Japon Yazar Haruki Murakami'nin Koşmakla Kurduğu İlham Verici İlişki

Fazla ünlü diye Nobel edebiyat ödülünü alamadığı söylenen Murakami, koşmaya ayrı bir anlam bahşediyor.
Japon Yazar Haruki Murakami'nin Koşmakla Kurduğu İlham Verici İlişki

haruki murakami, 33 yaşında caz barını kapatıp roman yazmaya karar verdiği o unutulmaz gün, hayatına bir devrim daha ekler: koşmak

ona göre, “sağlıksız olan şeylerle baş edebilmek için insanın mümkün olduğunca sağlıklı olması gerekir.” murakami'nin edebiyatının temelinde işte bu ironik denge yatar; yazmak için gerekli olan zihinsel enerjiyi, bedenini koşu pistinde adeta döve döve arındırır. her gün 10 kilometre, haftada 60, ayda 250 kilometre koşmak, sıradan bir hobi değil, aksine baştan sona bir disiplin, bir yaşam biçimi. sabah dördünde uyanıp saatlerce yazan murakami, ardından kendini sokağa atar, akşam 9'da ise çoktan uykuya geçmiş olur. “rutini hiç bozmayıp aynı tempoyu korurum” derken aslında tekrarın verdiği o transa yakın zihinsel halin altını çiziyor. koşarken zihni yavaşça boşalıyor, kelimeler ve hikayeler, bilinçaltının derinliklerinden gün yüzüne çıkıyor.

murakami, maraton koşmakla roman yazmak arasında öyle bir köprü kuruyor ki, bu neredeyse onun yazarlık manifestosu. her ikisi de sabır, azim ve ciddi bir zihinsel direnç gerektiriyor. kendisi de şöyle özetliyor:

“roman yazmaya başladığımda kararlılıkla uzun mesafe koşmaya girişmemiş olsaydım, eserlerim şimdiki halinden belirgin biçimde farklı olurdu.”

yani koşmak, onun için bir tercih değil, neredeyse varoluşsal bir gereklilik.

murakami'nin koşu geçmişi de sıradan bir yazar için oldukça şaşırtıcı: new york ve boston maratonları, atina'da kavurucu bir yazda 42 kilometrelik koşular, japonya'da bitmek bilmeyen parkurlar… hatta triatlonlara ve 100 kilometrelik ultra maratonlara bile imza atmışlığı var. koşarken yanında the lovin' spoonful, eric clapton, rolling stones ve rhcp gibi gruplar eksik olmuyor; bu playlist, hem adımlarına hem cümlelerine ritim veriyor.

onu farklı kılan bir başka şey de rekabet anlayışı. murakami, “uzun mesafe koşularında rakip olarak geçmem gereken tek kişi geçmişteki kendimdir” diyor. sadelik ve bilgelik dolu bu bakış açısı, sürekli kendini aşma fikriyle hayat ve edebiyatı aynı çizgide buluşturuyor. tam anlamıyla japon zenine özgü bir yaklaşım.

mevzunun bilimsel kısmı ise işin felsefesini pekiştiriyor

sadece murakami'nin kişisel deneyimi değil; oxford ve stanford'da yapılan araştırmalar da düzenli aerobik egzersizin özellikle yaratıcı düşünmeyi ve bağlantı kurmayı teşvik ettiğini ortaya koyuyor. koşmak, beynin iç bağlantılarını güçlendiriyor, nöroplastisiteyi artırıyor ve insan zihninin alışılmadık hikaye örgülerini kurmasına olanak tanıyor.

murakami'yi steve jobs'un yürüyüş toplantılarından, nietzsche'nin yalnız yürüyüşlerinden ayıran en önemli fark, onun “koşarak yazan” bir adam olması. yaratıcılığın bazen bir masa ve kalemle değil, koşu ayakkabılarıyla sokağa çıkmakla, arkanı dönüp hayatı bir süreliğine geride bırakmakla da ilgili olabileceğini gösteriyor.

ve işte murakami'nin nihai ironisi: koşmak onun için roman yazmanın hem başlangıcı, hem de devamı. mezar taşına “en azından sonuna kadar yürümedi” yazılsın istiyor. yani, kelimelerle olduğu kadar adımlarıyla da durmaksızın yol alıyor.

referans: haruki murakami, koşmasaydım yazamazdım (2007)