Lost'da En Büyük Değişimi Yaşayan Karakterlerden Biri: Jack Shephard

dizinin başından sonuna kadar en büyük dönüşümü yaşayan karakterlerden biri jack shephard’dı. başlarda sürekli mantık çerçevesinde hareket eden, bilimden ve gerçeklerden kopmayan o doktor, finalde bambaşka bir adama dönüşmüştü.
--- spoiler ---
jack’i tüm dizi boyunca bir lider olarak gördük. aslında bu liderlik/sorumluluk ona zorla verilmişti ve jack “ben doktorum, insanlara yardım etmek benim işim” diyerek bu sorumluluğu üstlendi. adadaki herkes şok içindeyken; jack olayları analiz ediyor, hayat kurtarıyor, plan yapıyor ve hayatta kalmaya odaklanıyordu. başından itibaren kadere inanmadığını, her şeyin tesadüfler sonucu yaşandığını savundu. kadere inanmayan jack'e, john locke’un sürekli “bizim buraya düşmemiz bir kader, bu bizim alın yazımız!” demesi, jack için sinir bozucu bir olaydı. jack için bu tür laflar zırvaydı çünkü o, hayatındaki her şeyi mantık çerçevesinde açıklayan ve kader kavramına hiçbir şekilde inanmayan biriydi. jack için başına gelen her olayın somut ve mantıklı bir açıklaması olmalıydı, adaya düşüşünde kader kavramının kesinlikle bir rolü yoktu.
jack ve locke arasındaki zıtlık, dizinin en büyük temalarından biriydi. locke’un mistik bakış açısına karşı jack’in bilimsel yaklaşımı tam anlamıyla bir mantık vs. inanç savaşıydı. locke adanın özel bir yer olduğunu, herkesin burada bir amacı olduğunu savunurken, jack bunun tamamen saçmalık olduğunu düşünüyordu. özellikle ilk sezonlarda locke’un “bu ada bizi çağırdı” tarzı söylemleri jack için tamamen akıl tutulmasıydı. john locke, desmond'un yaşadığı dharma istasyonunu(kapağını) bulduğunda ve tuşlara basmaları gerektiğini öğrendiklerinde, jack bunu bile inkar etmeye başlamıştı. dr. pierre chang'in oryantasyon kasetlerinin bile aslında bir deney olduğunu düşünen jack, tuşlara tamamen onları memnun etmek için bastığını düşünüyordu. yani bazen bilimsel verileri ya da kişileri bile kabul etmeyen bir jack vardı.
dördüncü sezonda, adadan kurtulan jack’in yaşadığı çöküş onun kırılma noktalarından biri.
adadan ayrılmak için yıllarca uğraşan adam, bir anda geri dönmek zorunda olduğuna ve adanın kaderi olduğuna, adadakilerin kurtarılması gerektiğine inanmaya başlıyor. çünkü artık jack’in mantık dünyası yavaş yavaş çöküyor. adadan kurtulmayı başardığında bile hayatı düzene girmiyor, tam tersine mahvoluyor. sürekli içki içiyor, depresyona giriyor ve adaya geri dönmek istiyor. we have to go back, kate! sahnesi, jack’in artık tamamen değişmeye başladığının göstergesiydi.
o ana kadar mantık çerçevesinde yaşayan adam, içgüdüleriyle hareket etmeye başlıyor ve locke’un yıllar önce söylediği şeylerin doğru olduğunu fark ediyor. ilk sezonlarda locke’a sürekli “saçmalıyorsun” diyen jack, locke’un ölümünden sonra onun mirasını sahiplenmeye başlıyor. adadan döndükten sonra bunalıma giren, alkol ve ilaç bağımlısı olan jack, sonunda locke’un yolunu izlemeye başlıyor.
altıncı sezonda jack artık eskisi gibi değil. önceden “her şeyin bir açıklaması vardır” diyen adam, artık adanın mistik yönünü kabullenmiş durumda. locke’un inandığı şeylere inanıyor ve kaderin gerçek olabileceğini düşünüyor. hatta en büyük kırılma anlarından biri, jack’in nihayet ada için kendini feda etmeye karar verdiği sahne. önceki jack olsa “bunu ben yapamam, başka bir çözüm bulmalıyız, ada için neden biri ölmek zorunda olsun, burası lanet olası basit bir ada!” derdi. ama son sezondaki jack "ben bunu yapmalıyım" diyor, çünkü artık olaylara bilimle değil, inanarak bakıyor. jack, adada mantık adamıyken kader adamına dönüşen bir karakter. locke’un temsil ettiği inanç ve kader düşüncesini en başta alaycı bir şekilde reddeden jack, sonunda onun yolundan gitmeye başlıyor.
jack shephard, lost’un belki de en insani karakteriydi. sürekli hata yaptı, sürekli inat etti ama sonunda büyüdü, değişti ve öğrendi. jack’in kaderle olan savaşı, adayı koruma görevini ölümü pahasına devralması ve her şeyin anlamını çözmüş bir şekilde hareket etmesi, onun değişiminin en büyük kanıtıydı.
--- spoiler ---