Modern Hayatta Pek Çok İnsanın Yalnızlık Seviyesini Tanımlayan Durum: Gargamel Yalnızlığı
gargamel... bu huysuz büyücü karanlık şatosunun yalnızlığında çürüyor
yalnızlığın krallığında terk edilmiş biri. ve bazen onun için üzülüyorum. gargamel'in geçmişi hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. o, kötü. ve kimse kötüleri daha fazla tanımak istemez. üstelik yaşlı ve çirkin. yakışıklı ve karizmatik olsa yine de taraftarları olurdu, hapishanedeki psikopatlara mektup yazanlar olduğu gibi gargi'ye de belki bu tip iltifatlar edilebilirdi ancak heyhat, hiçbiri değil. o yalnız, suratsız ve çirkin. hep siyah giyiyor. hani iyiler siyah giyerdi? değilmiş demek ki. bir de zayıf, kemik torbası, huysuzlukla zayıflık arasında tuhaf bir ilişki var sanki. şişkolar her zaman daha neşelidir. bence beslenmesine dikkat etmiyor.
bütün hayatı aptalca bir amaç için geçiyor: şirinleri yemek
oysa neden diğer seçenekleri görmüyor ki. sosyalist sanatçı peyo gargi'yi dinselliğin ve kilisenin sembolü olarak düşünmüş olabilir ama artık bundan daha iyisini hak ediyor. ya azman? bunca kedi severin tepkisiz kalmasına ne demeli. azman, evet bir işbirlikçi. kötünün yanında saf tutan küçük bir iblis. üstelik sevilmiyor da. sık sık gargi tarafından tetikçi olarak kullanılması bir yana pire torbası gibi lakaplarla kakışlanıp duruyor. heyhat ki onların ilişkisinde hegel merhumun efendi köle diyalektiği bile söz konusu değil. fikrimce azman efendisine hınç duyuyor, abartıyor muyum yoksa belki o kadar ince şeyler düşünmüyor da olabilir.
zavallı gargi
o, gotik şatosunda çürüyen büyük bir yalnız. ancak bu çok romantik bir bakış açısı olabilir. belki daha acımasız bir yaklaşımla onu damga romanındaki paşa oğlu iffet gibi hayatımı bir vehme kurban etmişim diyen biri gibi mi görmeli? ama düşünürsek nice insan bir körlüğün içinde hayatlarını bir vehme kurban ediyor değil mi...