının Özeti

20. yüzyıl amerikan edebiyatının büyük ismi ve kendisinden sonra gelen yazarların ilham perisi, boks düşkünü, şişman, bodur, kedi babası... fakat hepsinden önemlisi en kabiliyetli yazarlarından biri olan ernest hemingway 21 temmuz 1899 yılında dünyaya geldi. tıp doktoru olan bir babanın ve eski müzisyen olan bir annenin oğlu olan ernest küçüklük yıllarını michigan gölü çevresinde balık tutarak, spor ve orman yürüyüşleri yaparak ve annesinden müzik dersleri alarak geçirdi.

doğayla olan samimi bağı ileride yazacağı romanları da etkileyecek ve her daim bu samimi bağı korumaya çalışacaktı. ernest gençlik yıllarından itibaren çılgınca yaşamayı arzuladı. liseye gitmeden hemen önce kızılderili yaşamını öven hikayeler kaleme almış hatta kızılderililerle bir süre beraber yaşamıştı.

lise bittiğinde neslinin birçok yazarı gibi o da üniversiteye girmemiş, küçüklüğünden beri takip ettiği gazete yazılarından etkilenerek gazeteci olmayı seçmiş ve kansas city star gazetesinde muhabir olarak işe başlamıştı. bu dönem yazarın yazım sürecini ve üslubunu geliştirdiği bir dönemdi ama çok sürmedi çünkü tarih 1917’yi gösterdiğinde henüz 18 yaşında italya cephesinde savaşmak için avrupa’ya gitmeye karar verdi. mayıs 1918 yılında avrupa’ya bombardıman sırasında ulaşan yazar savaşın karanlık yüzüyle yeni tanışmıştı. ilerleyen günlerde öyle kötü olaylara şahit oldu ki bir kısmını yine ileride yazacağı romanlarda dile getirdi. bunlardan en korkunç olanı ise milano’daki parçalanmış kadın cesetlerini toplamaya gittiği o gündü.


ernest görme yetersizliği sebebiyle amerikan ordusuna girememişti ama kızılhaç sayesinde cepheye ambulans şoförü olarak atanmıştı. tarih temmuz 1918’i gösterdiğinde havan topu ateşiyle ağır yaralandı ve savaşın karanlık yüzüyle ikinci defa karşılaştı. yazar italya tarafından gümüş onur madalyası alacak kadar cesaret göstermişti ama savaşın karanlık tarafını da görmezden gelememiş şu ifadeleri kullanmıştı: “gençlik yıllarında savaşa girdiğiniz zaman büyük bir ölümsüzlük yanılsamasına sahip olursunuz. diğer insanlar öldürülür; siz değil... o zaman kötü bir şekilde yaralandığımda bu yanılsamayı yitirdim ve anladım ki ölüm benim de başıma gelebilir.”

hastanede kaldığı dönemde ilk defa (bkz: agnes von krukowsky) adında kendisinden 7 yaş büyük olan bir hemşireye âşık oldu. 1919 yılına amerika’ya dönene kadar evlenme umudunu kaybetmeyen hemingway ne yazık ki kendisine gelen bir mektupla yıkıma uğradı çünkü kadın bir italyan subayla evleneceğini yazmıştı. ilk defa âşık olan yazar aşkın darbesini de ilk defa tatmıştı. bu dönemden 1921 yılına kadar normal hayatına döndü ve hem savaştan kalan yaraları hem de yüreğindeki yaraları iyileştirmek için kendisini balık tutmaya, orman gezisi yapmaya ve yazı yazmaya verdi.

yazar 1921 yılında kız kardeşinin arkadaşı olan (bkz: hadley richardson) ile tanıştı ve tanışır tanışmaz onunla evlenme arzusu duydu. ilk aşkı agnes gibi hadley de yazardan büyüktü, bu yüzden çoğu biyografi yazarına göre hadley’e duyduğu aşkın arkasında agnes yatıyordu. kısa süren yazışmalardan sonra ikili evlenmeye ve paris’e yerleşmeye karar verdi.

paris’e geldiğinde (bkz: ezra pound), (bkz: gertrude stein), (bkz: scott fitzgerald), (bkz: pablo picasso) ve (bkz: james joyce) gibi sanatçılarla tanışıp hem onların etkisiyle hem de ülkesinin en büyük yazarlarından biri olan (bkz: mark twain)’in etkisiyle yazarlık mesleği üzerine çalışmalarını yoğunlaştırmaya ve hikayelerini yayınevlerine göndermeye başladı fakat gönderdiği her dosya posta tarafından geri getiriliyor, yayınevleri tarafından olumsuz cevaplar geliyordu. bu dönemle ilgili olarak yazar: “para sıkıntısıyla başım dertteydi o yıl, yolladığım hikayeleri postacı geri getiriyordu. kabul etmiyorlardı yazdıklarımı, böyle büyük hikayeler değil, fıkralar, skeçler, küçük hikayeler istiyorlardı hep. onlar yazılarımı istemiyordu, biz de pırasayla yaşıyor cahors şarabıyla, su içiyorduk…”

birçok büyük yazarın çektiği sıkıntının aynısını yaşıyor, yayınevleri tarafından eserlerine ret cevabı veriliyordu ama hepsinin ne kadar büyük eserler oldukları ancak sonradan anlaşılıyordu. hemingway’in tarzı klasik yazarlara benziyordu. az şeyle büyük etki bırakmak konusunda ustalaşıyor, sadeliğin gölgesinde devleşiyor ve en başarısız eserinin bile şaheser olduğu zaman geçtikçe daha çok dile getiriliyordu. yazar sadece bir ulusun değil, bütün ulusların yazarı olmak için çalışıyor, hayatın ve ölümün farkında olan insanlara yakınlık besliyor ve her daim geçmişe özlem duyuyordu.


yazar çalışmalarının karşılığını 1923 yılında almayı başardı ve ilk kitabı üç hikaye, on şiir paris’te bir yayınevi tarafından yayınlandı. peşi sıra 1924 yılında ise bizim zamanımızda adlı kitabı yayınlanacaktı. gençlikte yaşadığı hatıralarından izler bırakan kitaplar hemingway’in yeteneğini gösteren eserler olacak ve edebi çevrelerce tam not alacaktı.

yazar kendisini kanıtladıktan sonra ardı ardına eserlerini yayınlamayı başardı. ilk romanı (bkz: the torrents of spring) idi fakat çok fazla ilgi görmedi ama ikinci romanı the sun also rises / (bkz: güneş de doğar) yazarı amerikan edebiyatının en büyük yazarları sınıfına sokacak kadar güçlü bir eser oldu.

1927 yılına gelindiğinde içerisinde elli bin dolar ve yenilmez adam gibi kült klasiklerin yer aldığı 14 öykülük eseri kadınsız erkekler yayınlandı. bu kitabın en büyük özelliği yeni bir hikaye tarzının dünya edebiyatına tanıtılması oldu ve bu tarzı scott fitzgerald ve caldwell gibi yazarlar da benimseyip daha da geliştirdi.

1929 yılı hemingway’in yazarlık kariyerindeki en büyük adımı oldu

çünkü bugün hala en büyük baş yapıtı olarak kabul edilen farewall to arms / (bkz: silahlara veda) kitabı yayınlandı. bu kitap italya’da görev yapan teğmen frederic ile ingiliz hemşire catherine’in aşkını konu alırken hemingway’in birinci dünya savaşı sırasında yaşadığı olayları baz almaktadır. savaşın karanlık yüzünü anlatan hikâye ölümün acımasızlığı ve hayatta kalmanın zorluklarını net bir şekilde anlatmaktadır. savaşa kendi isteğiyle katılan hemingway’in savaş karşıtı olduğunu dile getirdiği ve bir yazar için en büyük tecrübenin savaş olduğunu gösterdiği muazzam bir eserdir.

yazar savaştan evine döndükten sonra kendi özünü aramaya koyulmuş ve sanatın doğru yol olduğunu görmüştü

paris’te yaşamasının elbette büyük bir önemi vardı ama madalyonun diğer yüzünde de ölüme olan ilgisini görüyoruz. bu uğurda boğa güreşlerine olan tutkusu ve ölüm yaşam çizgisindeki bu büyük gösteri onu çok etkiliyordu. bu ilgi onu güreşlere katılacak kadar çılgınlığa sürüklemişti. onun için basit olan önemliydi, yazarlığı da basit yollarla geliştirmek istemişti ve boğa güreşi sırasındaki şiddetli ölümü de basit ve esaslı görüyordu. ölüme verdiği değeri 1937 yılında death in the afternoon / (bkz: öğleden sonra ölüm) adındaki kitabıyla göstermiş ve bu eserde şöyle söylemişti: “ölüm kaçınılmaz bir gerçektir, insanın emin olabileceği tek şey, tek kesin gerçekliktir.”

yazarın kitap yayınlama konusunda eli rahatlayınca ardı ardına kitap yazmayı sürdürdü. 1933 yılında (bkz: kazanana ödül yok) adlı hikaye kitabını, 1935 yılında (bkz: afrika’nın yeşil tepeleri)’ni ve daha sonra (bkz: francis macomber’in kısa süren mutlu hayatı), sahip olmak ya da olmamak ve klimanjero’nun karları adlı eserlerini çıkardı. edebi çevrelerde kısmen başarılı olan bu eserleri bir diğer baş yapıtı olarak kabul eden eseri takip etti. bu 1940 yılında yayınlanan “(bkz: çanlar kimin için çalıyor)” adlı kitaptı. kısa sürede yarım milyondan fazla satan kitap ileride nazilerin yakmaktan en çok zevk aldığı eserlerden biri oldu.

hemingway çanlar kimin için çalıyor kitabından sonra sadece 2 kitap yayınladı. bir tanesi ırmağı geçmek idi. bu kitabın içeriği güneş de doğar kitabıyla benzerlikler taşıdığı için beğenilmedi fakat (bkz: ihtiyaç balıkçı) (yaşlı adam ve deniz) adlı son eseri tüm eleştirmenlerden tam not aldı ve dünya edebiyatında modern masallar içerisinde yerini alırken yazara da nobel ödülü için ön ayak olmuştu.

boks düşkünlüğü, ava olan merakı, yazım konusundaki ustalığı bir yana bir de kedilere olan düşkünlüğüyle meşhurdu. bir gün ona hediye olarak gelen genetiği bozulmuş polidaktili, yani altı parmaklı bir kedi onu çok etkilemişti. adını snowball koyduğu bu kediden sonra daha fazla kedi sahiplenen yazarın bugünkü evinde hala polidaktili kedilere rastlamak mümkün. snowball’un varisleri olan bu kediler de tıpkı snowball gibi altı parmaklıdır ve literatüre “hemingway’in kedileri” olarak geçmiştir.


hemingway hayatı boyunca 4 evlilik yaptı

ilk evliliği hadley’den jack adında bir çocuğu oldu. sonrasında önce meslektaşı pauline ile ardından martha ve en son mary ile evlilik yaptı. çocukluğundan son anına kadar hızlı ve çılgınca bir hayatı oldu.

yaşamının büyük bölümünü gazeteci olarak geçiren yazarın yolu istanbul ve izmir’e bile düşmüş büyük izmir yangını hakkında haberler yazmıştı. yine gazeteci olarak cepheden cepheye koşmuş bu uğurda cenevre sözleşmesini çiğneyip savaşa girmişti. bu yüzden askeri mahkemede yargılandı fakat bu hareketi ona cesaret madalyası kazandırmıştı. defalarca ölümün eşiğine gelmiş ama hepsini yenmeyi başarmıştı. şarbon, cilt kanseri, uçak kazası, hepatit ve şeker hastalığı onu yıkamadı ama onu yıkacak olan depresyon hiç beklemediği bir anda geldi.

bir gün eşi mary onu mutfakta elinde av tüfeğiyle buldu, hızlı müdahaleyle elinden tüfeği kapan kadın yazarın tedavi görmesi gerektiğini düşündü ve yazar hastaneye kaldırıldı. ruhsal durumu giderek kötüye gitti. hastaneden ayrıldıktan iki gün sonra tarih 2 temmuz 1961’i gösteriyordu. bu sefer verandasında en sevdiği tüfeğini eline aldı ve onu öldüremeyen savaşlara, kazalara ve hastalıklara meydan okurcasına yaşamına son verdi.

görsellerle süslenmiş olarak izlemek için