Küstah Çocuk Yetiştirmeme Konusunda Size Yardımcı Olacak Bir Rehber

Temeli ''hayır'' diyebilmeye dayanan bir küstah çocuk yetiştirmeme rehberi.
Küstah Çocuk Yetiştirmeme Konusunda Size Yardımcı Olacak Bir Rehber


bazı durumlarda ve anlarda mutlaka "hayır" dememiz gerekiyor

böylece çocuğumuzun "hayır" diyebilme yetisini de geliştirmiş oluruz. "hayır" diyelim (gerekli de zaten) ama şu soruları da kendimize soralım:

- yeterince "evet" diyor muyum? (bu kıyaslamayı mutlaka yapmalıyız, total içinde daha çok yer kaplamalı evetler.)

- çocuğumun sınırlarına saygı gösteriyor muyum? (bu soruda kendinize biraz acımasız davranabilirsiniz, cevap "hayır" ise sorun büyük.)

- yaptığım açıklamalar yaşına uygun mu? (yaşına göre değişir ama genel olarak ifadeleriniz kısa ve net olmalı.)

- "hayır" derkenki tavrım net ve kararlı bir tavır mı? bu tavrımdan ve duruşumdan oğlum/kızım geri adım atmayacağımı anlıyor mu? (azıcık bile emin değilsek kendimizden çocuğumuz bunu sezer, sezdiği anda hem sınırlarımızı hem de sabrımızı zorlar.)

sınırları belirlemeye ne kadar erken başlarsak o kadar iyi

çocuğumuz 2 yaşındayken sadece kararlı olmamız bile yeter bu süreçte. ama o yaşları ıskaladığımızda örneğin çocuk 4 yaşına geldiğinde sert, 7 yaşına geldiğinde belki de daha sert olmamız gerekecek. bu da hem bizi yoracak hem onu yoracak hem de onunla olan ilişkimizi yıpratacak. dolayısıyla ne kadar erken o kadar iyi.

unutmayın, okulda sınırlar var. (kendimden biliyorum.) okul öncesi dönemde sınır çizilmemiş çocuklar okulda çok zorlanırlar. sadece öğretmeninin sınırlarından dolayı değil, arkadaşlarının sınırlarından dolayı da çok zorlanırlar (hatta bundan dolayı daha çok zorlanırlar). çünkü akranları kendinde her şeyi yapma, her yere gitme, her önüne geleni alma hakkı gören arkadaşlarını aralarına almak istemeyeceklerdir. ("böyle davranıyorsa top ya da saklambaç oynarken de böyle davranabilir" şeklinde sebep sonuç ilişkisi kurması zor değil bir çocuğun.) bunu akranlarıyla yaşadıklarından öğrenirse omuzları çabuk düşebilir, sizinle geçirdiği yaşantısından antrenmanlıysa çabuk adapte olur.

istikrarlı olarak uygulanabilir, yaşına uygun, onun da "hmm bunun içinmiş demek ki" deyip uygulanma gerekçesini anlayabileceği sınırlar, çocuğumuzun başkalarının sınırlarını görmesini ve kendi sınırlarını da çizmesini sağlayacaktır. (kendi sınırları=koruma kalkanı, bir nevi psikolojik zırh, ihlal/hatta istismar önleyici.)

sınır çizmek = ödül ya da ceza vermek demek değildir

uygunsuz bir davranışa ilk tepkimiz ceza vermek olmamalı. rahatsız olduysak hislerimizi anlatmamız, birlikte oyun oynuyorsak oyunu sonlandırmamız ya da o oyuncağı kaldırmamız daha etkili olacaktır. (ilk girişimde sonuç beklemeyin, aceleci olmayın ama benzer davranışa verilen istikrarlı tepkilerde kesin etkili.) böyle durumlarda hemen cezaya da sarılmamalıyız. zaten bunun sonuçları da muhtemelen bizim öngördüğümüz, olmasını beklediğimiz gibi olmayacaktır.

çocuğumuzu zaten yaşı gereği yapması gereken bir davranış için ödüllendirmemiz çok anlamsız. ödül farkında olmasak da, bilinçli yapmasak da çoğu zaman bir nevi rüşvettir. böyle bir şeyin sürekliliği onu çıkarcı biri haline getirebilir. maddi karşılığı olmayan hiçbir şeyi yapmamaya (ya da birilerinin zorlamasıyla istemeye istemeye yapmaya) başlar.

sınır koyma (ya da çizme, ne derseniz artık) sorumlulukla birlikte anlamlı bir hale gelir

onların yapabileceği işleri bizim yapmamamız gerekiyor. kıyafetlerini giymeli, yemeğini kendi yemeli, poposunu kendi silmeli (2. sınıfa geldiği halde sorun yaşayan öğrencilerim vardı), suyunu kendi doldurmalı. yapmamız konusunda ısrarcı mı davranıyor? kendi başına yapabileceği bir işse söz konusu olan, ne pahasına olursa olsun "hayır" demeliyiz. kararlı olursak, bunu duruşumuzla da gösterirsek ve istikrarlı davranırsak sonuç alırız. (kesin bilgi!)

sınır çizmekle çocuğumuzun özgürlüğünü kısıtlamış, özgüvenini zedelemiş olmuyoruz

bir çocuktaki her yerde her şeyi yapabileceğine dair inanç özgüvenden ziyade küstahlığa sebep olur. (özgüvenle ilgili bir paylaşımım olacak ayrıca.) bu tarz bir özgüven`(!)` okula başlayınca da tuz buz olur büyük ihtimalle. (sebebi de çok basit, çünkü özgüven değil. onu o noktaya getiren davranışları bir başarı değil, başkalarının göz yumması. dolayısıyla da "bu iş benim için çocuk oyuncağı" duygusu yaratmıyor.)

çocuğumuzdan bizim sınırlarımıza saygı duymasını istiyorsak bizim de onun sınırlarına saygı duymamız gerekiyor

öpmemizi istemiyorsa öpmeyeceğiz örneğin ya da mevsim koşulları vs uygunsa istediği kıyafeti giymesine izin vereceğiz. sevmediği yemeği zorla yedirmeye çalışmayacağız. (siz çeşitlendirin bu örnekleri.) onun sınırlarına, seçimlerine saygı duymak da sınır koyma sürecimizin bir parçası. (hatta tüm bunlar özgüvenin de bir parçası, ayrıca yazacağım.)

yaşadığımız en büyük sorunlardan biri de sınırları abartmak

söz konusu sınırları her anne baba öznel koşullarına göre kendi belirleyecek elbette ama gereğinden çok sınır koymak da olumsuz sonuçlara sebep olabiliyor. çocuk sürekli engellendiği için girişimde bulunmaktan korkar hale geliyor, farklı ortam ve koşullarda sürekli uyarı alacağına dair endişelenmesine yol açıyor, bu tür engellemeler sürekli hale gelirse içe kapanabiliyor, çoğu zaman içinden geldiği gibi değil aile büyüklerinin ondan beklediği şekilde hareket ediyor. karşımızdaki kişi bir çocuk olduğu için ona mutlaka bir haylazlık kredisi tanımalıyız. bu kadarcık kredi onu şımarık yapmaz, aksine girişimci sosyal bir çocuk yapar.

sebep sonuç ilişkisi kurabileceği, yaşına uygun ve dozunda sınırlar koyabilirsek şayet ona gayret etmeyi, saygı duymayı ve kendisine de saygı duyulması gerekliliğini, haklarını korumayı ve gerektiğinde itiraz etmeyi de öğretmiş olacağız. çocuk büyütme sürecinde anne babadan çocuğa yönelen hiçbir davranış, tavır ya da tutum tek bir olumsuz sonuca yol açmaz ya da tek bir olumlu sonuca götürmez. o tutum ve tavırla varılan nokta olumlu ya da olumsuz başka bir şeyi (ya da şeyleri) tetikler. dolayısıyla sürekli engelleyici bir rol oynamamamız da bu süreçte çok önemli.

son olarak, milletin ağzında sakız olan bir sözcük var: travma

bizim büyüklerimiz "amaaaan nolmuş çocuğun kafasında sopa kırdıysam, iki tekme attıysam" diye büyüttü bizi, biz de "benim çocuğum yaşadıklarımı yaşamasın" diye azıcık bile tepki göstermeden, uyarmadan, kızmadan, her türlü şımarıklığına göz yumarak büyütmeye çalışıyoruz çocuklarımızı. gerekçemiz de hazır: travma yaşamasın. bu kadar küçük şeylerle bir çocuk travma yaşamaz. travma süreklilik arz eden, çocuğu ve onun kişiliğini yok sayan psikolojik ve/ya fiziksel şiddettir, tacizdir, istismardır, tecavüzdür. bizim çocuğumuzu uyarmamız, kızmamız, bazen engellememiz, onun da bunlardan dolayı üzülmesi, ağlaması travma değildir. (ayrıca çocuk dediğimiz varlık o kadar da hassas bir canlı değil, onları hassas/kırılgan ya da dirençli/soğukkanlı yapan da biziz, bir başkası değil. ama bu başka bir entrinin konusu.) tüm bunlar zaten hayatın bir parçası olduğu için bunları da yaşaması, öğrenmesi gerekir. bunları sizinle yaşamazsa öğretmeniyle ve arkadaşlarıyla yaşayacak, öğrenecek zaten. okul çağına kadar bu açıdan da ne kadar donanımlı büyürse o kadar iyi, zira tüm bunları okul sürecinde öğrenmesi hem çocuğu hem sizi hem ilişkinizi hem öğretmenini hem de öğretmeniyle ilişkinizi yıpratır. sınırlarla ne kadar erken tanışırsa kendi sınırlarını çizmeyi ve başkalarının sınırlarına saygı duymayı da o kadar erken öğrenir.

* son madde (en sevdiğim): hiçbir zaman geç değildir ama yaş ilerledikçe (hem bizim yaşımız hem de çocuğumuzun yaşı) tüm bunları oturtmak daha meşakkatli olur ve daha uzun sürer. o sebeple yaş özelliklerine dikkat ederek bu sürece erkenden girmemiz, günü kurtarmak için o anki davranışı görmezden gelmeyip durumun üzerine eğilmemiz ve böyle anlarda çocuğumuzu sosyal yaşama hazırladığımızı hatırlamamız hem müstakbel biz'i hem de çocuğumuzu rahat ettirir. (bazen günü kurtardığımız anlar da olacak, sorun değil. ama bu anların total içindeki yeri çok az olmalı. sürekli günü kurtarır bir tarz oturtursak bu tarzın olası sonuçları üç beş yıl sonraki biz'i ve çocuğumuzu çok üzer.)