Hazır İkinci Film Yoldayken: Dune Part One'ın Aslında Pek de İyi Olmayan Tarafları

Bilim kurgu klasiğinin yeni sinema uyarlaması genellikle çok sevildi ancak o kadar da kusursuz bir film değildi. İşte bunun sebepleri.
Hazır İkinci Film Yoldayken: Dune Part One'ın Aslında Pek de İyi Olmayan Tarafları

denis reisi severim, sinema diline güvenirim ve kitapları da okudum, hikaye/karakterlere aşinayım o yüzden içim rahat; izlerken kendimden geçeceğim hissiyle izledim filmi... ve şu an, karışık duygular içindeyim.

olabilecek en "elegant" şekilde çekmiş denis reis filmi

atmosfer, görsel tercüme, dekorlar, setler, kıyafetler vs. o dünyaya aitsin hissini gerçekten veriyor. ne çok steril ne çok salaş, bir şekilde o dengeyi tuttabilmiş. ve fakat, hikayecilik kısmında ciddi sorunları var.

"epik" kaygısına kendini nasıl kaptırmışsa, filmin tempo ve ritmini baltalayacak derecede bir slow-mo/müzik kullanımı, sürekli devasa yapı veya gemilere gereksiz geçişler, bitmek bilmeyen bir paul vizyon sekansı ki o kızı görmekten tiksindim artık sonlara doğru; bir türlü tırmanamayan bir kaçış/keşif hikayesi.

film kurgusuyla haşır neşir olduğumdan "ya şu sahneyle şunu birleştirsen en az 15 dakika tasarruf edebilirdi" dedim sürekli. neden? çünkü film gereksiz uzun ve o uzunluğun getirdiği "çok şey anlatabilme" avantajını kullanamamış, fenalık verici bir hale gelmiş.


25 kez zendaya vizyonu göstermek yerine veya duncan'ın kaçışı, bunları buluşu, tekrar bir yere götürmesi ve oradan tekrar kaçmalarına yardım etmesi yerine (bu tek bir sekansta anlatılabilirdi mesela) annesinin geçmişi, babasıyla birlikte olduğu (olmaması gerekiyordu diye hatırlıyorum kitaptan) mesela bunların arasındaki bir kısa gerilim veya tartışmayla anlatılabilirdi. baron harkonnen'in niye uçan balon gibi havada süzüldüğü kitapları okumayan birine bir şey ifade etmiyor, eşim "bunun özel güçleri mi var?" diye sordu bana. babasının "arrakis'in esas gücü baharat değil, insanları" fikri yalapşap bir şekilde değil, baba-oğul arasında geçen diyalogla aktarılabilirdi. ama denis hep "büyük ve şaşalı olsun, göz doyursun" yoluna gittiği için insan kanıyla kutsanmış sardaukar lejyon sahnesi izliyoruz neye hizmetse.

eddard stark'ın başkente davet edilmesi, bu durumun başlarına bela olacağını hissetmesi ama görevden kaçamaması ve hanesinin çöküşü mesela düzgün diyaloglar, üzerine eğilmiş sahnelerle anlatılabilmişti. diziyle filmi kıyaslamıyorum yanlış anlaşılmasın ama sahne dediğin şey 1-2 dakikalık bir şey en fazla, bunları itinayla birleştirdiğinde "film" oluyor zaten. burada atreideslerin felakete yürümeleri kitabı okumayan biri için "gerilim" yaratacak şekilde verilmiş mi? bence hayır. kitabı okumayan biri için anlaşılması zor çok sahne var, bunlar da sırf "bulunsun", fanları "görsün ve boşalsın!" diye çekilmiş gibi.


müzikleri ise ayrı baydı

herhalde "ayiiiiiiaaaa" diye çığırmayan kadın vokal olmayanı zkiyorlar artık. wonder woman'da kafamızı s*ken o zılgıt burada da devam ediyor. işi hans zimmer gibi bir "tüccar" a vermek yerine ludwig goransson gibi daha "butik" ve özel işler yapan biri tercih edilebilirdi. ben bu hans zimmer'ın "dune çekiliyormuş abi!"yi duyduğu an 10 parçalık bir "dune_final_ost_export" folder'ıyla stüdyonun kapısına geldiğine yemin edebilirim ama ispatlayamam. öyle fabrikasyon bir insan kendisi.

filmin üzerinden bir gün geçti ve böyle karışık duygular içinde olduğum filmlerden sonra genelde ertesi gün "ya aslında iyi filmdi" falan derim ama hala yükselemedim. ciddi hikayecilik sorunları var, film organik bir şekilde ilerlemiyor, tek bir sahneyle verilebilecek ekstra bilgi, açıklama, o dünyaya ait nüveler yerine (özellikle fremenler hakkında) manasız "epik" sekanslarla denis villeneuve "gereksiz tek bir sahnesi olmayan yönetmen"lerden değil artık benim için. ha benim fikrimin bir önemi yok ama filmi yanlış gördüğümü veya okuduğumu hiç sanmıyorum.

tekrar izler miyim? hayır.

sinemada izlenmeli mi? kesinlikle evet.

Bir başka negatif yorum ise şöyle

dune part one, beklentimin altında kalmış bir filmdir.

film yavaş başlıyor fakat 500 küsür sayfalık, worldbuilding'i devasa, politik, kültürel bir çok detayın olduğu bir kitap için anlaşılabilir olduğunu düşünüyorsunuz. fakat entrikalar, politik manevralar ve dini ve kültürel öğeler hiçbir zaman derinleşemiyor. karakterlerin de bu kısımları detaylandıracak kadar üzerine düşülmemiş. duncan'ın gözü kara, eğlenceli ama sadık olması ya da, gurney'nin asabi ve sonuç odaklı mizacı gibi bir bir kaç kelimeyle özetlenebilecek karakter özellikleri filmdeki karakterlerle bağ kurulmasını engelliyor. diyaloglar ise çok klişe ya da fazlasıyla boş geldi. karakterlerin boş boş uzaklara bakması bir de bunu yaparken slow motion efektine abanılması falan denis villeneuve'den beklemediğim şekilde yavan yapmış filmi. filmdeki geniş açılar tasvir edilen dünyaların büyüklüğünü sezdirse de detay eksikliği filmdeki bu mekanları canlı, yaşanan yerler olmaktan çıkarıyor. karanlık odalar, gölgeler içindeki salonlar geniş ama o dünya'ya ait kültür öğelerinden arınmış steril mekanlar ve bu da filmin içine girmeyi engelliyor.

hans zimmer yapmış olsa da filmin müzikleri de çeşitlilik açısından kısır kalmış. baslara abanarak sizi etkilemeye çalışan generic doğu müziği olmaktan ileri gidememiş.

filmi 3d izlememek için imax'e gitmedim. filmin vadettiği canlı sarı renkleri 2d olarak izlemek benim için boktan bir kaç sineğin yanımdan geçmesinden daha önemli fakat gittiğim arcadium sinemalarında özellikle filmin sonlarına doğru şafak vakti geçen olaylar çok bulanık ve karanlıktı. muhtemelen arcadium sinemalarında bir problem vardı çünkü fragmanlarda bu sahneler bu kadar karanlık gelmemişti.