Hayatın Anlamsızlığına Rağmen Israrla Yaşamayı Neden Sürdürüyoruz?
bazen neden yaşamaya devam ettiğimi düşünüyorum. aslında her zaman düşünüyorum. "felsefenin ilk ve en önemli sorusu, hayatın yaşamaya değer olup olmadığıdır." diyen ve okuduğum kitaplarından anladığım kadarıyla ulaştığı fikir "hayat yaşamaya değmez. intihar edin demiyorum ama tek çözüm intihardır." olan ve fakat kendisi intihar etmeyip bir araba kazasında ölen albert camus kadar, "40 yaşıma kadar hep intiharı düşündüm, ama 40 yaşımdan itibaren insanların intihar etmeye değmeyeceklerini düşünmeye başladım. bana göre intihar, geride kalanlara yönelik ağır bir suçlamadır. bu mesajı verebileceğin tıynette insan olmadığını düşününce de intihar etmiyorsun." diyen ismet özel de mantıklı geliyor. ama bu iki düşünür de benim neden yaşamaya devam ettiğim sorusunu cevaplayamıyor. neden intihar etmeli/etmemeli sorusuna cevap bulamıyorum. açıklayamadığım bir his var. "yaşamak isterken delice, ölmek istiyorum anne" diyen ahmet kaya gibi arafta kalmışım.
ve bazen çevremdeki insanlara "insan neden yaşar?", "bu hayattan ne anladın?", "insan nasıl yaşamalı?", "hayatı neye adamalı?" gibi sorular soruyorum. doktor bir arkadaşım "biz dünyaya çocuk yetiştirmeye gelmişiz" demişti. ev sahibim yaşlı hacı amcaya "bu hayattan ne anladın?" diye sorduğumda "bir bok anlamadım." diyerek dürüstçe cevap vermişti. kendi halinde yaşayıp giden, dindar ama isyan etmekten ve sorgulamaktan hiç geri durmayan annem de "bir bok anlamadım." cevabını vermiş, üstüne de ince bir sitem ederek "ibadet de ediyoruz ama öbür taraf var mı yok mu bilmiyorum. gidip dönen yok." demişti.
hayattan kimse bir bok anlamamış anladığım kadarıyla. felsefecilerin ve bilim insanlarının kendini paraladığı gerçek de bu; bir nebze olsun bir şey anlayabilmek, hakikate ulaşabilmek.
belki de nietzsche'nin perspektivizmi doğrudur. yani en basit şekliyle; masanızda duran bir nesneye, kim hangi açıdan bakarsa ona göre gerçek odur. bu yüzden hakikate ulaşabilmemize imkan yoktur. sadece hakikate ulaşma çabasıyla hayatlarımızı anlamlı kılabiliriz. yani aslolan hakikate ulaşma çabasından başka bir şey değildir.
belki de herman hesse haklıdır. bozkırkurdu'ndan alıntılayacak olursak: " 'insanların büyük çoğunluğu yüzmeyi öğrenmeden yüzmek istemez.' ne anlamlı bir söz, değil mi? yüzmek istememeleri doğal, çünkü karada yaşamak için yaratılmışlar, suda değil. ve düşünmek istememeleri de doğal, çünkü yaşamak için yaratılmışlar, düşünmek için değil! evet, kim düşünürse, kim düşünmeyi kendisi için temel uğraş yaparsa, bunda ileri bir noktaya ulaşabilir; ne var ki, karayla suyu değiş tokuş etmiştir böyle biri ve bir gün gelir suda boğulur."
yani belki de hakikate ulaşma çabasında boğulmak bir kısmımızın kaderidir.
işte tam burada neden yaşamaya devam ettiğimizin cevabını buluyorum. belki de, canlılığın ve evrimin amacı, evrenin kendisini anlama çabasıdır ve bizim anlamayı başaramadığımız/ulaşmayı beceremediğimiz hakikate ulaşma olasılığını artırabilmek için tüm canlılar üremek/çoğalmak, daha doğrusu türünü devam ettirmek üzere kodlanmıştır. yani belki de, biz anlayamasak bile belki bir gün çocuklarımız anlamayı başarabilir diye ürüyoruz. ve belki de, üreyenler ve anlam arayanlar olarak iki farklı gruptan oluşuyoruz. hayatında üremeye odaklananlar anlam arayışından kopuyor, hayatını anlam arayışını adayanlar üremeden uzaklaşıyor. çok nadir bir grup ise bu ikisini birden yapmayı başarabiliyor. büyük bir kısmı ise aradığı anlama asla ulaşamayacağını baştan kabul ediyor ve bu işlere hiç kafa yormuyor, çoluğa çocuğa karışıp gidiyor.
hakikate ulaşamayacağımı düşünüyorum. ancak şimdilik hakikate ulaşma çabasını yaşamaya değer görüyorum. hem anlam arayışını devam ettiren, hem de üremeyi başaran kesimden olmak isterdim. ancak öyle oldu böyle oldu nasıl olduysa sürdürülebilir bir ilişkiyi yürütemeyecek halde buldum kendimi. evde yapabilsem kendim bir çocuk yapacağım ama öyle olmuyormuş. o yüzden şimdilik düşünmeye, sorgulamaya, anlam arayışına devam.