Kendimizce Tasvip Etmediğimiz Şeylere Gerçekten Saygı Duyma Zorunluluğumuz Var mı?
"saygı duyma zorunluluğunun" tahamül etmekle karıştırılıyor olabileceğini düşünüyorum. herkes ağzına dolamış, sevmek zorunda değilsin ama saygı duymak zorundasın, saygı göstermelisin, fikirlerine saygılı olmalısın, saygı, saygı, saygı. ve artık kusacağım geldi, çünkü insanlar bunu toplumdaki gerilimden kurtulmanın bir yolu hatta en temel yolu olarak göstermeye çalışıyorlar.
ben de bir dönem böyle düşünüyordum, saygı göstermeliyiz vıkvık. sonra ortada kavramsal bir karmaşıklığın olduğunda karar kıldım. şöyle ki, bence toplumda kimse kimseye saygı göstermiyor ve gösterme zorunluluğu da yok. bunun yerine herkesin birbirine tahammül etmek zorunda olduğunu düşünüyorum. isteyen istediğini yapar ya da yaşar. siz bireyin hareketlerini ya da düşüncelerini tasvip etmeyebilirsiz ama ona müdahale de etmezsiniz, ortada insan hakkı (yaşamsal anlamda) ihlali yoksa. ona tahammül edersiniz, her gün sizin mantığınızın almadığı hareketleri yapmasına tahammül edersiniz.
ben bu durumu saygı duyma zorunluluğu gibi algılamıyorum yani. çünkü saygı duymadan da bu şekilde geçinilinebilir. başı açık biri çarşafa sarınmış biriyle aynı ortamda gayet tabi tahammül etme yeteneğiyle doğru orantılı olarak bulunabilir. ha zor olur mu, olabilir ya da olmaz ama o çok başka bir tartışmanın konusu, buradaki gibi saygı duyma zorunluluğuyla alakalı olduğunu düşünmüyorum.
ben mesela, nazi mantığında kendi hayal dünyasında yaşayan müdürüme saygı duyuyor muyum, hayır ama ne yapıyorum tahammül ediyorum.
kime saygı duyuyorum, sevdiğim erkeğe, arkadaşlarıma, dostoyevskiye, arendt'e, adler'e, beni ileriye götüren herkese.