İki Kişinin Hayat Ortaklığını En Güzel Şekilde Anlatan Evlilik Filmleri
Codayi-i Nadir ez Simin (Bir Ayrılık) / 2011
uzatmadan iddialı da olsa tanımını yapmak zorundayım. dostoyevski yönetmen olsa ne olurdu sorusunun cevabıdır bu film. beyaz perdede, "karakter", "kişilik", "yalan" üzerine bu kadar detaylı ve derin analize girişmek için ön şart elbette iyi oyuncular olsa da, edebiyatçı ruhuna sahip bir yönetmen olmadan böyle bir film ortaya çıkması gerçekten imkansız.
Nelyubov (Sevgisiz) / 2017
öyle gerçekçi bir yapım ki, bittiğinde gerçek hayata dönmek zor oldu. oturduğum yerde kalakaldım bir süre. isim seçimini beğenmemiştim ama basit bir kelimenin içini bu denli dolduracağını düşünememişim. üzücü, düşündürücü, sarsıcı... sevgisizliğin bulaşıcılığını öyle yormadan, tanıdık bir dille anlatmış ki; biraz evvel nefret ettiğin insana bir daha baktığında -kendine şaşırarak- sarılmak istiyorsun. insanın sevilme ihtiyacını anlatan en güzel filmlerden biri. karlı bir pencereden usulca anlatıyor. bu manzara karşısında ısınsanız mı üşüseniz mi bilemiyorsunuz.
Scener ur ett äktenskap (Bir Evlilikten Manzaralar) / 1974
üç beş yılda bir ani bir can çekmesi sonucu izlediğim bergman filmi. fakat her defasında aynı yeri beni vurur. johan ve marianne çiftinin, evde dostlarını ağırladıkları gecenin sonunda, onların birliktelikleri hakkında konuşup kendilerinin öyle olmadıklarına sevindikleri yerdir burası da. canım bergman, insanla ilgili çok basit ve zavallı bir gerçeği zarifçe kıvırıp kıçımıza sokmuştur zira.
Revolutionary Road (Hayallerin Peşinde) / 2008
american dream dediğimiz olguyu yerden yere vuran film. boş, umutsuz ve mutsuz bir hayattan kurtulup gerçekten yaşamak isteyen bir kadının hikayesi anlatılıyor. senaryo basit görünse de çok derin ve çok vurucu. oyunculuk resmen konuşmuş bu filmde. leonardo di caprio ve kate winslet titanic'teki anlamsız ve donuk oyunculuklarından sonra, bu filmde karşılıklı döktürmüşler. herkesin dediği gibi, özellikle tartışma sahneleri müthiş.
sam mendes, american beauty'den sonra yine american dream ve insan ilişkileri üzerine çok derinlikli bir film yapmış. filmin değerinin giderek daha fazla anlaşılacağı görüşündeyim. ayrıca artık sam mendes tapınılacak yönetmenler arasına kendini sokmayı başardı. filmde sade bir yönetmenlik tekniğini seçmiş ve oyunculukları öne çıkartmıştır kendisi. bu da, filme asıl havasını kazandırmıştır.
Blue Valentine (Aşk ve Küller) / 2010
karşılıklı bir aşkın filmi değildir. kırmızı alarm verildiğinde en yakın sığınağa koşarsanız aşık değilsiniz. mermiler üzerine yağarken dimdik duran bir adam ve onun arkasına sığınıp kurşunlardan kaçan bir kadının hikayesidir. sadece fazla gerçektir, aşk değildir. film iki farklı enkazla bizi bırakırken bir atasözünü daha garantiler (aman diyim):
Vavien (2009)
"engin günaydın, binnur kaya dedik, kutudan nefis bir film-noir çıktı. taylan biraderler dedik, adamlar coen biraderler çıktı."
şaka bi yana gayet sağlam bir türk filmi vavien. hakkında bilgi almayıp izleyenleri de güzelce ters köşeye yatırır. oyunculuklar beklendiği gibi. hatta binnur kaya'nın performansı engin günaydın'ı dahi aşıyor. ayrıca filmde toplasan 40-50 saniye oynayan bir ilker aksum var ki adam bir 20 saniye daha oynasaymış en iyi yardımcı erkek oyuncu dalında oscar alacakmış, o derece kalite.
Gone Girl (Kayıp Kız) / 2014
2.5 saatlik süresi boyunca sizi koltuğa bağlayan, zekice kotarılmış ve harika oyunculuklarla pekiştirilmiş, 2014 yılı içinde gördüğüm en sağlam film. rosamund pike'a ve oyunculuğuna hayranlık duymamak elde değil. kendisini "nefret edilemeyecek psikopat" olarak body heat'teki kathleen turner'ın yanına ekliyorum.
Before Midnight (Geceyarısından Önce) / 2013
ilk 2 filmin "peri masalı" havasına tokat gibi bir "gerçekçi" yaklaşımda bulunan, kadın-erkek ilişkilerini (haddime mi bilmiyorum ama) woody allen'dan bile daha gerçekçi sunan, bence harika bir kapanış filmi. hani günümüzün ergenleri soruyor ya "nedir bu kadın-erkek ilişkileri" diye, bu üçlemenin ilk iki filmini izleyip uzun bir ara versinler, sonra before midnight'ı izlesinler. o zaman çözülmeyecek sorun kalmayacaktır. tam anlamıyla serinin olgunluk filmi diyebilirim.
The Ice Storm (Buz Fırtınası) / 1997
nefis bir ang lee filmi. filmdeki en önemli noktalardan biri, soğukta moleküllerin hareketsizleşmesi tespitidir. böylece nefes aldığında soluğunla bedenine sokabileceğin hiçbir şey kalmıyor. moleküllerin hepsi sabit halde. bunu filmde güçlü bir metafor olarak kullanmış yönetmen. insanlar arasındaki gerçekleşmeyen duygu transferinin ve iletişimsizliğin altı, bu şekilde kalın bir kalemle çizilerek verilmiş.
Amour (Aşk) / 2012
hayatın acımasız bir gerçeğini, yalın haliyle anlatan haneke filmidir. modern yaşam böyledir işte. insanı yalnız bırakır. ne kadar uğraşırsan uğraş ne kadar iyi niyetli olursan ol, bu yalnızlığın içinde hapsolmuşsundur. yorucudur yalnızlık. yüzeysel ve çıkara dayalı ilişkiler, sınırlı sayıda ve gevşek yapılı sosyal bağ... her durumda/toplumda ölmeye mahkum olan aşk, bu ölümü en çıplak haliyle modern toplumda yaşar.
Jerry Maguire / 1996
senaryosunun yazılması üç sene sürmüş, her repliği inanılmaz derecede özenli bir film. her bir figüre ve her ayrıntıya o kadar dikkat edilmiş ki filmin izlemek için oturduğunuzda dakikaların nasıl aktığını anlamıyorsunuz ve bir bakmışsınız ki bitivermiş... tom cruise filmde adeta döktürüyor (iyi ki planlandığı gibi tom hanks oynamamış) ve harika ses tonu-diksiyonuyla hayran bırakıyor; cuba gooding jr ise adamı mahvediyor.benim açımdan kabul etmeliyim ki izlediğim en iyi film değil ama hafızamda en fazla quote bırakan filmdir.
The Bridges of Madison County (Yasak İlişki) / 1995
hayatı boyunca hiç gidememiş bir kadınla, hayatı boyunca hiç kalamamış bir adamın öyküsü.
birbirlerine, sanki hayatlarının son rötuşlarını yapar gibi dokunan iki insanın; sevmenin yaşı ve zamanı olmadığını gösteren bir aşkın filmi.
4 günde yaşananların etkisinin bir ömür sürdüğü efsane bir içtenliğin senfonisi.