JK Rowling'in Sadece Harry Potter'ın Yazarı Olmadığını Kanıtlayan Kitap: Boş Koltuk
neden iyi bu kitap?
yıllarca harry potter seviyorum sandım ama bu kitapla gördüm ki aslında j.k. rowling hayranıymışım. uzun zamandır ilk kez bir kitap bitmesin istedim.
kasaba hikayeleri zaten hep çok güzeldir. herkesin birbirini tanıdığı, küçük politik meselelerin çok büyük algılandığı, insanların birbirlerinin simsiyah sırlarını bilip yine de yokmuş gibi üstünü örterek yaşadığı sahte akşam yemeği partilerine oturulan o klostrofobik yerlerde kimse yaşamak istemez ama herkes uzaktan bakmak ister. broadcurch'ler the affair'ler o yüzden içine çekti hep.
kitapta rowling'in karakterleri yine muhteşem. daha çok zorlanıyorsunuz çünkü ayrım yapılan ötelenen kitle harry potter'daki gibi "normal insan" değil, çalışmamayı seçenler, uyuşturucu bağımlıları toplumun asalakları aslında ama içiniz sıkışıyor biraz ötede yaşanan bol çiçekli steril yaşama darbe vurmak istiyorsunuz. herkesin içine bakıyorsunuz tek tek çünkü hepsinin ağzından yazılıyor kendi bölümleri. en ruhsuz en beğenilmeyecek karakterin bile kendi bölümünü okurken kafasının içinde ne çelişkiler olduğunu görüyorsunuz. işte 'gerçek hayatta bunlar ne işimize yarayacak?' burada devreye giriyor; bu gibi kitaplar (başarılı kurguyu, anlatım dilini geçiyorum) insanda empati kurabilme yeteneğini geliştiriyor ve yüzünüze vuruyor: insan kötüdür. herkesin küçük hesapları ve öncelikleri vardır. herkes bazen kirli bir bebeğin yanından "annesi nerde acaba" diye düşünerek geçer gider.
rowling'in yazım stiline dair
bu kitap 2012'de çıktı, benim satın aldığım sene 2013, başladığım yıl 2015, bitirdiğim yıl 2016. harry potter sebepli bir rowling hayranı için oldukça yavaş. kitap sürükleyici diyemem, en azından bir 100 sayfa ilerlemeden, karakterleri tanıyıp amaçlarını, hayata bakış açılarını ve iç dünyalarını kavramadan kitabın akıcılığına kaptırabilmeniz mümkün değil. dili de, rowling yıllardır harry potter serilerinde kendini zor dizginlemişcesine epey ağır. okuyup okuyup da ne demek istediğini anlamadığım kısa bir paragraf bile hatırlıyorum. çok fazla eski dil, ağır ve eski kelime kullanılmış. bilmesem yazarın rowling olduğunu tahmin edebilmem mümkün değil ama kurgu tam olarak rowling'in işi.
ayrıca beedle the bard'ın hikayelerinde de rowling'in hissettirdiği kurguculuk ve öykücülüğün ne kadar derin olduğunu görebiliyoruz burada. insan oturup da bu romanı "durun da ne kadar yetişkin bir roman yazabileceğimi görün" düşünceleriyle yazamaz. kadının içinden çıkmak istemiş bu hikaye. rowling'in sosyal olaylara duyarlı, demokrat mı hümanist mi desek tam çıkaramadığım hayata bakış açısını da yansıtmış olduğu bir hikaye olduğunu düşünüyorum. karakterler çocuk kitabındakinden biraz daha gri. atmosfer daha kapalı. sosyal sorunlar, ergenlerin sorunları, toplumdan dışlanmış insanlar, toplumun kabul ettiği ama aslında kötü olan insanlar, küçük hesapların insanları, benciller, basiretsizler, iradesizler, hastalar, torbacılar ve dahi 3 yaşında bir çocuk. kadının bu romanı yazabilmek için kaç farklı insanla muhabbet ettiğini, ne kadar uzun süre araştırma yaptığını merak ediyorum ben. ingiliz kırsalındaki halkın yaşam tarzı ve hayata bakış açısıyla ilgili epey bir fikir edindim.
ilk sayfalardaki yavaşlığına rağmen kesinlikle sıkıcı diyemem, zaman kaybı hiç diyemem. bence okunmalı.
"good girl gone bad -
take three -
action.
no clouds in my storms...
let it rain, i hydroplane into fame
comin' down with the dow jones..."
bu kitap, ilişkiler hakkında yazılmış bir roman gibi
bir yerküre maketi alın ve döndürün. sonra aniden küreyi ve zamanı durdurun. daha sonra elinizde bir büyüteçle ingiltere'de küçük bir kasabaya yanaşın. yolda, sokakta, okulda, gündelik hayatı içinde yaşayıp giden insanlara ve mekanlara tek tek tutun bu büyüteci. insanları analiz edin, ilişkileri çözün, iç dünyalara gidin...
bende bıraktığı etki bu oldu kitabın. tabii ki bu denli durağan değil, olay ve zaman akıp gidiyor ancak sadece olay değil, ilişkiler de değişiyor, bazıları çözülürken bazıları güçleniyor. ve sonunda olaylar, olaylar.
ve kitapta muhafazakar sağ ile sosyalizm arasında bir çatışma da sezdim.
ve ben bu kitabı sevdim. tabii ki harry potter serisinden çok farklı, belki daha sıradan bir konu, yaratıcılık iddiası yok ama analiz ve anlatım kusursuz.
gavin'in ne kadar kaypak ve sinsi, simon price'ın ne kadar şerefsiz, zorba ve açgözlü olduğunu, stuart wall'un nasıl pislik olduğunu her satırda anladım. süperdi lan.
son söz
j.k. rowling'in bir tek harry potter'ı yazacak bir yazar olmadığının kanıtıdır. gerçekten iyi bir hikaye anlatıcısı olduğunun kanıtıdır. böylece sıradan bir olay hakkında, koca bir roman yazıp, bunu da sıkmadan okutabiliyorsa o kitap başarılıdır. hayranlıkla okudum! bitmesin istedim, tıpkı harry potter serisinde olduğu gibi...
ve ben anlamıyorum, "yazmasın başka şey, yazmasın, harry potter yazsın" diyenleri... evet yazsın, ama canı gerçekten istiyorsa yazsın. yazarlık hayatına hepimizi büyülemiş, harika öykülerle adım atmış olabilir, ama ömrü boyunca harry potter'a mahkum olacak demek değildir bu. ben bu kadının başka ne hikayeler anlatacağını merak ediyor ve sabırsızlıkla bekliyorum şimdiden bir sonraki kitabını.