Moana Filmlerinde Gördüğümüz Maui Karakteri Gerçek Hayatta Neyin Nesidir?

geçen günlerde ufaklıkla açtık, moana 2'yi izlemeye başladık. ilk hikayenin devamı niteliğinde olan hikayede maui diye bir ana karakter bulunmaktadır ve bu karakter polinezya mitolojisinde bir yarı tanrıdır.
hikayede bir yarı tanrı olunca işler tabii ki doğaüstü olaylara ve mitlere gitmektedir. ben de meraklanıp maui'yi bir açıp bakayım kimdir dedim. maui animasyon filmde olduğu gibi polinezya mitinde de göklerle pazarlık eden haylaz bir çocuk gibi özgüveni yüksek, alaycı ve birazda düzenbaz bir tanrı ya da yarıtanrıdır.
işte rüzgarın bile insanları kale almadığı eski çağlarda, pasifik'in sonsuz maviliklerinde, yıldızlarla ve okyanusla konuşan bir halk yaşardı. gökyüzüyle denizin el ele tutuştuğu o yerde, bir çocuk doğdu. maui..... ama sıradan bir çocuk değildi.
annesi bir ölümlü, babasıysa tanrıların soyundandı. (burası en çok bilinen herkül ya da herakles mitine benzemektedir.) ama maui, doğar doğmaz terk edildi. çünkü onun gelişiyle birlikte bir kehanet fısıldanmıştı:
"bu çocuk, hem tanrıların hem insanların düzenini değiştirecek."
henüz bir bebekken dalgaların kucağına bırakılan maui'yi gören herkes çok ama çok şaşırmıştı çünkü okyanus oynuyor ve balıklar onu koruyordu. bölge halkının yaşlı şamanı o gece yıldızlara baktı ve olacak oğlak bokundan belli olur dedi.
neyse hawaii, maori (yeni zelanda), tahiti, tonga, samoa ve diğer pasifik ada topluluklarının sözlü geleneklerinde, yer alan abimiz hilekar bir yarı tanrı ve kültür kahramanı olarak anılır. mitolojik işlevine baktığımızda sadece doğa olaylarını açıklamakla sınırlı değildir; aynı zamanda kültürel değerleri kodlayan, teknolojik ilerlemenin ilkeleri olan ateş, zaman, toprak gibi (adaların desek daha doğru olur) kökenini açıklayan ve bireyin kolektif otoriteye yani o zaman tanrılara veya doğa düzenine karşı mücadele edebilme gücünü sembolize eden bir arketiptir.

bundan kaynaklı olarak çeşitli baş kaldırış dinamikleri mitlerde işlenmiştir. mesela güneşi yavaşlatma gibi bir hikayede pasifik adalarının pek çoğunda, maui'nin güneşi yakalayıp yavaşlattığı anlatılır. bu mit, gündüzlerin neden uzun olduğunu açıklamaya yöneliktir. maui, insanların gün içinde yeterli vakti olmadığını fark eder ve güneşi bir ip ya da kanca ile yakalayarak onu döver. bu eylem, insan iradesinin doğa düzeni üzerinde dönüştürücü etkisini temsil eder.
animasyon filmde bir adayı ortaya çıkardığı gösterilir ve yine bir mitinde; maui'nin büyülü bir kanca kullanarak okyanusun dibinden adaları çektiği bilinmektedir, polinezya bölgesinin yani adalar coğrafyasının yapısını açıklayan bir doğumu ya da kozmogonik olayları anlatan bir anlatıdır. aynı zamanda bu olay balıkçılığın kültürel önemini ve erkeklik ritüellerini de sembolize etmektedir.
başka bir mitte ölüm ve ölümsüzlükle ilgilidir (burada da gılgamış'ın hikayesine gitmekteyiz aslında) gılgamış'tan farklı olarak (sevdiği bir arkadaşı ve yoldaşı için ölümsüzlüğü arar) maui, insanlara ölümsüzlük kazandırmak ister. kısaca anlatacak olursak maui, ölüm tanrıçası hine-nui-te-pö’nun bedenine girerek onu kandırmaya çalışır, ancak başarısız olur ve ölür. bu hikayede aslında insanın ölümlülüğünü kabullenmek zorunda kalışını ve tanrılara karşı mücadelenin sınırlı olduğunu bize gösterir diyebilirim.
son olarak, birçok kültürde geçen ateşi getirme ya da çalma mevzusu... (bu metafor bilgi olarak da isimlendirilir) (bkz: prometheus) bunun polinezya versiyonunda bir akşam, doyurucu bir yemek yedikten sonra, maui ateşinin yanına uzanıp alevlere baktı. alevlerin titreşmesini ve dans etmesini izledi ve kendi kendine acaba ateş nereden geliyor? diye düşündü.
meraklı bir insan olan maui, bunu öğrenmesi gerektiğine karar verdi. gece yarısı, herkes uyurken maui köyden köye gidip dünyada tek bir ateş bile kalmayana kadar tüm yangınları söndürdü. sonra evine geri döndü ve bekledi.tabii ki ertesi sabah köyde bir kaos yaşandı.
"olmaz olamaz"
"ateş yok, kahvaltımızı nasıl pişireceğiz!" diye bağırdı endişeli bir anne.
"geceleri nasıl ısınacağız?" diye haykırdı bir diğeri.
köylüler birbirlerine, "ateş olmadan yaşayamayız!" diyorlardı.
maui'nin şefi olan annesi taranga, birinin ateş tanrıçası mahuika'dan ateşi istemesi gerektiğini söyledi. köy halkı ondan tırstığı için pek bu duruma yanaşmadı. çünkü mahuika, dünyanın sonunda yanan bir dağdaki bir mağarada yaşıyordu. maui; bu işi ben yaparım, biliyorsunuz ki ben deli bir oğlanım der.

mahika'nın yanına giden maui ateşi ister ve mahika'da yanan tırnaklarından birini ona verir. daha sonra aklına bir şeytanlık gelen maui; acaba mahika'nın tüm tırnaklarında yanan ateş sönse belki ateşi tekrardan nasıl yaktığını öğrenebilirim der. her aldığı tırnağı bir bahane sunarak söndürür ve tekrar tekrar mahika'nın yanına gelir. mahika kandırıldığını anlayınca küplere biner maui'yi ateşle çevreler o da yağmur yağmasını sağlar ve ateşi söndürür. bunun üzerine mahika son kalan ateşli tırnağını da maui'ye fırlatır ve onu ıskalar.
daha sonra ateş gider orman içindeki ağaçların (mahoe ağacına, tötara'ya, patete'ye, pukatea'ya ve kaikömako ağaçları gibi ağaçlara) ruhuna yapışır. maui köye döndüğünde köylüler bir ateş göremezler sadece onun elinde birkaç parça odun parçasını fark ederler. maui hemen bu odunları birbirine sürtüp ateş yakar. köylüler aç aç aç... biraları der ve mangal yakarlar, yersen. bu sayede ateşe giden bilgi tanrılardan insanlar geçmiş oldu.
son.