Jim Morrison'ın Gözünden İçine Doğduğumuz ve Kaçması Mümkün Olmayan Ruhsal Hapishane
tutsaklık doğumla başlar.
toplum, aile...sizinle birlikte doğan özgürlük duygusunu korumanıza izin vermeyi reddederler. öğretmenler, dini liderler, hatta dostlar -veya sözde dostlar- ailenin bıraktığı yerden görevi devralırlar. bizden, istedikleri ve bekledikleri duyguları hissetmemizi talep ederler. hissetmek eylemini, onlar için icra etmemizi talep ederler.
yeryüzünde bir serabı arayarak dolaşan başıboş aktörlere benziyoruz; kayıp gerçekliğimizin yarı unutulmuş gölgesini durmadan arıyoruz. onlar bizden olmamızı istedikleri kişiye dönüşmemizi talep ederken, gerçekte olduğumuz kişiyi de yıkıma uğratmaya zorluyorlar bizi. bu, cinayetin ince bir türüdür... en sevgi dolu aileler ve akrabalar bu cinayeti genellikle yüzlerinde bir gülümseme ile birlikte işlerler.
gerçek dost, tamamen kendin olma özgürlüğüne sahip olmana izin veren kişidir, özellikle de hissetme ya da hissetmeme özgürlüğüne. o anda ne hissediyorsan bununla bir problemi yoktur. gerçek sevginin ölçüsü budur, insanın olduğu kişi olmasına izin vermek. insanların çoğu sizi görünmeye çalıştığınız kişilik için sever.
onların sevgisini devam ettirebilmek için 'gibi görünmeye' devam edersiniz. ve görünüşünüzü sevmeye de başlarsınız. doğrudur, bir imajın, bir rolün içine kilitlenmiş haldeyiz. üzücü olan şey şu ki insanlar imajlarına o kadar alışırlar ki, maskelerine bağımlı bir şekilde büyürler, zincirlerini severler. gerçekte kim olduklarını tamamen unuturlar.
ve eğer gerçekte kim olduklarını onlara hatırlatmaya kalkarsanız, bunun için sizden nefret ederler; sanki en kıymetli malını onlardan çalmaya çalışıyormuşsunuz gibi.