İnşaat Mühendislerinin Gözünden Sabırları Zorlayan, Çileli Bir Çalışma Hayatı: Şantiyecilik
şantiye hayatı zordur hem de çok zordur ama alışırsın, alıştığın şey her gün ettiğin küfürlerdir aslında.
insanın psikolojisini alır bir temiz elden geçirip yerine monte eder. her gün özendiğin o takım elbiseli, öğlen elinde kahve bardağıyla gezen, bir sürü kadın, erkek bir arada çalışmanın verdiği sosyal adam olmadığını, olamayacağını sindirmeye başlarsın yavaşça. buluşmaya giderken paçandaki çamur hatırlatır sana senin kafanda kendine yapıştırdığın (ulan şefim ben, oraları ben yapıyorum) kimlik olmadığını.
ileri yıllarda tecrübelerinle birlikte arkadaşların olur birlikte çalıştığın, sivildeyken kesik yiyen, hoşmuş denen ama kafasında baret üstünde reflektörlü yelekle ‘ıııhhhh amele’ sıfatı yiyen insanlar.
"şef çay yaptık gel" ile başlar sabahlar. öğlene doğru iş yapmanın, yorulmanın ve acıkmanın verdiği hislerle değişir o sabahki sempatik dünya.
sıradan bir telsiz konuşması
- x şef, x şef ilyas.
- dinliyorum.
- şef 10. kata bi gelebilir misin ?
- işim var noldu?
- malzeme yerine olmuyo.
- olm telsizden konuşmayın bunları demedim mi ?
- abi çizen mal kısa vermiş olmuyo (artık benim anonsu ne anladıysa)
- lan ben verdim onun imalatını ölçüyü de sen getirdin.
- .mına koycam bunun da haa.
- ilyas küfür ederken mandaldan elini çek
- !'^+%&
- geldim ilyas geldim.
o kadar değişkenin bir arada olmasıdır işte bu dünyayı enteresan yapan. o kadar adam; kimi akıllı, kimi ise gerçekten neden orda olduğunu bile bilmiyor. bu yüzden oradaki her şey sana bağlıdır aslında. sosyal hayatında uğraşmadığın her şey o sihirli dünyada senin en büyük problemlerindir. parmağı kesilen yanına koşar doktor olursun, kamyoncu mal getirir yılların evden eve nakliyatçısı olursun, yol parası biter adamın 'abi 5 lira var mı?' adamın abisi olursun, laf anlatmaya çalışmaktan saçların beyazlar öğretmen olursun, raporlar, hakedişler, dağılım, maliyet analizi, faturalar vb. derken okulda öğretmedikleri ne varsa sen o anda o olursun.
insanların cumartesi program yapmaları kanına dokunur şantiyedeki insanın çünkü sen pazar nöbetini satmanın peşindedirsin "2 pazardır ben geliyorum yeter" onlarsa cumartesi polonez köye gidelim, pazar da caddeye akarız peşindedirler. yukarıda da söylediğim gibi kafandaki statü sahibi adam değilsindir sosyal hayatında da alışırsın yani.
zordur şantiye hayatı bir o kadar da garip; çok fazla adam tanırsın hatta aç telefon rehberine bak yarısını hatırlamazsın bile -bilmem kim usta -bilmem neci ama seversin işte kopamazsın. alışırsın artık ettiğin küfürlere, insanlar da alışır ağzının bozuk olmasına. hijyen kavramı senin için erotik bir telaffuzdan öteye geçmez.. yazları sıcak ve kurak kışları soğuk ve sert geçen bir konteynerda geçer ömrün ve yarılanma süresi en hızlı elementten daha hızlı bir şekilde.
şantiye hayatını yaşamayan bilmez. eğer bir kelimeyle anlatmak gerekirse yıpratıcı diyebilirim.
hikayemi farklı başlıklarda yazdım, bir kez daha yazayım. ben endüstri mühendisiyim. inşaatla en ufak bir bağlantım yok mesleki açıdan. okul bitti, iş bulamadım. askere gitmeyeceğim de kendi açımdan kesindi. bir şekil yurt dışına çıkmış bulunduk. motivasyon güzeldi.
"3 sene nedir ki?"
"bakarsın daha uzun kalır kariyerimi öyle devam ettiririm"
" bu zaman yorulmayacağım da ne zaman yorulacağım?"
"hem sağlam para biriktiririm geldiğimde kendi yerimi açarım"
gittik alakasız bir coğrafyaya. yabancı kontrol firması gelmiş, ingilizce bilen adam lazımmış. dökümantasyon, raporlama biraz da hesap kitap. iyi dedim daha ne güzel. dedim demesine de, 4 gün sonra sarı çizmeyle betonun içinde buldum kendimi. şantiye hayatında düzen, plan, program hiç yokmuş bunu gördüm.
normalde sessiz sakin ve kibar bir insanım. çok zorunda kalmadıkça insanlarla konuşmam. bilhassa tanımadığım insanlarla iletişimimi minimumda tutmak isterim. kimseyle sorun yaşamam. kavga etme, olayı uzatma gibi davranışlarım yoktur. ya da yoktu diyeyim. 2 sene içinde yavaş yavaş değiştiğimi gördüm. avaz avaz bağırdım, yalan söyledim, kavga ettim. çalışmayı sevmeyen insan ben, yeterince çalışmıyorlar diye insanlara mesai vermediğimi falan fark ettim. çünkü zorundaydım. şantiyede efendilik, kibarlık, sakinlik sökmez. bu tür çirkef bir insan olmazsan işini yaptıramazsın.
para mı? kazanıyorsun. çok ciddi meblağlar hem de.
türkiye'de benden çok daha tecrübeli bilgili mühendisin kazanamadığı paraları kazandım. ancak heves olmadıktan sonra o paraya değer veremiyorsun.
mesai sabah 8 de başlar, akşam kaçta biteceği belli değildir.
bir seferinde bir günde 27 saat çalıştığımı bilirim. gün 24 saat sürüyor sen düşün. betona kalmak diye bir illet vardır, bu başlığı okuyanların baya aşina olduğu. beton hazırlıkları geç bitmiştir. beton gece dökülecektir. ancak bir sorumlu kalması lazım. gelecek betonu hesaplamak, bir ters durumda sorumluluk almak. ancak beton gelmez. uzaktaki bir sevgiliyi bekler gibi mikser beklersin. soğuktan gözler yaşarmış, 11. katın tepesinden ana yola bakarsın. ışıkları seçersin. 27 saat çalıştığım günün sonunda yatağa girişimi hatırlıyorum. telefondan pink floyd - echoes açmıştım. iddia ediyorum, hiç bir kimyasal böyle bir etki yapamaz. tarif edemiyorum o hissiyatı.
kısacası, çok zordur şantiye hayatı.
sık sık kendinizi sorgularsınız, "ben ne yapıyorum? burada ne işim var? değer mi? para ne ki? askerliği aradan çıkarsa mıydık? e ideolojik bakıyoruz olaya? e sikmişim ideolojini bundan daha büyük eziyet mi olur? " tadında. karakterinizin değişmesi çok olasıdır. fiziksel olarak çok yorulursunuz, psikolojik olarak çok yıpranırsınız. düzenli bir hayatınız olmaz. ailenizi, arkadaşlarınızı göremezsiniz. en sevdiğiniz sosyal aktivite uyku olur.
inşaat mühendislerine açık açık söyleyeyim. şantiyeye gitmeyin. iş zevkli, action dolu gözükse de, merkez ofislere gidin. illa şantiyeyse, sahaya gitmeyin. teknik ofis, planlama falan takılın. inşaat mühendisi ya da teknikeri olmayanlara açık açık söyleyeyim. şantiyeden uzak durun. paraya değmez. vallahi.