Jean Paul Sartre ve Simone de Beauvoir'nın Çok Eşli Şekilde Yürüttükleri Ünlü İlişki

Varoluşçu felsefenin üstadlarından Sartre ile yazar Beauvoir'nın ölümlerine kadar çok eşli şekilde yürüttükleri ilişki, edebiyat tarihinde ister istemez farklı bir yere sahip oldu.
Jean Paul Sartre ve Simone de Beauvoir'nın Çok Eşli Şekilde Yürüttükleri Ünlü İlişki

jean paul sartre ve simone de beauvoir ilişkisi 1929 yılında, her ikisi de felsefe öğrenimi görürken başlamıştı

birlikteliklerinin ilk günlerinde entelektüel anlamda hayat boyu birbirilerine eş olmaya ancak aşk ve cinsellikte özgür olmaya karar vermişlerdir. sadece başkalarına aşık olma serbestisi dışında yaşadıkları ilişkileri birbirlerine en ince ayrıntısıyla anlatmaya da karar vermişlerdi. sartre ilişkide şeffaflık dediği dürüstlüğe büyük önem veriyor beauvoir da ilk başlarda evliliğe soğuk bakmasına rağmen cinsel iştahının sartre'dan daha fazla olduğu için o da bu anlaşmaya uyuyordu. sartre, orgazmın kendisi için fazla çekici bir tarafı olmadığı, asıl zevkin güzel kadınları kovalama ve onları teslim alma zevkinin önemli olduğunu kadınları kıvrak zekası tatlı ve sivri dili ile etkilediğini itiraf ediyordu. birçok kadın ile ilişkisi olan ve bu kadınların hiçbirinin birbirinden haberi olmadığı düşünülünce sartre'ın bu konuda ne kadar yetenekli olduğunu göstermektedir. sartre'ın sekreteri jean cau nun "bu kadar kadını nasıl idare edebildiğini ve bu davranışı nasıl meşrulaştırdığı" sorması üzerine cevap olarak "bazı durumlarda geçici ahlak kuralları edinmen gerekebilir" yanıtını vermiştir.

işin ilginç yanı bir feminist olan beauvoir'nın bu düşünceye karşı çıkmaması, sadece sartre'ın genç kızlara gereğinden fazla zenginlik göstererek onların bilinçlenmesini önlediğini söylemekteydi. beauvoir'nın ifadesine göre hayatında hiç lezbiyen ilişki yaşamamıştı. ancak kitaba göre birden fazla kadın ile birlikte olduğu yazmaktadır. bunlardan bianca bienenfeld adlı bir öğrenci ile ilişkiye girmiş bunu duyan sartre da aynı öğrenciyle ilişkiye girince bir süre sonra genç kız ruhsal bir çöküntüye girmiş ve kızın psikiyatrı olan jacgues lacan, beauvoir ve sartre'ı suçlayarak genç kızla önce ebeveyn ilişkisi kurup da sonra cinsel ilişkiye sürükleyerek ensest tabusunu yıktıklarını, bu yüzden de genç bir kızı bunalıma sürüklediklerini söylemiştir.

"sizin yanınızdayken hiçbir şey bana önemli gelmiyor. hatta sizden ayrılmak bile. ama sizden uzaktayken en küçük dert çekilmez oluyor. kendine mukayyet olmak çok hoş. mutluluk için eskisine oranla daha az kaygılanıyorum veya en azından mutluluk benim açımdan dünyayı kavrayabilmek için ayrıcalıklı bir durum. tıpkı çok iyi bir orkestra tarafından çalınan bir senfoni gibi. siz en kötü üzüntüleri bile köpük gibi dağıtan ve neşeyi kolaylıkla olası kılan zeminsiniz ve bütün iyiliklerin kaynağısınız. ve sizi paha biçilmez değerlerinize göre seviyorum. mutluysam bu sizin sayenizde. benim mutluluğum da sizi mutlu ediyorsa, bu çok adil bir çark olacak. biz biriz. kendimi bütünleşmiş hissediyorum."

simone de beauvoir'nın jean paul sartre'a yazdığı mektuplardan.

sosyalist beauvoir'in tek eşli olmamayı kabul etmesi, bir burjuvazi pratiği olan eviliğe karşı tutumuyla uyum içindedir

sahiplenme ve sevilen kişinin bedenini mülk edinme ilke olarak beauvoir'a terstir. feminist kimliğin de kadın bedeninin tahakkümüne karşı oluşu, kadının tek bir erkekle değil birden fazla erkekle olmayı isterse seçebileceği, bir erkeğin "arazisi" gibi muamele görmeyi reddeceği aşikardır. dolayısıyla, sartre ile çok eşlilik üzerine yaptıkları anlaşma ideolojik olarak ikisinin de duruşuyla çelişmemektedir, bilakis muazzam uyum göstermektedir. bedenini tapusu alınabilen, üzerinde hak iddia edilebilen bir arazi olarak görmez feminist. erkeğinkini de. bu, insana hakarettir feministe göre.

feministin karşı durduğu çok eşlilik değil, "erkeğin, kadının pahasına çok eşliliği"dir, erkeğin kadın bedeni üzerinde söz hakkı iddia edebilmesidir.

"öğlene doğru plaja gidiyorduk ve sartre bana yüzme öğretiyordu: suyun üstünde durmayı başardım ama hiçbir zaman on metreden fazla yüzemedim. sartre bir kilometre yüzebilirdi; ama tek başına açıktayken, koskocaman bir ahtapotun suyun dibinden alarak onu dipsiz derinliklere sürükleyeceğine inanıyordu: sağlam toprağa hızlı kulaçlarla geri dönüyordu. bütün panjurlarını kapatmış olduğumuz villanın gölgesine saat ikiye doğru dönmek hoşuma gidiyordu."

simone de beauvoir - olgunluk çağı ii, sayfa 13

jean paul sartre ve simone de beauvoir ilişkisi, hayata bakışımı komple etkilemiştir

sanırım 15 yaşında olmalıyım, önce sartre okumaya başladım. ilk okuduğum kitabı, akıl çağı'ydı. o yaşımda bile epeyce hissetmiştim otobiyografik bir tarafları olduğunu. ufak ufak araştırmaya başladım, ve voila, de beauvoir'la tanıştım. sonra bir adım, bir adım daha, ilişkilerinin mahiyetini anlatan yazılarla karşılaştım. ki varoluşçulukla daha yeni hemhal oluyorum, varoluşum özden önce gelirmiş, özümü ben inşa edebilirmişim, hatta toplumu külliyen yapısöküme uğratıp öyle inşa edebilirmişim. ne saadet! nasıl bir özgürlük kapısı açmıştı bana bu “keşfim”. bu bile çok güzelken, bir de aşkı sahiplenme ve mülkiyet üstünden tanımlamayan, aşkın “özü”yle ilgilenen bir ilişki anlayışıyla tanışmak… işte -15 yaş heyecanıyla düşününüz!- benim düşündüğüm, “keşfettiğim” fikirlerimi, o çok başka fikirlerimi meğer benden on yıllar önce düşünen birileri varmış! hatta düşünmekle kalmamış, pek güzel teorize de etmişler. “onaylanmış” hissediyorum kendimi; ilişkilerin basit bir sahiplik yarışına çevrilmesinin, kendiliğinden gelişen sadakat harici beklentilerin aşkı kirlettiğini düşünen benden başkaları da varmış, hem de koca koca felsefeciler! oh, ben tuhaf değilmişim, böyle düşünen mühiiiim isimler de varmış!

sartre ve de beauvoir'a ithaf edilen bir hikaye vardır ki, gerçekten doğru mu yanlış mı olduğunu öğrenmeye hiç çaba harcamadım, hatta bilakis bundan kaçtım. belki bu hikaye kafamda bozulsun istemedim, kim bilir. denir ki, gerçek sadakatin verdiğin sözü tutmak, sözüne sadık kalmak olduğunu düşünen sartre ve de beauvoir bir konuşma esnasında, “bir yıl sonra bugün, tam saat 12:00'de, eyfel'in önünde” diye sözleşirler ve bir daha bunun lafını etmezler. bir yıl sonra kararlaştırdıkları saatte eyfel'e giden de beauvoir, sartre'ın beklemekte olduğunu görür ve “sadakat budur” der.

kesin olan şeye gelelim: ikili arasındaki muazzam entelektüel aşk. cinsel anlamda başkalarını arzulamış olabilirler, misal sartre'ın kırdığı fındıkların yanında de beauvoir'ın pek derinlikli ilişkileri vardır (tamam sartre'a laf sokmayacağım!), ama ölene dek muhtemelen birbirlerinin yazdıklarını ilk okuyan, ilk eleştiren, her konuda fikir alışverişi yaptıkları ve söylediklerine güvendikleri insanlar aynıdır: sartre için de beauvoir, de beauvoir için ise sartre. dürüst olayım, bundan daha büyük, daha özel, daha yüce bir aşk modeli hayal edemiyorum. çünkü arzu geçicidir; tensel istekler, heyecan, merak, hepsi zamanla azalır. zamana karşı koyabilen nedir ya? içimizdeki dünya sartre'ın gerçi de beauvoir'a “bir an bile durmazdım burada/ güzelliğin olmasa / gördüklerim aynası ömrümün” demiş olması çok muhtemel olsa da -zira muazzam güzeldir de beauvoir, kantara vurulsa sartre'ı en az ona katlayacağı da muhakkak!- biz “bir ömür bu rüya” kısmına odaklanalım. zihinleri öyle bir ritme kavuşmuş, birbirlerine öylesine entelektüel bir aşık, dost, sırdaş, editör, yoldaş olmuşlar ki bu aşkı kıskanmamak mümkün değil. böyle aşkın bir ilişkiye kaç kişi sahip olmuş olabilir? evet, karşılığında acılar çekilmiş, kıskançlıklar yaşanmış, bedeller ödenmiş midir? şüphesiz. (önceki entry'lerde değinilmiş, girmeyeyim o kısmına.) ama değer miymiş? bana sorarsanız evet. ben olsam, ben de o bedeli öderdim, son kuruşuna kadar.

zira hayatınızda kaç kere o dili tutturabilirsiniz allaseniz? resmen dünya üstünde kimsenin konuşmadığı bir dili konuşan son iki kişi olmak gibi bir şey bu, ki hayali bile cihana değer!

ilişkilenmenin çok yolu var, ilişkileri biricik kılan çok şey var (iyileştirici yönü, içerdiği şefkat dozu, verdiği güven vs.) ama sorsanız bir numara ne diye, işte paylaşılan o zihin, işte entelektüel aşk derim. çünkü bunun sınırları yok, arzu sönse de, yaşlansan da etkilenmez bu entelektüel aşk, ilelebet sürer. bundan daha muazzam ne olabilir ki?

konuşacakları, anlatacakları bitmemiş olacak ki, paris'teki montparnasse mezarlığında yan yana yatıyorlar