İnsanın Canını Yakan Soğukkanlı Tespitler ve Doğadan Aydınlatıcı Örneklerle: Aşkın Metafiziği

Sözlük yazarı "skocax", aşkın metafiziğini doğa, felsefe ve inanç kavramlarıyla harmanlayarak oldukça nitelikli bir işe imza atmış.
İnsanın Canını Yakan Soğukkanlı Tespitler ve Doğadan Aydınlatıcı Örneklerle: Aşkın Metafiziği
Never Let Me Go (2010)


metafizik meselesine bir kez bulaştın mı, metafiziğe bir kez kafa tuttun mu; işin sonu eninde sonunda aşka da varıyor. bundan kaçış yok.

"meta" yunanca "ötesi" demek. metafizik günümüz türkçesi ile fiziğin ötesi, bilimin ötesi gibi bir anlama geliyor. peki bilimin, fiziğin, kimya ve biyolojinin ötesinde ne var?

henüz bilmediklerimiz ve günü gelince öğreneceklerimiz mi?

yoksa bilmemizin imkansız olduğu ve asla bilemeyeceğimizin halihazırda farkında olduğumuz şeyler mi?

ikisi de var.

ancak metafizik kelimesinin felsefedeki de dahil olmak üzere günümüz dünyasındaki kullanımı "henüz bilmediğimiz ama günün birinde illaki bilebileceğimiz şeyler" anlamını karşılamıyor. metafizik bilinmez olanı ve sonsuza dek de bilinmesi mümkün olmayanı ifade ediyor. mesela tanrı gibi ya da aşk gibi. tanrının ya da aşkın sebepleri nedir? neden vardırlar? gerçekten var mıdırlar? yoksa uydurulmuş masallar mıdır? tanrı nedir? aşk nedir?

tıpkı tanrı gibi aşk da nedensiz ve gerekçesiz bir iman gerektirir. iman olan yerde akıl, şuur ve bilinç kontak kapatır. "bir şeyin sebebini, içeriğini ve hatta var olup olmadığını bilmediği halde doğru olduğuna ikna olma, kendi kendini ikna etme" durumu olarak tanımlayacağımız "iman", "inanç", "inanmak" ifadeleri metafiziği var eden ve nesilden nesile taşıyan kavramlardır.

tanrıya olan imanını kaybeden dolayısı ile de iman etme kabiliyetini yitiren birinin aşka iman duyması ya da genel olarak herhangi bir şeye iman duyması, iman etmek, inanmak fiillerini ifa etmesi bir çelişki midir?

öyle ya, madem sebepsiz sonuçların var olabileceğine kendini ikna edemiyorsun. madem tanrının olmadığına, tanrının bir masal ve efsane olduğuna ikna oldun, aşk nedir o zaman? aşk sanki tanrıdan farklı mıdır? eğer aşk, insanın doğuştan getirdiği güdüleri, iç güdüleri, somut bedenindeki parçalarının kimyasal/biyolojik çıktıları ve sonradan kazandığı sosyal özellikleri/ sosyal tecrübeleri nedeniyle hormonal, psikiyatrik, psikolojik, üreme odaklı, çoğalma odaklı, doğanın ona yüklediği bir misyonu yerine getirme odaklı bir şey değilse; bunun çok daha ötesinde, çok daha kutsal, çok daha metafizik, çok daha efsanevi, çok daha bilinemez, kendiliğinden sebepsiz yere olup biten, yüce bir şeyse; bir efsaneden ne farkı kalıyor?

içinde abartılı 3 gözlü devlerin ve gerçekte var olmayan uçan atların, şeytan görünümlü cücelerin ve yarı hayvan tanrıların bulunduğu efsaneler de kutsal görülüyor, çok daha bilinemez oldukları söyleniyor, metafizik bulunuyor... aşk yerine bir efsaneye sözgelimi muhammed'in burak isminde bir binek ile uzayın ve evrenin ötesinde tanrının huzuruna gidebildiğine, uzayın ötesinin olduğuna ve ötesinde bir tanrının oturduğuna inanmak ile "gönülden gönüle bir bağ" olduğuna ve "bu bağın görünmediğine" inanmak arasında çok fazla bir fark olmasa gerek.


aşka bir bilinemezlik/sebepsizlik/kendi kendiliğindencilik atfetmek samimi değil

"senin için ölürüm, aşkım için ölürüm" gibi ifadeler laf-ı güzaf. bunları söyleyip de gerçekten ölenler, kendilerini öldürenler yine de aşk için ölmediler. belki kuru bir inat uğruna, ne büyük aşıklar olduklarını ispatlamak uğruna; belki yaşadıkları reddedilmişilik, değersizlik hissi psikolojik buhranlar oluşturdu ve rasyonel düşünme yetilerini yitirdiler kıydılar kendilerine.

+ senin için ölürüm

- sebep?

+ işte o kadar büyük bir aşk duyuyorum sana. işte o kadar büyük bir aşığım ben. gör bak senin için neler yaparım. gör bak aşkın kulaktan kulağa efsane edilmiş tanımını en iyi karşılayan hareketi senin uğrunda yapacağım. gör bak gerçek aşk budur diyecekler. gör bak sen gerçek aşk neymiş anlayacaksın.

gerçek aşk da gerçek islam gibi bir şey, tıpkı onun gibi binlerce çeşidi ve başında "gerçek" sıfatını haiz versiyonu var. bir teoriye göre biz insanları diğer primatlardan ayıran temel farkı, yani "kurgulayabilme becerisi" ni var eden konuşabilme kabiliyetimizin geliştiren yani sapiensin konuşabilen ve kurgulayabilen bir hayvana dönüşebilmesini sağlayan tek şey dedikoduydu. evet bildiğimiz düpedüz "şunun kızı geçen şu parkta bi oğlanla görmüşler" tarzı dedikodu. maymunlar yalan söyleyebiliyorlar. kendi aralarında çıkardıkları seslerle anlaşabilen maymunlar üzerinde çalışan araştırmacılar maymunların birbirlerine tehlikeyi haber edebildiklerini ve bunu her seferinde aynı sesle ettiklerini bulmuşlar. atıyorum maymun "muhmuhvık" diye bağırınca diğer maymunu yaklaşan bir aslana karşı uyarmış ve her seferinde bir aslan yaklaştığında aynı "muhmuhvık" sesini çıkarmış. bu sesi o tür maymunların dilinde "dikkat aslan" demek diye düşünebiliriz. araştırmacılar bazı maymunların ortada bir aslan olmadığı halde aynı sesi çıkarıp o kargaşada tedirgin olan diğer maymunun elinden muzunu kaptığını da farketmişler.

bizdeki kurgulama becerisi ise bunun çok çok ötesinde: mitler, destanlar, cennetler ve tanrılar kurguluyoruz biz. ölümden sonra yaşam ve sonsuz bir canlılık kurguluyoruz. bu maymunun yaptığına tam olarak kurgu bile diyemeyiz hatta. gerçek aşk denilen mesela eşkıya filminde baran'ın ve berfo'nun ikisinin birden keje'ye duyduğu ya da keje'nin baran'a duyduğu aşk, onu bir ömür dilsiz yapan aşk acısı da mı kurgu? öyle bir aşk gerçekten yok mudur? veya burada anlatılan (bkz: sonra bir daha gördün mü abi o kızı/@terelelli temcik) türde bir ömür süren aşk acısı veya aşk da mı hikaye? bu da mı samimi değil? bir insanın bütün hayatını etkileyen bu tür aşklar da mı kurgudur?

maalesef.

çulha kuşu samimidir. dobradır. dürüsttür. çünkü çulha kuşu doğaldır: determinizm ne derse onu yapar, yapmaya mahkumdur çünkü doğa determinizmdir, sebepsiz sonuçlar değildir doğa. çünkü determinizm sebepli sonuçlardır. sebepli sonuçlar bizim her şeyimizidir, aklımızı yitirmiyor ve bir budala gibi yaşamıyor oluşumuzun yegane gerekçesi sebepli sonuçlardır. sebepsiz sonuç diye bir şey de yoktur bu arada. erkek çulha kuşu haftalarca uğraşıp şu şekilde bir yuva yapar ve dişi bir çulha kuşu ile fingirdeşmeye ancak o zaman hak kazanır.


yuvayı ne kadar güzel yaparsa en sağlıklı ve gürbüz dişi çulha ile çiftleşebileceği anlamına gelir bu. yani genetiğini, biyolojik özünü, varlığını bir sonraki nesile daha risksiz aktarabilecektir. biyolojik özü yaşamaya, var olmaya devam edecektir. çulha kuşu dişisini dişinin huyuna ve suyuna bakarak seçmez. biyolojik olarak en başarılı yavruları dünyaya getirecek dişiyi ister. çulha dişisi de yavrularına en iyi yuvalık yapacak, en sağlam duran, en iyi konumdaki yuvayı yapan erkeği seçer. doğal olan budur. rasyonel olan da budur. arkasında hiçbir efsane, mit ya da metafizik zırva yoktur. samimidir, dürüsttür, erdemlidir ve esas ahlaklı olan budur.

sapiens türünün kurgulama ve konuşma becerisi en nihayetinde "aşk" diye bir kelime türetmiş ve buna reel dünyada karşılığı olmayan bir kutsiyet atfetmiştir

çulha kuşu kurgulama becerisine sahip değildir. onun yerine sanat eseri gibi yuva yapma becerisi vardır çulhalarda. sapiens erkeği dişisini etkilemek ve onunla neslini sürdürmek için aşkı konu alan, aşka bir tanrısallık atfeden süslü şiirler yazabilir. maşukunu saatlerce överek onun nasıl eşi bulunmaz bir güzellikte olduğunu dillendirebilir. gözleri ile vücut dili ile ona olan ilgisini ve hayranlığını sürekli belli edebilir. sapiens erkeğinin şiir yazması ile çulha erkeğinin yuva yapması arasında ahlaksal bir fark yok. ikisi de doğa kendine ne meziyet verdiyse onu kullanıyor. ancak çulha erkeği ile sapiens erkeği arasında dolayısıyla bu iki türün dişileri arasında başka bir fark var. sapiensin erkeği dişiyi elde etmek için yaptığı şeyi kutsal, yüce, insanüstü, tanrısal sayarken ve dişisi de böyle olduğuna inanırken çulha'nın dişisi ve erkeği yaşadıkları şeye bir kutsiyet atfedebilecek kabiliyette değiller. doğada sapiensten başka çocuk/enik yapma amaçlı cinsel davranışlarına kutsiyet/tanrısallık/doğa üstülük atfeden başka bir tür yok çünkü doğada kurgulama becerisine ve ifade edebilme kabiliyetine sahip başka bir tür yok.

biz doğada kendi halinde canlılardık, akıl sahibi olduk, konuşabildik, iletişim kurabildik ve çok büyük gruplar halinde yaşayabildik, yaşayabiliyoruz. sonunda doğa bizim bugünümüzü yarattı, determinizm işledi sonuçlar bizi hayvanların neslini tükettiğimiz, güneş yüzü görmeyen tavukları makinelerle 20 günde büyütüp yediğimiz ve kuzey kutbunu erittiğimiz bugüne getirdi. bugünümüz içinde aşk denilen kurgusal kavramın da var olduğu bir yer. dolayısıyla terelelli temcik'in hikayesi ya da eşkıya'da keje'nin baran'a olan aşkı bütün nedenleri ve sonuçları ile bugünümüze ait, var olan gerçekler. aşk denilen yalan da tıpkı din gibi hayatlarımızın bir parçası. dinler nasıl yok olmuyorsa dinler nasıl kaybolmuyorsa aşk da tıpkı din gibi yaşamaya devam edecek.

ancak mesele doğaya bakarak aşkın metafizik/kurgu/masal olduğunu ve buna rağmen insanın aşk denen kör kuyuda bir bilinmezlik örtüsü altında debelenip durduğunu algılayabilmek. bir sapiens erkeği doğada var olan diğer türlerin erkeklerinden muazzam bir farka sahip olduğu için, sözgelimi bilinç ve konuşma yetisine sahip olduğu için diğer türlerin mahkum olduğu hiçbir biyolojik, kimyasal, genetik baskıya maruz kalmadan bir sapiens kadınını mutlu etmeye çabalayabilir. bunun ardında illaki rasyonel/deterministik bir neden-sonuç zinciri olmak zorundadır ancak bu zincirin varlığı aşkı, bu zincirin varlığını inkar ederek bir yalana indirgeyenlerden daha az kutsal yapmaz. kutsallık diye bir şey gerçekten varsa esas kutsal olan sevgi denen duygunun, sevme eyleminin saf su gibi tertemiz bir neden-sonuç zinciri sonucunda var olduğunu kabullenmektir.


şöyle ki

seni sevdim çünkü sen vardın uygun olan.

seni sevdim çünkü kalan 3.5 milyar kadının 3.49999 milyarını hayatım boyunca görmedim ve göremeden öleceğim.

seni sevdim çünkü görebilidiğim 0.00001 milyar kadının tanışabildiklerimin, konuşabildiklerimin, yaşıma uygun olanlarından beni isteyebileceklerin içinde sen optimumdun.

seni sevdim çünkü rasyoneldi. seni sevdim çünkü determinizm bunu gerektirdi.

aldatma yok. kandırma yok. yalan yok. var olduğuna "hissetmekten" başka ispat bulunamayan "aşk" denen bir yalana kurban etme yok. aşkın ömrü 7 yıldır efsanesi doğru, aşk biten bir şey çünkü aşk insanların kendini doğa üstü sanmaları sonucu birbirlerine söyledikleri büyükçe bir yalan, efsaneleşmek leyla ile mecnun olmak, kleopatra ile mark antoni olmak ya da helen ile paris olmak isteyenlerin, efsanelere ve masallara öykünenlerin, kendilerinde efsaneleşebilecek yani tanrılaşabilecek bir öz olduğunu sananların, kendilerini bir halt sananların uydurması. nihayetinde saman alevi gibi adi, basit nedenlerle, ihanetle ya da "sıkılmak" gibi basit bir gerekçeyle anında bitebilen 7 yıllık ömrü olan ve aslında hiç de kutsal olmayan bir kurgu.

ruh diye bir şey var olmadığı gibi ruh eşi de romantizmin sentetik icadı. insan duygusuz bir makinedir demiyorum. insan duygulu bir makinedir. duygular vardır ancak duygular da mekaniktir. sevgi mekaniktir ve türleri vardır. bir annenin yavrusuna duyduğu sevgi ile iki karşı cinsin birbirine duyduğu sevgiler birbirinden farklıdır. annenin çocuğuna olan sevgisi doğuştan gelir, tıpkı yavrusunu beslemek için gece gündüz orman ile deniz arasında mekik dokuyan yeni zelanda penguenleri gibi güdüseldir, engellenemez, bastırılamaz. bir arkadaşımın dediği gibi "bir erkeği hayatında iki kadın gerçek anlamda sever, biri annesi diğeri kızı". üçüncü seven bir kadın varsa o da diğer kızıdır.

sevgi mekaniktir çünkü kutup ayıları da yavrularının canı için kendi canlarını tehlikeye atarlar yani yavrularını severler. çünkü kutup ayısının da hormonları vardır, sevimli yavrusunun estetik yüzü, ufak burnu ve minnoşluğu göz ve burun reseptörlerini uyarır, kutup ayısının kanına bir takım hormonların akmasını sağlar. ve sonucunda beyninde yani şuurunda yavrusuna karşı bir koruma, kol kanat germe ve onu besleyip yaşatma komutları oluşur. kutup ayısı bu komutları uygulamak zorundadır çünkü o koca cüsse beyinden gelen komutları uygulamaya mahkumdur. eğer batıya doğru attığım bir taş batıya doğru gidiyorsa, kutup ayısının kanına karışan hormonları da beyninde yavrusunu sevme etkisi yapar. çünkü o hormonların işlevi budur. insanın kanı kutup ayısının kanından çok mu farklı? kimyası ikisinin de benzer, belki denk. muhtemelen aynı atomlardan oluşuyor. insanın yavrusuna olan sevgisinin kutup ayısının yavrusuna olan sevgisinden farkı yoktur. tek farkı bu sevgiyi kutup ayısından çok daha kompleks bir biçimde ifade edebilme becerisine sahip olmasıdır.


şopenhaur bu başlıkta adı geçen metaphysik der geschlechtsliebe nam-ı diğer cinsel aşkın metafiziği isimli makalesinde henüz evrimin ve doğal seçilim yasasının bilinmediği bir dönemde cinsel aşkın metafizik bir zırva olduğunu açık yüreklilikle ve yüksek bir deha ile anlatmış, çağının çok çok ilerisini görebilen büyük bir düşünür/filozof olduğunu göstermiştir. kadınlara dair tespitleri 19. yüzyılın başları avrupasını esas aldığı için bugün epeyce absürd geliyor. 19. yüzyıl avrupasında kadın çalışmaz evde oturur ve erkeğe muhtaç bir hayat yaşardı. bu çok değişti. şopenhaur kadınların yarım insan olduğu, mantıklı düşünemediği, erkeğe muhtaç olduğu, şiir, müzik ve sanattan aslında hiç anlamadığı, tıpkı antik yunanlıların yaptığı gibi aslında tiyatroya bile sokulmamaları gerektiği ve insanlığa kayda değer bir ürün vermeyecekleri konularında çok yanıldı. 2015 yılına kadar 14'ü edebiyat alanında olmak üzere 48 kadın nobel ödülü aldı. bugün bir kadın amerikan başkanı olma yolunda emin adımlarla ilerliyor, türkiye bile kadın başbakan gördü. erkek ne yapabilirse kadın da aynını yapabiliyor; şopenhaurun ifadesi ile "bodur, kısa bacaklı, dar omuzlu ve geniş kalçalı, iki yüzlü, riyakar , usta yalancı" ve erkeğe her anlamda muhtaç yaratıklar değil. ancak şopenhaur'un aşkın ardında, arka planında ozanların, şairlerin, şekspirin ya da puşkin'in gördüğünden apayrı bir metafizik gördüğünü söylemek gerek.

şekspir'in 88. sonesinde:

benim sevgim böyledir.
varlığım senin hepten:
her suçu üstlenirim,
yeter ki haklı çık sen…

ifadelerindeki sevgi/aşk karşılıksız, kendiliğinden, plansız, sebepsiz gibi durur. güya o derece kutsal ve kıymetlidir. adeta ilahi bir dokunuşun ürünüdür. şekspir'in bu sonesinde anlattığı aşktaki metafizik durum sokaktaki adamın aşka atfettiği metafizik ile aynı.

oysa şopenhaur'un bahsettiği aşkın ardındaki metafizik; aşkın efsanevi hali ya da masalsı vaziyeti değil; onun ardındaki iradenin metafiziğidir.

iradenin metafiziği

doğa kanunları var ve bunları bulabiliyoruz evet. eğer herhangi bir doğa kanununun sabit olduğunu bir düzene göre çalıştığını söyleyebiliyorsak aşk da aynı şekilde bir nizama uygun olmalı. ortada kendiliğinden, düzensiz, kararsız, sebepsiz bir durum olmamalı: tanrı varsa da yoksa da ortada bir zar yok bunu net olarak biliyoruz, doğada, evrende ve insanda hiçbir şey zar atarak çalışmıyor. eğer su her seferinde ortam ve şartlar farklı da olsa aşağı doğru akıyorsa aşk da her seferinde kişiler ve yerler farklı da olsa aynı sisteme göre çalışmalı. bunu beklemekte mantıksal olarak bir sıkıntı yok. ancak doğa kanunlarını var eden iradenin ne olduğu muallakta. işte metafiziğin başladığı yer de tam olarak burası. şopenhaur'un aşkın metafiziğinde anlattığı aşkın türün devamı, cinsel çekim sebepli, doğal bir durum olduğu iddiasında türün devamının kim ya da ne tarafından talep edildiği ya da türün devamı istencinin insan güdülerinde nasıl var olabildiği metafizik sadece. geri kalan kısımda metafiziğin zerresi yok. o iradenin ne olduğu meçhul kimi tanrı diyor kimi evren; einstein da spinoza'nın tanrısını görüyor o iradede yani doğayı.

Arthur Schopenhauer.

şopenhaur'a göre doğada her canlı kendini hayatta tutan bir takım silahlara sahiptir, zaten bu silahları olmasa hayatta kalamaz ve türünü devam ettiremezlerdi. fillerin iri cüssesi, kalın derisi ve dişleri, aslan ve kaplanların pençesi ve kartalların da geniş kanatları ile muazzam gözleri vardır. sapiensin kendi içindeki dengesinde ise kadının sadece gençlik döneminde sahip olabildiği "güzellik" silahı vardır. kadınlar erkeklere bir şeyler yaptırabilmek için kendi güzelliklerini ve erkeklerin merhamet duygularını manipüle etme yöntemini kullanırlar. nihai emel neslin devamıdır, bütün sahne ve dekorlar, karakterler ve metinler sadece en kolay hayatta kalabilecek en gürbüz çocuğu elde edebilmek içindir. bu uğurda bir erkek peygamber devesi nasıl ki çiftleşme sonrası dişisine yem olmayı ve çiftleştikten sonra ölüp gitmeyi göze alabiliyorsa sapienslerde erkek ve kadın da epeyce şeyi göze alabilir.


tanrı öldü, yaşasaydı da zar atmazdı

leyla ile mecnun hiç yaşamadılar. gılgamış utnapiştim'i; utnapiştim de ölümsüzlük otunu hiç bulamadı. hanlar hanı bayındır han o ziyafeti hiç vermedi, boğaç han kol gücüyle o boğayı hiç deviremedi. dirse han yağız oğlu boğaç'ı okuyla iki küreğinin arasından hiç vurmadı,boz atlı hızır boğaç hanı hiç ölümden diriltmedi. tanrıça thetist oğlu aşil'i topuğundan tutup da ölümsüzlük nehrinde hiç yıkamadı. kibele anamıza 6000 yıl tapıldı anadolu'da, iktidar değişti kibele değişti, artık anamız olmadığı gibi insanların ilki de değildi. koca penisli priapos tarlasını sabanlamayan kimseye yoktan bereket getirmedi, penisi de o kadar büyük değildi. o kurt tanrı değildi dokuz oğuz boyları da o kızların kurtla çiftleşmesinden türemedi. alper tunga da her ölümlü gibi öldü gitti. isis kardeşi osiris ile hiç evlenmedi, horus hiç doğmadı. pandora kutusunu hiç açmadı insanlar o kutudan çıkan salgınla değil tifo ve dizanteriden kırıldılar. sebe kavminin yaptığı baraj allahın gazabı ile değil hizmet ömrünü tamamladığı halde bakımı yapılamadığı için yerle bir oldu.

athena bakire değildi, meryem de öyle. afrodit liğme liğme edilmiş babasının denize atılmış kopmuş penisinden türemedi. zeus prometeusu kafkas dağına hiçbir zaman zincirleyemedi. bugünün vikingleri ölünce odinin valhalasına gidemeyecek oysa kaç bin yıl gidebileceklerini sandılar. thor'un çekici şimşek falan değildi o kadar ağır da değildi. yggdrasil ağacı, tuba ağacı, noel ağacı, dilek ağacı.. tümü bildiğin ağaç; yaprakları var fotosentez yapar kesersen odun olur. kral arthur o kadar güçlü değildi, excaliburu o kayadan çıkarmak bir balyozluk iş idi. indra, yama, mahabharata, ganeşa ve brahma... tümü kabiliyetli hint heykeltraşlarının taşa oyduğu şekillerden başka bir şey değil. ejderha diye bir şey olmadığı gibi oni iblisleri de cehennem kapısında nöbet falan tutmuyor.

insanoğlu kurgulamanın dibine vurmuş. efsaneler, mitler, destanlar, dinler... dünyanın neresine gitsen ayrı masallar, ayrı hikayeler... aşk da onlardan biri. coğrafyadan coğrafyaya kültüre göre farklılık gösteriyor. nijerya'daki wodaabe kabilesinde erkekler kadınlar için süsleniyor: http://www.sozcu.com.tr/…ile-1247093/?_szc_galeri=1

hakikatten çok kurgu var piyasada. insanoğlunun en büyük problemi bu.

Apollo ve Daphne.

tanrı yok, aşk yok, iman yok ne var lan it?

bir irade var. metafizik mi bilemem. öğrenmek için de hawking'in talebelerinden başka kimseden; filozoflardan ya da düşünürlerden özellikle şeyh, ulema, aziz, peder, haham ve büyücü/üfürükçü takımından bir beklentim yok.

bir de,

buz gibi hakikat var. yemesini bilene baldan tatlı bilmeyene zehirden acı.

diğerlerine kalan matrix.

Mecidiyeköy Trafiği Yerine Hollanda'da Bisikletle İşe Gitmeyi Seçen Birinin İmrendiren Hayatı