Her Bir Kısmının Belli Bir İşlev Taşıdığı Topkapı Saray Mimarisinin Analizi

Osmanlı İmparatorluğu'nun 600 yıllık tarihinin 400 yılı boyunca, devletin idare merkezi olarak kullanılan bu önemli yapıyı inceliyoruz.
Her Bir Kısmının Belli Bir İşlev Taşıdığı Topkapı Saray Mimarisinin Analizi

rönesans hükümdarlarının çok katlı ve heybetli saraylarının aksine, çiçek tarhları ve servi ağaçlarıyla bezenmiş geniş avluların çeperlerinde yer alan ve çoğu tek katlı müstakil yapılardan oluşan saray-ı cedide-i amire ya da hepimizin bildiği ismiyle topkapı sarayı, yalın bir gözlemin sonucunda "gelişigüzel gruplaşmış gösterişsiz bir yapılar topluluğu" olarak nitelendirilebilir. ancak bir zamanlar dünyanın kalbinin attığı yer olan saray-ı hümayun, gören gözler için çok daha fazlasını ifade etmektedir ...

1465'te inşasına başlanıp, 1478 yılında tamamlanan fatih sultan mehmet'in yeni sarayının mimarisi, hükümdarın şahsına erişimin dikkatli sınırlanması gereken yüce bir varlık olduğu fikrini yaymaktadır. daha büyük bir otoriteye doğru hareketin yukarı yönde olduğu çağdaş mecazdakinden farklı olarak ve dahi fatih'in ortaya koyduğu yeni imparatorluk vizyonu doğrultusunda osmanlılar, kişinin içe doğru hareket etmek suretiyle iktidara yaklaşması gerektiği inancında olmuşlardır. binaenaleyh sarayın mekansal düzenlemesinin doğrusal olması bu manada değerlendirilmelidir. aynı şekilde, osmanlıların nezdinde padişahın kudretinin taşıyıcısı büyük ikametgahlar değil, geniş insan kitlelerinin denetim altında tutulmasıdır. nitekim topkapı'nın yayılmış olduğu alan göz önüne alındığında, bu kaide fazlasıyla karşılanmaktadır.

topkapı'nın ana girişi, saray külliyesinin etrafını çeviren yüksek duvarlardaki en büyük geçit olan bab-ı hümayun'dur ve burada nöbet tutan saltanat muhafızları, sarayın üç avlusu içerisinde en kamusalı olarak tabir edebileceğimiz birincisine giriş çıkışları kontrol etmektedirler. yine, birinci avluda dilekçe sahiplerinin başvuruları ya da şikayetleri, deavi kasrı olarak bilenen yerde kabul edilmektedir. cebehane olarak kullanılan aya irini kilisesi, darphane-i amire, sarayın su dağıtım şebekesi, hayvanat bahçesi ve bir hastane, sarayın birinci avlusunda bulunan diğer hizmet binalarıdır.


o dönemlerde en çok tercih edilen kişisel ulaşım aracı olan atların sahipleriyle birlikte birinci avluya dek girmesine izin verilirken, orta kapı'dan girilen geniş ikinci avluya yalnızca padişah at sırtında geçebilmektedir. imparatorluğun kurucu babası hüviyetindeki 2. mehmet'in belirlediği teşrifat kurallarına göre; yeni bir padişah tahta çıktığında cülus töreni resmi olarak burada yani ikinci avluda gerçekleştirilmelidir. sultanın, dini bayramlar için düzenlenen merasimlerde devlet erkanını ve asker kullarını kabul ettiği yer, yine ikinci avludur. tören alanı olmasının yanı sıra bir çalışma mekanı işlevine de sahip olan ikinci avlu, imparatorluğun hükümet merkezi divan-ı hümayun'un toplandığı kubbealtı'na da ev sahipliği yapmaktadır. 16. yüzyılda osmanlı imparatorluğu'nun yönetim aygıtı genişlemiş, binaenaleyh gelirlerin ve kırtasiye işlerinin hacmi de büyümüştür. bunun sonucunda kanuni devrinde eski divanhane tamamen yıkılmış ve yerine daha görkemli bir salon inşa edilmiştir. yeni yapıda, divan'ın toplantı odasına ilaveten, devlet arşivi ile reisülküttablık için de mekanlar yaratılmıştır. ilginçtir ki; venedikli marco minio'nun aktardığına göre divan-hümayun'un ihtişamlı yeni hüviyeti için yapılan masrafları, devrin veziriazamı pargalı ibrahim paşa bizzat karşılamıştır. yeni yapıya ek olarak bir de kubbealtı'nın bitişiğine sekiz kubbeli gösterişli bir hazine binası (bkz: dış hazine) dikilmişt ve ardından da imparatorluğun altın ve gümüş rezervleri, osmanlı fethinde kısa bir süre sonra 2. mehmet'in eski bizans surlarında inşa ettirdiği heybetli bir hisar olan yedikule'den buraya nakledilmiştir.

öte yandan divan-ı hümayun'un üzerinde yükselen ve padişahın emrindeki devlet görevlilerinin düzgün bir şekilde çalışıp çalışmadıklarını gözlemlediği yer olan, kafesli küçük bir odaya da sahip kule ise 15. yüzyılın sonlarına doğru fatih tarafından inşa ettirilmiştir. adalet kulesi ismiyle anılagelen yapı, saray surlarına tepeden bakmakta ve tabiri caizse hükümet ile halk arasındaki toplumsal sözleşmenin cisimleşmiş hali olduğunu (padişahın, sadakat karşılığında tebaasına sağladığı adalet) ilan etmektedir. genel itibarıyla ikinci avlunun siluetinin, saltanatın simgeleri olan adalet ve cömertliği vurguladığı gören gözler için mübindir.

Adalet Kulesi

divan-ı hümayun ikinci avlunun enerjisini üretirken, mimarisine, burayı en içteki üçüncü avludan ayıran büyük ana kapı damgasını vurmaktadır. bu kapının ismi babüssaade olup, kişinin imparatorluğun ruhuyla karşılaşmak üzere olduğuna işaret etmektedir. osmanlıcanın ana kapılar, kapılar ve eşikler ile ilgili zengin sözcük dağarcığı, kısmen bizans teamüllerinden kısmen de orta doğu'nun saltanat geleneğinden miras alınmış olan, "iç mekanların mahremiyetine gösterilen saygıyı" yansıtmaktadır. saadet kelimesi osmanlılarda olumlu çağrışımları olan bir terimdir ve arapçadan alınmış olan sözcük, orta asya türk geleneğindeki kut kavramına yakın bir anlam taşımaktadır. nitekim padişahın ikametgahına sıklıkla darüssaade denmekte ve büyüklük halesini, sultan ile konutunun varlığından alan istanbul da zaman zaman bu isimle anılmaktadır.

kanuni sultan süleyman'ın ve ona mukabil pargalı ibrahim'in, hükümdarın şahsını daha yüceltme çabası babüssaade'nin hemen arkasında yer alan arz odası'nın yenilenip geliştirilmesinde bir kez daha kendini göstermektedir. padişahın, yalnızca en yüksek mevki sahiplerini kabul ettiği odaya mermer sütunlar, altın yaldızlı mavi çiniler, gümüş kaplama ocaklar ve mücevher kakmalı bir tahtın eklenmesiyle birlikte imparatorluğun süper güç vurgusu somut bir hale gelmiştir.

Arz odası

siyaset dünyasıyla bu son bağlantı noktasının ötesinde ise padişahın "mahrem dünyası" uzanmaktadır. iç avlunun sol köşesinde yer alan has odada, yine süleyman'ın dokunuşlarıyla, dışarıya bakan teras berkitilmiş ve daireye bir de asma bahçesi eklenmiştir. bu seyir terasından suriçi istanbul ve bilad-ı selase'nin (galata, eyüp ve üsküdar) muhteşem manzaralarının yanı sıra boğaz ile haliç'in insana huzur veren mavisi de izlenebilmektedir. iç avlunun sağ köşesinde ise iç hazine yer almaktadır. burası, dört odasında imparatorluğun sahibi olduğu zenginliklerin (örneğin; şah ismail'in tahtı) saklandığı büyük bir müstahkem mevki olarak göze çarpmaktadır. ancak bu uzak avlunun en dikkat çekici yapıları, ileride yüksek devlet görevleri için en çok gelecek vaat eden erkek devşirmelerin eğitimine ayrılmış olan yapı topluluğu yani enderun'dur. eğitim sürecindeki içoğlanlarının yaşam alanı ise avlunun her iki tarafında da yer alan 5 koğuştan müteşekkildir. zaman içerisinde bu çocuklardan en yeteneklileri has oda'da padişahın özel hizmetine seçilmek suretiyle onurlandırılacaktır. mezkur elit grubun içerisindeki en gözde dördü, sultana gittiği her yerde eşlik etmektedir. diğer yandan padişahın has odası'na dek yükselemeyen içoğlanlarının tesellisi, seçilmişler arasında olduklarını bilmeleridir. devam eden sadakatlerinin ve mükemmel performanslarının onları, efendilerinin başka lütuflarına mazhar edeceğinden şüpheleri yoktur. keza sistem o kadar kusursuz görünmektedir ki nicolo machiavelli, hizmet ettiği medici prensine osmanlı imparatorluğu'nun fethetmeyi zorlaştıran nedenlerden birinin de vezirlerin, kölelerin ve sultana bağımlı olanların rüşvetle satın alınmalarının mümkün olmadığı bilgisini vermiştir.

son olarak topkapı sarayı'nın, bilhassa yabancı gözlemcilerde, en çok merak uyandıran kısmı ise şüphesiz harem-i hümayun'dur. 16. yüzyıl tarihçisi neşri, harem terimini aşılması imkansız duvarların içine alınmak suretiyle yaratılan uzamı anlatmak için kullanmıştır. harem sözcüğünün arapça kökleri ve zaman içerisinde kullanılma biçimleri, birbiriyle ilişkili olduğu açık iki genel anlam taşımaktadır: "yasak ya da haram olan bir kutsal" ve "dokunulmaz ya da tabu olan bir uzam". keza 16. yüzyıl osmanlı dünyasında en hürmet gösterilen mekanlar yani camilerin iç kısmı, kudüs'teki mescid-i aksa ve kutsal kentler mekke ile medine her daim harem şeklinde anılagelmiştir. osmanlıların padişahın etrafını kuşatan alanı harem olarak nitelemeleri, iktidarı nasıl kavradıklarını ve değerlendirdiklerini açık bir biçimde göstermektedir.


konuya dair daha fazla bilgi edinmek isteyenlere prof. dr. gülru necipoğlu'ndan architecture, ceremonial, and power / the topkapı palace in the fifteenth and sixteenth centuries, jean baptiste tavernier'den 17. yüzyılda topkapı sarayı ve john freely'den osmanlı sarayı: osmanlı sultanlarının istanbul’daki özel hayatları adlı eserleri tavsiye ediyorum.