Maddesel Olanla Soyut Olanın Kafa Karıştıran Çatışması: Zihin-Beden Problemi
Nedir, ne değildir?
zihin-beden ikilemi, zihin felsefesinin temel problemlerinden biridir. özetle zihin ve bedenin nasıl bir etkileşim içinde olduğunu irdeler. getirilen yaklaşımlar monist ve dualist olarak ikiye ayrılır. monist yaklaşımlarda maddesel yahut fiziksel tek bir tözden bahsedilirken, dualist yaklaşımlarda zihinsel ve fiziksel şeklinde iki adet töz vardır. monizm de kendi içinde fizikalist [davranışçılık, işlevselcilik...] ve idealist [berkeley tipi "tek varolan zihindir" söylemi] yaklaşımlara ayrılmaktadır. bir de property dualism alternatifi vardır ki, evrenin uzay ve zaman gibi temel bileşenlerinden birinin de bilinç olduğunu iddia eden david chalmers tarafından desteklenir mesela.
etkileşimci dualizmin zihin beden problemindeki çıkmazı iki töz arasındaki etkileşimin nasıl olduğunu tanımlayamamasından gelir. zihin bedeni nasıl etkiler? aynı şekilde, beden zihni nasıl etkiler? bu ikisi arasındaki etkileşim üçüncü bir tözle sağlanıyorsa, bu kez üçüncü tözle olan etkileşimler nasıl sağlanır? sonuçta, her çokçu anlayışın içine düştüğü bu çıkmazdan etkileşimci dualizm de nasibini alır.
düalist bakış açısı, yani zihnin fiziki dünyaya ait olmadığı kanısı en başta oldukça soyut bir fikir gibi gözükse de kendi içinde mantıklı olduğu noktalar vardır.
materyalist bakış açısında zihin var oluşu maddenin kimyasal, fiziksel reaksiyonları ile açıklanabilir. yani örneğin bir bilgi öğrendiğinizde beyninizde bir kimyasal reaksiyon oluşur, o bilgiyi başka bir zaman hatırladığınızda farklı bir "maddesel etkileşim" olur vs. vs.
peki bu mantık ile bakıldığında benim bakış açıma göre bazı sorunlar var;
1) eğer maddesel bir reaksiyon ile bilgi öğreniliyor, hatırlanıyorsa (tıpkı bilgisayarın 0'lar ve 1'leri sıralayarak bilgileri oluşturması ve saklaması gibi) bir bilginin unutulması veya hatırlanmakta zorlanılması nasıl işlem? veya bilgi miktarı büyük olan bir şeyin hatırlanması daha mı uzun sürüyor? yoksa geçmişte kalan bir şeyin mi?
2) eğer maddesel olarak bir öğrenme-saklama-hatırlama işlemi var ise, bunun bir üst limiti olması gerekmiyor mu? yani insan zihninin "öğrenebileceği" bilgi miktarının bir üst limiti olmalı. sonuçta zihni oluşturan madde miktarının artışı veya azalışı (önemli miktarlarda, yoksa elbette canlı bir organizmada değişim oluyordur.) olmadığına göre maksimum bellek kapasitemiz olmalı.
Günlük hayattan bir anektod ile bitirelim
tembel, hastalıklı, sürekli ağrı çeken, yataktan hiç kalkmamacasına uyuyan ben; eski sevgilimin günde 3-4 saat uykuyla durmaksızın koşturduğunu öğrendim geçtiğimiz günlerde. nasıl beceriyorsun dedim, uyumadan dinlenmeden sürekli ayakta sürekli çalışarak nasıl yaşayabiliyorsun? e ilaç alıyorum tabi, vitamin takviyesindeyim, dedi. sanki ben alsam 3-5 hap, ben de ayağa fırlayacakmışım gibi doğal söyledi bunu. ama sonra ekledi.
ama tabi, zihinde biten bir şey bu. saat çalıyor sabahın 4'ünde. uyusam uyuyamaz mıyım, uyurum. ama kalkıp duş almak, 1 saat koşup kendime gelmek, ardından hastaneye gidip yeni hastaları muayene edip önceki ameliyatlardan çıkanları kontrol etmek daha önemli. o yüzden haydi diyorum kendime, haydi şimdi çıkıyorsun yataktan ve uykuyu burada bırakıyorsun. hastaneden akşam çıkıyorum, belki yemek hariç hiç mola vermemiş şekilde. ben bilmez miyim o an eve koşup dinlenmeyi, belki birkaç saat uyumayı? ama yapmam gerekenleri ben kendim seçtim. bir saniye durup dinleniyorum sırtımı duvara verip. şimdi iyiyim diyorum, şimdi kendime geldim. uykum yok, yorgun değilim, güzel bir uyku sonrası pazar kahvaltısı etmiş gibi dinç ve neşeliyim. o an diriliyorum hemen. dersim varsa üniversiteye master derslerime gidiyorum, yoksa laboratuvara uğrayıp son gelişmeleri verileri inceleyip birkaç ölçüm yapıyorum. gece eve geldiğimde ertesi günkü vakalarıma çalışıyorum, makaleleri tamamlıyorum. bir şeyler atıştırıp uyuyorum. tamamen kafada bitiyor her şey. efendim? ah tabi ki ağrır gibi oluyor başım bazen, ya da boğazım inecek gibi oluyor. ama bazı basit tedbirler ve şartlanmayla hiçbiri işlerimi aksatmama sebep olmuyor. yok hayır abartıyorsun, o kadar da yıpratmıyorum kendimi. sen de denesen nefsine ve vücuduna hükmetmeyi, inan dışardan görüldüğü kadar zor olmadığını anlayacaksın.
öyle etkilendim ki anlattıklarından, denemeye çalıştım. ilk gün migrenim tuttu. hadi dedim, ağrımıyor sayayım ve tüm gün yatakta kalmak yerine kalkıp dışarı çıkayım; ağrıdan bayılmama ramak kala zor attım kendimi eve. ikinci gün ev çok soğuktu, canım çok sıkkındı, hava çok kapalıydı, 9'daki dersim için uyanamadım, yorganın altından çıkmak çok zor geldi. üçüncü gün...
zihnin bedene hükmedebilmesi için, zihnin bunu istemesi lazım sanırım öncelikle. adam gibi bir ruh, bir amaç, bir mana lazım. konuşmamızın üstünden 1 ay geçmedi, ben hala yorgan altında kitap okuyorum; o adam bunca yoğunluğun arasında kalktı gönüllü olarak kolerayla savaşa zimbabve'ye gitti.