Mevlana'nın Mesnevi'de Anlattığı Bugün Bile Müstehcen Sayılabilecek Hikayeler
cilt 5 - kabak hikayesi (1335-1420. beyitler 112-118.sf)
bir halayık (hizmetçi) şehvetin çokluğundan, hırsının fazlalığından bir eşeği kendisine alıştırmıştı. o eşek, kendisine yakınlaşmayı adet edinmiş, insana yakın olmayı öğrenmişti.
1335. o hilebaz halayığın bir kabağı vardı. eşek kendisine ölçülü yaklaşsın diye kabağı, eşeğin aletine takardı. yakınlaşma zamanında aletin yarısı girsin diye bu işi yapmaktaydı.
çünkü, eşeğin aleti tamamı ile girse rahmi de parçalanırdı, damarları da. eşek boyuna zayıflayıp durmaktaydı. eşeğin sahibi olan kadın da neden bu eşek böyle zayıflıyor, neden böyle kıl gibi inceliyor deyip dururdu. fakat işin ne olduğunu anlamakta acizdi. nalbantlara illeti nedir, neden zayıflamakta diye gösterdiyse de,
1340. onda hiçbir illet görünmedi, kimse bunun iç yüzünü haber veremedi. kadın bu işin aslını adamakıllı araştırmaya başladı. her an eşeğin haline dikkat etmekte, neden böyle zayıfladığını bulmaya çalışmaktaydı. insanın adamakıllı çalışmaya kul olması gerekir. çünkü her şeyi iyice arayan nihayet bulur. eşeğin haline dikkat edip dururken bir de ne görsün? o halayık eşeğin altına yatmıyor mu? bunu kapının yarığından gördü bu hale pek şaştı.
1345. eşek, erkekler kadınlara nasıl yakınlaşırsa aynen onun gibi halayığa yakınlaşmış, işini becermekteydi. kadın hasede düştü. dedi ki, bu eşek, benim eşeğim, nasıl olur bu iş? bu işin bana olması lazım ben işe daha ehlim. eşek işi öğrenmiş, alışmış. adeta sofra yayılmış, mum da yanmış. görmemezlikten gelip ahırın kapısını vurdu. a kız ne vakte dek ahırı süpürüp duracaksın? dedi. bu sözü işi gizlemek için söylüyor, ben geldim kapıyı aç diyordu.
1350. sustu, halayığa hiçbir şey söylemedi. bu işe tamah ettiği için işi gizledi. halayık bütün fesat aletlerini gizleyip kapıyı açtı. yüzünü ekşitip gözlerini yaşartarak dudaklarını oynatmaya başladı, güya oruçluyum demek istiyordu. eline sapı yıpranmış bir süpürge aldı, develerin yatması için ahırı süpürüyor göründü. elinde süpürge kapıyı açınca kadın, dudak altından seni usta seni, dedi.
1355. yüzünü ekşittin, eline süpürgeyi aldın, iyi. fakat yemeden içmeden kesilmiş eşeğin hali ne? işi yarıda kalmış, öfkeli, aleti oynayıp durmada. gözleri kapıda seni beklemede. bunu dudağı altından söyledi, halayıktan gizledi. onu suçsuz gibi ululayıp, dedi ki: tez çarşafını başına al. filan eve git benden selam söyle. şunu söyle, böyle yap, şöyle et. neyse ben kadınların masallarını kısa kesiyorum.
1360. maksat neyse sen onun hülasasını al. o işi görmezlikten gelen kadın onu yola vurunca,
zaten şehvetten sarhoş olmuştu, hemen kapıyı kapadı, oh dedi. yalnız kaldım, bağıra, bağıra şükredeyim. artık erkeklerin gah tam, gah yarım yamalak yakınlaşmasından kurtuldum.
kadının keçileri, sanki bini bulmuştu, öyle neşelendi. eşeğin şehvet ateşiyle kararsız bir hale düştü. hatta ne keçisi? o yakınlaşma kadını keçi haline getirdi. ahmağı keçi haline getirmeye, hor hakir bir hale sokmaya şaşılmaz ki!
1365. şehvet isteği, gönlü sağır ve kör yaptı mı eşeği bile yusuf gibi nurdan meydana gelmiş bir ateş parçası gösterir. nice ateşten sarhoş olmuşlar vardır ki ateş ararlar, kendilerini de mutlak nur sanırlar. yalnız tanrı kulu böyle değildir. yahut da tanrı birisini çeker çevirir de yola getirir, yaprağı döndürür bu da başka! böyle olan o ateş hayali bilir, o hayalin yolda eğreti olduğunu anlar. hırs çirkinleri güzel gösterir. yol afetleri içinde şehvetten beteri yoktur.
1370. şehvet yüz binlerce iyi adı kötüye çıkarmıştır. yüz binlerce akıllı, fikirli adamı şaşkın bir hale getirmiştir. bir eşeği bile mısır yusuf’u gibi güzel gösterdikten sonra o çıfıt, bir yusuf’u nasıl gösterir? pisliği afsunu ile sana bal göstermede, iş inada bindi mi balı nasıl gösterir? bir düşün artık. şehvet yemeden olur, az ye. yahut bir kadın nikahla da kötülükten kaç. yedin içtin mi şehvet, seni harama çeker. ele gireni elbet harc etmek gerektir.
1375. şu halde nikah lâhavle okumaya benzer. oku, yani bir kadın nikahla da şehvet, seni belaya düşürmesin. madem ki, yemeye içmeye hırsın var, çabuk bir kadın al evlen. yoksa bil ki kedi gelir yağlı kuyruğu kapar. sıçrayan eşeğin sırtına taş yükü vur, o kaçmadan, sıçramadan önce sırtına yükü yükle. ateşin ne yaptığını bilmezsin, savul oradan. bu çeşit bilginle ateşin çevresinde dönüp dolaşma. ateşe çömleği koyup çorba pişirmeyi bilmiyorsan bil ki ne çömlek kalır, ne çorba.
1380. su hazır olmalı, ahçılığı da bilmelisin ki o tenceredeki çorba, dökülmeden, bozulmadan pişsin. demircilik sanatını bilmiyorsan demirci ocağından geçerken sakalını bıyığını yakarsın.
kadın kapıyı kapadı, sevine, sevine eşeği kendisine çekti, cezasını da tattı ya! eşeği çeke, çeke ahırın ortasına getirdi. o erkek eşeğin altına yattı. o kahpe de muradına ermek üzere halayığın yattığını gördüğü sekiye yatmıştı.
1385. eşek ayağını kaldırıp aletini daldırdı. eşeğin aletinden kadının içine bir ateştir düştü.
alışmış eşek kadına abandı, aletini ta hayalarına kadar sokar sokmaz kadın da geberdi.
eşeğin aletinin hızından ciğeri parçalandı, damarları koptu birbirinden ayrıldı. soluk bile alamadan derhal can verdi. seki bir yana düştü o bir yana. ahırın içi kanla doldu, kadın baş aşağı yıkıldı, öldü. kötü bir ölüm, kadının canını aldı.
1390. kötü ölüm, yüzlerce rezillikle gelip çattı babacığım. sen hiç eşeğin aletinden şehit olmuş insan gördün mü? kuran’dan rezillikle azap edilmeyi duy da böyle kepazelikle can verme.
bil ki bu hayvan nefis bir erkek eşektir. onun altına düşmekse ondan daha kötü ve ayıp bir şeydir. nefis yolunda benlikle ölürsen bil ki hakikatte sen de o kadın gibisin. tanrı, nefsimize eşek sureti vermiştir. çünkü suretler, huylara uygundur.
cilt 5 - bir sultanın bir cariyeye düşkünlüğü. cariyenin yolda köleyle, evde sultanla maceraları (3831-4025. beyitler 312-326.sf)
bir kovucu, mısır halifesine, musul padişahının: huri gibi bir cariyesi olduğunu söyleyip dedi ki: onun bir cariyesi var ki âlemde onun gibi güzel yok. güzelliğinin haddi yok, söze sığmaz, anlatılmaz ki. işte resmi, şu kâğıtta, bir bak! o ulu halife, kâğıttaki resmi görünce hayran oldu, elindeki kadeh düştü.
3835. derhal musul'a büyük bir orduyla bir er gönderdi. eğer o ay parçasını sana teslim etmezse orasını tamamiyle yak yık. verirse bir şey yapma, bırak, yalnız o ay parçasını getir de yeryüzündeyken ayı kucaklayayım dedi. er, binlerce rüstem'le, davul ve bayraklarla yola düştü, musul'a yollandı. sayısız asker, şehri mahvetmek üzere tarlama çevresine üşüşen çekirgeler gibi oraya üşüştüler.
3840. savaş için her yana kafdağı gibi mancınıklar kurdurdu. oklar yağmur gibi yağmada, mancınıklarla atılan taşlar gök gürler gibi gürlemeye, kılıçlar şimşek gibi çakmaya başlamıştı.
savaş, tam bir hafta sürdü, kanlar döküldü. taştan yapılma kale mum gibi eridi, yerle yeksan oldu. musul padişahı, bu korkunç savaşı görünce içeriden bir elçi göndererek, müslümanların kanını dökmekten maksadın ne? bu şiddetli savaşta ölüp gidiyorlar. meramın nedir?
3845. maksadın, musul şehrini almaksa böyle kan dökmeden de olur bu iş. ben şehirden çıkayım gel, sen gir. tek mazlumların kanı, seni tutmasın. yok, muradın mal, altın ve mücevherse bunu, bu şehirden almak, zaten kolay bir şey dedi. elçi, o erin huzuruna gelince er, cariyenin resmîni verdi. bu kâğıda bak dedi, bunu istiyorum. derhal teslim etsin, yoksa ben üstünüm.
3850. elçi gelip maksadı söyleyince o erkek padişah dedi ki: bu suret eksik olsun, tez götür.
ben, iman ahdında puta tapanlardan değilim. putun, puta tapanda olması daha doğru.
elçi, kızı getirince o yiğit er, derhal âşık oldu. aşk bir denizdir, gökyüzü, bu denizde bir köpük. aşk, yusuf'un havasına kapılan zeliha gibi insanı hayran eder. gönüllerin dönüşünü aşktan bil. aşk olmasaydı dünya, donar kalırdı.
3860. o yiğit er de kuyuyu yol sanmış, çorak yerden hoşlanmış, oraya tohum ekmeye kalkışmıştı. o yatıp uyuyan, rüyada bir hayal görür, onunla buluşur, düşü azar. uyanıp kendine gelince görür ki o oyunbazlık, uyanıkken olmamış. vah der, beyhude yere erlik suyumu zayi ettim, o işveli hayalin işvesine kapıldım. o yiğit er de beden yiğidiydi, asıl erliği yoktu. o yüzden erlik tohumunu öyle bir kuma saçtı gitti.
3865. aşk bineği, yüzlerce gemi atmış, ölümden bile korkmam diye nara atmaktaydı. aşk ve sevdada halifeden pervam bile yok. varlığımla ölümüm birdir bence diyordu. fakat böyle ateşli ateşli ekmeye kalkışma. bir iş eriyle danış. fakat meşveret nerde, akıl nerde? hırs seli, adama yıkık yerleri kazdırır, tırnaklarını uzatır. bir güzele âşık olanın önünde de sed vardır, ardında da. öyle adam, artık önünü, ardını az görür.
3875. o yiğit er de musul'dan döndü, yola düştü. yolda bir ormana, bir yeşilliğe geldi. aşk ateşi, öyle bir parlamıştı ki yerle göğü fark etmiyordu. çadır içinde o ay parçasına kasdetti. akıl nerde, halifeden korkma nerde? şehvet, bu ovada davul dövdü mü akıl dediğin ne oluyor ki a turpoğlu turp: yüzlerce halife, o anda o erin ateşli gözüne bir sinekten aşağı görünür.
3880. o kadına tapan er şalvarını çıkarıp cariyenin ayak ucuna oturdu. aleti, dosdoğru gideceği yere giderken orduda bir gürültü, bir kızılca kıyamettir koptu. er sıçradı, götü başı açık bir halde ateş gibi zülfikar elinde dışarı çıktı. bir de ne görsün, ormandan kara bir erkek aslan, kendisini ordunun içine kapmış koyvermiş. atlar, ürküp köpürmüşler, her çadır ve ahır yeri yıkılmış, herkes birbirine girmiş.
3885. erkek aslan, ormanın gizli bir yerinden fırlamış, havaya deniz dalgası gibi tam yirmi arşın sıçramıştı. er, pek yiğitti, aldırış bile etmeden sarhoş bir erkek aslan gibi aslanın önünü kesti. kılıçla bir vurdu, başını ikiye böldü. derhal o ay yüzlü dilberin bulunduğu çadıra koştu.
o hurinin yanına gelince aleti hâlâ dimdikti. öyle bir aslanla savaştı da erliği, yine sönmedi, hâlâ ayaktaydı.
3890. o tatlı ve ay yüzlü güzel, onun erliğine şaşıp kaldı. istekle ona kendisini teslim etti. o anda o iki can, birleştiler.. bu iki canın birbirleriyle birleşmesi yüzünden gayıptan bir başka can gelir erişir. kadının rahminde meniyi kabule mâni bir şey yoksa bu can, doğuş yoliyle gelir, yüz gösterir. her nerde iki adam, sevgiyle, yahut kinle birleşseler, bir üçüncü can, mutlaka doğar.
3900. kadının canı da kıyamet gününü bekler, erkeğin canı da. bu âlemde emeklemen nedir ki? daha çabuk adım at. o er, o yalancı sabah yüzünden yolunu kaybetti de sinek gibi ayran kabına. düştü işte. birkaç gün murat alıp murat verdiler. fakat sonra o büyük suçtan pişman oldu.
ey güneş yüzlü, bu işe dair halifeye bir şey söyleme diye cariyeye yemin verdi. halife cariyeyi görünce sarhoş oldu, onun tası da damdan düştü.
3905. onu, övdüklerinin yüz misli güzel buldu. hiç görme, işitmeye benzer mi? övme, akıl kulağı için bir tasvirdir. fakat suret, bil ki gözün harcıdır, kulağın değil. birisi, bilir bir adama sordu: a sözü güzel er, hak nedir, bâtıl ne? o er, adamın kulağını tutup bu bâtıldır dedi, gözse haktır onun her şeye yakîni vardır.
3925. o ahmak halife de bir zaman o güzel cariyeye kapıldı, onunla gönül eğledi işte. tut ki bütün doğuyu, batıyı zaptettin, her tarafın saltanatına sahip oldun. mademki bu saltanat, kalmayacak, sen onu bir şimşek farzet, çaktı, söndü. ebedî kalmayacak mülkü, gönül, bir rüya bil! cellat gibi boğazına yapışan debdebeyi, şan ve şöhreti ne yapacaksın ki? bil ki bu âlemde de bir emniyet bucağı vardır. yalnız münafıkın sözünü az duy, çünkü o söz, zaten söz değildir.
halife buluşmayı diledi, bu maksatla o cariyenin yanına gitti. onu andı, aletini kaldırdı. o cana canlar katan, o sevgisini gittikçe artıran güzelle buluşmaya niyetlendi. kadının ayakları arasına oturdu. oturdu ama takdir, zevkinin yolunu bağladı.
3945. farenin catırdısı kulağına değdi. aleti indi, uyudu, şehveti tamamiyle kaçtı. bu ıslık, yılan ıslığı olmasın, çünkü hasır kuvvetle oynamakta dedi. cariyeciğin, halifenin şehvetinin zayıflığını görüp o beyin kuvvetini hatırına getirerek gülmeye başlaması ve halifenin bu gülüşten bir şey anlaması cariye, halifenin gevşekliğini görünce kahkahalarla gülmtğe başladı. o erin, aslanı öldürüp geldiği halde hâlâ aletinin inmediğini hatırladı. kahkahası arttıkça arttı, uzadıkça uzadı. kendini tutmaya çalışıyordu ama bir türlü dudaklarını kapatamıyordu ki.
3950. esrara alışık olanlar gibi boyuna gülüyordu. kahkaha, kârına da üstün gelmişti, ziyanına da. ne düşündü, aklına ne getirdiyse fayda vermedi; aklına getirdiği şeyler de gülmesini artırıyordu. sanki bir selin bendi, birden yıkılmıştı. ağlayış, gülüş gönlün gamı, neşesi.. bu ki her birinin ayn bir madeni vardır. her birinin bir ayn mahzeni vardır ve o mahzenin anahtarı, kapalı kapılan açan tanrı'nın elindedir. bir türlü gülmesi dinmiyordu. nihayet halife alındı, huysuzlandı.
3955. hemencecik kılıcını kınından sıyırdı. habis dedi, neden gülüyorsun? söyle. bu gülüşten gönlüme bir şüphe düştü. hileye kalkışma, doğru söyle. yalanla beni kandırmaya kalkışırsan, yahut boş bir bahane icat edersen, ben bunu anlarım, gönlümde bunu anlıyan bir nur vardır. doğruyu söylemek gerek vesselam.' bil ki padişahların gönüllerinde ulu bir ay vardır. bazı bazı gaflet yüzünden bulut altına girer ama ehemmiyeti yok.
3965. cariye âciz kalınca ahvali anlattı. o yüz zâl'e bedel olan rüstem'in erliğini söyledi.
yoldaki gerdeği, o sırada vukua gelen halleri bîr bir nakletti. erin kılıcını çekip gidişini, aslanı öldürdükten sonra gelişini, aletinin hâlâ gergedan boynuzu gibi ayakta olduğunu söyledi.
ondan sonra namuslu halifenin gevşekliğini ve farenin bir çıtırtısından aletinin söndüğünü görünce dayanamayıp güldüğünü bildirdi. tanrı sırları meydana çıkarır. mademki sonunda bitecek, kötü tohum ekme.
padişahın, işi anlayınca o hıyaneti örtüp affetmeyi ve kendisinin, musul padişahına zulmettiği için "kim kötülük ederse kendine eder" ve "şüphe yok, rabbin gözetleme yerindedir, seni görür" âyetleri mucibince bu kötülüğe uğradığını anlayıp intikam almaya kalkışırsa, bu zulüm ve tamahın cezasını çektiği gibi o intikamın cezasına da uğrayacağını kestirerek cariyeyi o beye vermeyi kurması
3995. padişah, kendi kendisine suçunu, kabahatini, kızı ele geçirmek için ettiği ısrarı anıp tövbe etti, tanrı'dan yarlıganmak diledi. dedi ki: başkalarına yaptığım şeyler, ceza haline geldi, bana gelip çattı. mevkiime güvenip başkalarının eşine kasdettim. bu kasıt, bana döndü, kuyuya düştüm. başkasının kapısını dövdüm, o da tuttu, benim kapımı dövdü. kim, başkalarının karısına kötülük ederse bil ki kendi karısına pezevenklik eder.
4010. rabbimiz, biz nefsimize zulmettik, bir hatada bulunduk. ey merhameti büyük tanrı, bize acı! ben onu affettim, sen de yeni suçumu da affet, eski suçlarımı da. sonra cariyeye sakın dedi, bu senden duyduğum sözü kimseye söyleme. seni, beyinle evlendireceğim. tanrı hakkı için sakın bu hikâyeyi bir daha anma. anma da o, benden utanmasın. çünkü o, bir kötülükte bulundu ama yüz binlerce de iyilik etti.
4015. ben, onu defalarca sınadım, ona, senden de güzel kadınları emniyet ettim.
hiç dokunmadı. bu olan şey, benim yaptığımın cezası. bundan sonra o beyi huzuruna çağırdı. âlemi: kahretmeyi düşünen hışmını yendi. ona kabul edilecek bir bahane buldu. dedi ki: ben bu cariyeden soğudum. sebebi de şu: çocuğumun anası, bu cariyeyi kıskanmada, âdeta bir tencere gibi kaynayıp durmada, yüzlerce sıkıntılara uğradı.
4020. oğlumun anasıdır, onun nice hakları vardır. böylece cevir ve cefalara lâyık değildir o.
kıskançlığa başladı, kanlar yutmada. bu cariye yüzünden pek şiddetli acılara düştü.
hâsılı bu cariyeyi birine vereceğim. buna karar verdikten sonra azizim efendim, senden daha iyisini bulacak değilim ya. sen onun için canınla oynadın. artık onu senden başkasına vermek doğru değil. onu, o beye nikahlayıp verdi, öfkesini, hırsını kırdı geçirdi.
Mevlana neden böyle hikayeler anlatıyor?
diğer mevlana eserlerini okumayan insanların kafalarını karıştırıyor olabilir bu hikayeler.
mevlana, mesnevi'nin başka yerlerinde de benzer hikayeler anlatır, hatta bazı yerlerde argo kelimeler bile kullanır. çocukluğunuzda duyduğunuz; sövdüğü için kafese konulan papağan, tüyü yolunan papağan, yine argo geçen tavşanlı, tilkili pek çok fıkra mevlana mesnevi'sindeki kıssa'ların biraz daha abartılmış halleridir.
aradaki fark; mevlana'nın amacı açık açık ders vermektir, çünkü fıkranın önünde ya da ardında o mesajı da açıkça niteler.
mesnevi'de bu tip -bugün için müstehcen sayılabilecek - birkaç hikaye var. ve bunda da bir sorun yok. bütün mesnevi doğu'nun hikaye anlatma geleneğine uygun biçimde, kıssadan hisse çıkartmaya yönlendiren bir şablon kullanır. hikayeler zaten eskilerin tekrarıdır.
kabak hikayesine bugün için verilen tepki esasında biz türklerin de yahudi- hristiyan geleneği ve ahlakının etkisinde olduğumuzu gösterir.
sanılanın aksine, ne islam kültüründe ne de doğu'da cinsel içerikli hikaye anlatma yasaklanmıştır. mesnevi'de hakaret içeren sözler bile var. kahpe, kahpenin çocuğu, eşşek huylu vs... kitabın zaten iddiası belli: mesnevi 'vahdet dükkandır' diyor rumi.
içinde her şey var. her şey. cinsellik gibi kafayı taktığımız bir mesele de var. olmasın mı yani... bir olguyu kendi bağlamından ve tarihsel şartlarından koparıp üzerinde konuşmak düz mantıktır.
kitap boyunca rumi'nin bütün hikayelerinin verdiği mesaj, nefs'in tezkiye (arıtma) edilmeden insanın asla gerçek bir insan olmayacağıdır. gerçek insan olmadan da insanın nihayetinde söz konusu kadın gibi mahvolacağı yorumu yapılabilir.