Leonard Cohen'in, Ölümünden Önce Kaydettiği Son Albümü Thanks for the Dance'in İncelemesi
2016 yılı aklımda hep "ünlülerin öldüğü yıl" olarak kalacak
david bowie'nin ölüm haberini okuyup şoka girdiğim sabah ile başlayan bu süreç carrie fisher ile sona erdi. arada kimler kimler bize veda etti: emerson, lake and palmer'ın 2/3'ü, prince, george martin, george michael - ki politikacılar, sporcular ve film yıldızlarına deginmedim bile. bunlardan en üzücülerinden biri leonard cohen oldu. elbette yaşını düşününce diğer bir çok isim gibi sürpriz bir ölüm değildi. yine de yeni albümü you want it darker'ı yayınlamış, son anına kadar çalışmıştı. bu nedenle sağlık durumunun bu kadar kötü olduğunu bilmediğim için bu ölüme şaşırmıştım. bir de bu ölüm bir devrin yavaş yavaş bitiyor oluşunu düşündürtüyordu ve bu da çok üzücü bir haberdi.
ama sanki cohen aramızdan hiç ayrılmadı. ölümünden bir süre sonra hayattayken çıkan son albümüne adını veren şarkı en iyi rock performansı grammy'sini aldı (ki bu dalda son üç ödülü kazananlara ödüllerinin öldükten sonra verilmesi grammy'lerin aslında müzik dışı nedenler ile şekillendiğinin ciddi bir örneği. ayrıca "you wanted it darker"ın nasıl rock olarak kategorize edildiği de ayrı bir soru işareti). geçen sene de cohen'in şiirleri ve çizimleri the flame adlı altında piyasaya sürüldü. cohen'in kanye west'i eleştirdiği şiir elbette medyanın ilgisini çekti ama o şiirden çok daha fazlası bu kitaptaydı. hatta cohen, bu şiirlerin bazılarını ölmeden kaydetmişti. işte thanks for the dance, bu veda kayıtlarından ortaya çıkarılan bir albüm.
albümü dinlerken şunu unutmamak lazım
bu şarkıları 82 yaşında, hasta ve yürüyemeyen bir adam özel bir hasta koltuğuna oturarak söyledi. yani bir hasta odasına stüdyo kuruldu. şarkı söylemek dediğim de aslında şiirlerini metronom eşliğinde okumak tabii ki. eldeki bu kayıtları cohen'in müzisyen oğlu ve bir önceki albümün de yapımcısı olan adam cohen, müzisyen arkadaşlarını çağırarak albumlestirdi. bu arkadaşlar arasında beck var, damian rice var, u2'nun prodüktörlerinden daniel lanois var, cohen'in vokalisti jennifer warnes var. kadro iyi. bestelerin çoğunu da adam cohen üstlendi. bazı parçalar başarılı bir biçimde şarkı formatına evrildi. diğerleri ise daha çok müzikli şiir tarzında. cohen'in sesi elbette yorgun, oldukça karanlık. sözleri hayatının sonuna yaklaştığını anlayan bir adamın vedası niteliğinde. yine de hala aşk ve hala umut veren anlar da var.
1. Happens to the Heart
albümün ilk şarkısı ve ilk single'ı happens to the heart albümün de en iyi şarkısı bana göre. daha ilk gitar melodisi ile dinleyiciyi başka bir diyara götüreceğini hissettiriyor. bunun yanında kıtalar arasındaki piyano nameleri yumuşacık. elbette javier mas'ın çaldığı laud şarkıya bir karakter katıyor ve akıllara everybody knows'u getiriyor. stargazer isimli orkestranın performansı çok derinden gelse şarkının müziğini iyice güçlendiriyor. cohen'den ise kelimelerden önce nefes alış verişler duyuluyor. sonra da cohen'in etkileyiciğinden en ufak bir kayba uğramamış sesinden hayatı dolu dolu yaşarken kalbe neler olduğunu pek umursamamış bir adamın hikayesini dinliyoruz. hayatı boyunca çalışmış, ama buna illa "sanat" dememiş, bir ışık yakmaya çalışmış ama çok da başaramamış, bolca öpüşmüş, aşkta kontrolü kadınlara vermiş, bazen de rol yapmak zorunda kalmış, iyi giyinmiş, yalnız kalmış, ders almış ama dersi vereni sevmemiş, gemi yerine tufanın kazanacağına bahis oynamış bir adam bu karakter. cohen, şarkı boyunca aynaya bakıyor ama kalbine dönüp bakmadığını söylüyor. dürüst sözler, muhteşem müzik. benim için çoktan bir cohen klasiği oldu bile.
2. Moving On
gerçi düşününce "happens to the heart"a albümün en iyisi diyerek moving on'a ayıp mı ettik acaba? en az ilk şarkı kadar ağlatma özelliğine sahip bir şarkı bu - hele öyküsünü de bilince. marianne ihlen, cohen'in ilk dönem şarkılarının çoğuna ilham veren büyük aşkıydı. 2016 yılında cohen, kendi sağlık problemleri ile uğraşırken ihlen'in kansere yakalandığını duyunca ona bir mektup yazdı ve dedi ki: "çok sevgili marianne, sadece biraz arkandan geliyorum, elini tutabilecek kadar yakınım. bu eski vücut vazgeçti, tıpkı seninki gibi, ve tahliye kararı her an gelecekmişcesine yolda. aşkını ve güzelliğini hiç unutmadım. ama bunu biliyorsun. daha fazla söylemek zorunda değilim. iyi yolculuklar eski dostum. yolun ilerisinde görüşmek üzere. sevgi ve minnettarlıkla". ihlen'in ölüm haberini aldığı gün ise moving on'u kaydediyordu. sözlerde bir kaç değişiklik yaptı ve bu kaybı şarkısına yansıttı. arkasından çok güzel şeyler dedi. onu ne kadar çok sevdiğini, tüm dünyayı, işini, savaşını, sırf onu daha çok sevebilmek için başından savdigini söyledi. belki de en güzel bölümü şu: "ve şimdi sen gittin, şimdi sen gittin, sanki bir "sen" varmış gibi. leylak kraliçesi, mavi kraliçesi. kim devam ediyor, kim kimi kandırıyor". müzikal olarak avı avital'ın mandolini ön planda. mandolin, şarkıya nostaljik bir hava katarken, biraz buzukiyi andırıyor. bu da cohen ve ihlen'in tüm dünyadan uzakta zaman geçirdikleri yunan adası hidra'ya bir göz kırpma olabilir. zac rea'nın piyanosunun eşliği de bu nostaljik hisse katkıda bulunuyor. mas da bu şarkıda akustik gitarı ile dikkat çekmekte. bu gitarda bir ispanyol havası mevcut. şarkıda bir de derinden gelen bir kadın vokal desteği var ki bu vokallerden birisinin yunan, diğerinin ispanyol olması tesadüf değil. parçanın müziğinin çok iyi olması da tesadüf değil çünkü bestede adam cohen'e çok sevdiğim bestekar patrick leonard destek olmuş. ortaya çıkan ürün gerçekten kusursuz. cohen'in ihlen'den sadece üç ay sonra aynı hastalıktan ölmesi ise acı bir tesadüf.
3. The Night of Santiago
the night of santiago, albümün otobiyografik havasına bir ara verip, bizi ispanya'ya götürüyor. burada anlatılan hikaye aslında ispanyol şair federico garcia lorca'nın (ki cohen'in kızı lorca da ismini bu şairden almış) la casada infiel (aldatan kadın) eserinin cohen tarafından ingilizce'ye çevrilmiş ve orijinalden biraz daha farklı yorumlar içeren bir versiyonu. şiir oldukça erotik bir eser. evli bir kadın ile bir ilişki içerisinde olan bıçkın bir ispanyol erkeği anlatılıyor. kadın, hayatına yeni bir sayfa açmak istiyor ve erkeğe bakire olduğunu söylüyor. gerçek anlamdaki ilk ilişkisini bir temmuz gecesi, nehir kenarında onunla yaşıyor. orijinal şiirde erkek karakter kadının evli olması yüzünden aşık olmadığını söylerken burada cohen, "tabii ki de aşık olmadım, bu sana kalan bir şey değil" diyerek erkek karaktere fazladan bir umursamazlık katıyor. aynı umursamazlık şu kısımda da göze çarpıyor: "ve evet, her şey hakkında yalan söyledi, çocukları ve eşi, siz dünyayı yargılamak için doğmuşsunuz, afedersiniz ama ben bunu yapmam". şarkıdaki ihanet ve ihtiras, gergin bir müzikal altyapı ile sunulmuş. şarkıda genel olarak gitar ve el cirpmalar sayesinde bir flamenko havası var. akustik gitarları javiar mas ve carlos de jacoba çalmış. yetmemiş, adam cohen ve beck de gitar eklemiş. benim bu şarkıda en çok ilgimi çeken şey ise cohen'in nakaratlarda neredeyse şarkı söylüyor oluşu. hatta son tekrarlarda sesini bir miktar tizleştirmeye de çalışıyor. belli ki bu şarkı için cohen'i kafasında belli bir müzik varmış. ama şarkıyı son haline getiren elbette adam cohen olmuş.
4. Thanks for the Dance
albüme adını veren şarkı thanks for the dance aslında zamanında cohen'in vokalisti ve sevgilisi anjani thomas tarafından yorumlanmış. thomas, şarkının bestesini de yapmış. bir vals formatında bir şarkı. hatta orijinali lou reed tarafından "artık böyle şarkılar yapılmıyor" diye övgü almış. cohen, bu kaydı o dönem demo kaydı gibi mi yapmış yoksa albüm kayıtları sırasında aklına esmiş de mi söylemiş, tam emin değilim. sözlere baktığımızda hayali bir evlilik töreninde dans eden bir çift görüyorum. özellikle "taşıdığın bebek neredeyse bir kız ya da bir erkekti" sözü sonu eksik kalmış bir aşkı anlatıyor gibi. ama yine de cohen, bir centilmen olarak ettikleri tüm danslar için teşekkür ediyor. yani bu şarkıda eski sevgiliye ya da sevgililere bir veda var diyebiliriz. bu şarkı da albümdeki çoğu şarkı gibi yumuşacık ama diğerleri gibi hüzünlü değil, aksine mutluluk verici. laud'uyla, ukulelesiyle ve üflemelileriyle çok tatlı bir şarkı. jennifer warnes ve feist'ın geri vokalleri az ama tatlış. ayrıca cohen'in belki de en melodik olduğu eser bu. klasik cohen'i en iyi temsil eden şarkılardan biri.
5. It's Torn
it's torn, yine giden bir sevgilinin ardından yazılan bir şarkı. dur / kalk şeklinde ilerleyen şarkıda bir gerginlik ve karanlık var. cohen'in sesi oldukça kısık ve hışırtılı. kanımca en son vokal kayıtlarından biri olsa gerek. müzikal olarak çok komplike değil. bestede adam cohen'e, leonard cohen'in vokalisti ve dostu sharon robinson destek vermiş. geri vokallerde de robinson az da olsa duyuluyor. beste geri plandayken sözler hiç durmadan devam ediyor. şarkıda vedası anlatılan kadının intihar etmiş ya da bir trafik kazası geçirmiş olacağını düşünüyorum. ayak ve kol bileklerindeki kesiklerden, çektiği acılardan, omuzlardaki morluklardan zaman zaman bahsediliyor. nasıl olduğu önemli değil ama o gittikten sonra her şeyin nasıl zarar gördüğünü cohen'in ağzından dinlemekteyiz. albümün diğer şarkılarına göre belki bir tık aşağıda olsa da güzel bir atmosferde cohen'in etkileyici sesini dinlemek her zaman zevkli.
6. The Goal
the goal, kısa ve vurucu. patrick leonard'ın küçük piyano notalarına javiar mas çok etkileyici bir ispanyol gitar eklemesi yapmış. zac rae de yaylılar ile düzenlemeyi tamamlamış. bu sade ve yıkıcı müziğin üstüne cohen tüm çıplaklığı ile yaşadığı zorlukları anlatmış. "evden ayrilamiyorum ya da telefona cevap veremiyorum, aşağıya doğru gidiyorum ama yalnız değilim" diye başlayan şarkı ömür denen yolculuğun sonunda vücudun düştüğü hali parçanın müziği kadar sade bir şekilde anlatarak devam ediyor. en sevdiğim kısım "sandalyeme oturuyorum, pencereden bakıyorum, komşum karşılık veriyor yenilgimin gülüşüne" çünkü cohen'i yenilgiyi kabul ederek ama gülümseyerek dışarı bakarken hayal edebiliyorum.
7. Puppets
puppets, aşktan savaşa hayatımız boyunca gördüğümüz her şeyin aklında yapay olduğunu anlatan bir şiir. artık hayatının sonuna gelmiş bir adamın geriye dönüp baktığında her şeyin aslında ne kadar boş olduğunu anladığını görüyoruz. tabii bunu daha şiirsel bir biçimde yapmakta. ama şiirin kendisi çok fazla "puppet" kelimesi kullandığı için beni yoruyor. müzikal olarak "it's torn"a benzer bir dur / kalk durumu var. şarkıda bir koroyu da duyuyoruz ama bunu oldukça tadında kullanmışlar. herhalde albümün en zayıf şarkısı bu ama zaten çok da uzun sürmüyor.
8. The Hills
albümde söz müziği leonard cohen'e ait tek şarkı the hills. bu da oldukça otobiyografik, bu nedenle de çok hüzünlü. şarkının girişini çok seviyorum çünkü çok dürüst: "tepelere çıkamıyorum, sistem vurulmuş, varlığı için tanrı'ya sukrettigim haplarla yaşıyorum". o da bu sözleri çok sevmiş olacak ki şarkı boyunca bir kaç kez tekrarlıyor. şarkının ilk kısmında davulun zillerinin üstüne cohen yavaş yavaş şarkısını söylerken, geri vokaller şarkıya dahil olup, seslerini yavaş yavaş arttırıyorlar. "ve o kız doğacak senin gibi birisinden, bitiremediklerimi o kesinlikle yapacak" mısrasının verdiği umut ve coşku ile üflemeliler şarkıya dahil oluyor, davulun sesi artıyor. geri vokaller de kendilerini tutan şeylerden kurtulmuş gibi daha bir güçlü geliyor. bu daha hüzünlü ve daha umutlu bölümler şarkının sonuna kadar birbirini takip ediyor. ama en güzel dokunuş ise son kıtada yukarıda bahsettiğim "tepelere çıkamıyorum" mısrasının kulağa daha pozitif gelen müzik ile bitmesi. böylece cohen, bir şekilde karanlığı aydınlığa çevirerek bize veda ediyor. sahne bence bu şarkı ile kapanıyor ve bir elveda olarak çok etkileyici bir eser bu.
9. Listen to the Hummingbird
ama her konserin bir bisi vardır. bu albümün de bisi listen to the hummingbird. çok özel bir şarkı bu. cohen, "you want it darker" çıktıktan sonra, yani ölümünden üç hafta önce, oğlu ile bir basın toplantısına çıktı. orada bir soru, cohen'in hummingbird / sinek kuşu imgesini şarkılarda çok kullanması hakkındaydı. cohen de bu kuşu çok sevdiğini söyleyerek kısa zaman önce yazdığı şiirde de bu kuşun geçtiğini söyledi ve bu şiiri okudu. bu toplantı cohen'in halk karşısına son çıkışı oldu. bu şiiri okuyuşu da bir nevi son performansı. müzikal olarak bir new age eseri gibi. piyano klavye ve synthesizer ağırlıklı. sonlara doğru vokaller ve mas'ın bütün albüm boyunca döktürdüğü akustik gitarı da şarkıya dahil oluyor. cohen, şarkıda "beni dinlemeyin, kanatlarını göremediğiniz sinek kuşunu, üç günlük ömrü olan kelebeği ve var olmak zorunda olmayan tanrı'nın zihnini dinleyin" diyor. ben bunu şöyle algılıyorum: "ben sadece bir şarkıcıyım, benim yerime hareketi, güzelliği ve huzuru dinleyin". bu şarkılardan daha da otesinin var olduğunu ve bizim yaşamın güzelliklerine odaklanmamız gerektiğini anlatıyor. lakin yine de siz, şairin dediğine bakmayın. onu da dinlemeyi bırakmayın.
böylece leonard cohen'e veda ediyoruz
o bize ettiğimiz bütün danslar için teşekkür ederken, biz de ona söylediği şiirsel sözler, yumuşacık besteler için teşekkür edelim. tahminimce cohen'in daha fazla ses kaydı vardır. olmasa bile daha yayınlanmamış ya da bestelenmiş şiirlerine de besteler yapılıp bunlar adam cohen ya da başka şarkıcılar tarafından söylenebilir. yani bu albüm belki de cohen'in son vedası olmayacak. ama ölümünden sonra yepyeni bir şekilde cohen hiç gitmemiş gibi şarkılar dinlemek çok özel bir deneyim. sözler ve besteler zaten güzel ama cohen'in insanüstü bir çaba ile hayatın ışıklarını kapatmadan önce bu kadar çabalaması takdire şayan olmakla beraber albümün anlamını ve değerini de çok yükseltiyor. yaşlanmanın ve hastalanmanın insanın içinde yetenek ve istek oldukça bir engel olmadığını göstermesiyle çok önemli. kendisi bir bilinmezin içine karışsa da geriye unutulmayacak eserler bırakmıştı ve bu albüm de bu aleme bırakılan bir başka hoş sada.
4/5 verdim gitti.
albümü en iyi anlatan şarkılar: the hills, it is torn, thanks for the dance