Modern Türk Sinemasının 1930'lardan Başlayıp Günümüze Ulaşan Kısa Tarihi

'Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı'ndan beri Türk sineması epey yol kat etti. İşte size sinemadaki son 100 yılımızı anlatan güzel bir özet.
Modern Türk Sinemasının 1930'lardan Başlayıp Günümüze Ulaşan Kısa Tarihi

fuat uzkınay, pek çok sinema eleştirmeni tarafından türk sinemasının ilk yönetmeni olarak görülür. 14 kasım 1914'te, ayastefanos'taki rus abidesi'nin yıkılışını kameraya alışı da türk sinemasının ilk filmi kabul edilmektedir. bu görüntülere günümüzde ulaşmak mümkün olmasa da türk sinemasının doğumu 1914 yılıyla özdeşleşmiştir. aynı zamanda asker olan fuat uzkınay ilerleyen yıllarda da sinemaya katkıda bulunmaya devam edecek ve türk sinemasının ilk konulu filmini de kameraya alacaktır. ancak birinci dünya savaşının araya girmesiyle birlikte fuat uzkınay’ın çalışmaları da ilerleyen yıllara ertelenecektir.

Fuat Uzkınay

fuat uzkınay her ne kadar sinemamızda ilklerle anılsa da türk sinemasının asıl kurucusu tartışmasız muhsin ertuğrul’dur. kendisi yalnızca sinemamızın değil modern türk tiyatrosunun da öncülerinden biri olmuştur. türk sinemasının pek çok ilki muhsin ertuğrul tarafından gerçekleştirilmiştir. örneğin ilk sesli türk filmi olan istanbul sokaklarında (1931) ve vizyona giren ve tamamıyla renkli olan ilk türk filmi olan halıcı kız (1953) filmlerini türk sinemasına muhsin ertuğrul armağan etmiştir. muhsin ertuğrul sinemamız için pek çok açıdan öylesine tek ve ilktir ki uzun yıllar boyunca gerçek anlamda da film çeken tek yönetmen olmuştur. onun çektiği filmler günümüzde birer başyapıt olarak anılmasa da bir millet uyanıyor (1932), leblebici horhor ağa (1934) ve aysel bataklı damın kızı (1935) gibi filmleri görmeye değer yapımlardır.

Muhsin Ertuğrul

uzun yıllar tek adam olarak türk sinemasına hükmeden muhsin ertuğrul’un tahtını yıkan ve modern türk sinemasının da kurucusu olarak kabul edilen isim ise lütfi ömer akad’dır. onunla birlikte muhsin ertuğrul ekolünün temsil ettiği “tiyatrocular kuşağı” son bulurken; 1950’li yıllarda ağırlık kazanacak olan “sinemacılar kuşağı” diye anılan dönem ise başlamış olur. bu dönemin başlangıç filmi ise 1949 yılında lütfi ö. akad tarafından çekilen vurun kahpeye filmidir. bu film “tiyatrocular” döneminin sonunu “sinemacılar kuşağı”nın ise başlangıcını temsil eder. filmin gişede de büyük başarı elde etmesinin ardından muhsin ertuğrul’un uzun yıllar neredeyse tek başına sırtladığı “tiyatrocular” dönemi de böylece kapanmış olur.

1930 ve 40’lı yıllara muhsin ertuğrul’un liderlik ettiği tiyatro kökenli yönetmenler damgasını vurmuştu. bu dönemde çekilen filmler genel olarak tiyatro mantığında yani kapalı mekânlarda çekiliyordu. ancak yine lütfi ö. akad tarafından çekilen ve türk sinemasının başyapıtlarından biri kabul edilen kanun namına (1952) filmi, kameranın dışarı çıktığı ve istanbul sokaklarından ayrılmadığı muazzam bir polisiye filmi olacaktı. pek çok sinema eleştirmenince modern türk sinemasının başlangıcı kabul edilir bu film.

Kanun Namına.

1950’li yıllarda lütfi ö. akad dışında “sinemacılar kuşağı” diye anacağımız başka önemli yönetmenler de bulunmaktaydı. bu isimler; metin erksan, atıf yılmaz, osman f. seden, memduh ün ve nejat saydam gibi ilerleyen yıllara adlarını altın harflerle yazdıracak olan büyük yönetmenlerdi. bu isimlerden metin erksan 60’ları, atıf yılmaz ise 80’leri çektikleri birbirinden güzel filmlerle domine etmeyi başaracaklardı.

1950’li yıllar, türk sinemasının üretim, dağıtım ve izlenme sayıları açısından altın yılları kabul edilen 1960-75 yıllarına çıkan yolda önemli bir ilk basamaktı. 1950 yılında 22 film üretilmişken; 1958 yılına geldiğimizde bu sayı 88’e çıkarak bir rekora imza atılacaktı. 1960’larda ise dünyanın en çok film çeken ülkeleri arasında yer almayı başaracaktık.

1960'lı yıllar ise pek çok sinema eleştirmenine göre türk sinemasının gerçek anlamda altın yıllarıydı

1920'lerden beri bir arayış içerisinde olan türk sineması 1960'lı yıllar ile birlikte kendi dilini yaratmayı başarmıştır. yeşilçam'ın ürettiği bu filmler artık uluslararası film festivallerinden büyük ödüllerle dönecektir. metin erksan imzalı susuz yaz (1963) filmi berlin film festivali'nde büyük ödül olan altın ayı'yı kazanacak ve bu ödül, türk sinemasının da ilk uluslararası ödülü olacaktır.

1960'lı yılların son iki yılı haricinde bu on yıllık süreçte çekilen hemen hemen tüm filmler siyah beyazdır. ayrıca, bu yıllarda o kadar çok film çekildi ki 1966 yılında çektiğimiz film sayısı ile o yıl en çok film üreten dört ülke arasında yer almayı başardık. tür olarak ise bu yıllara melodram türünün liderlik ettiğini görüyoruz. daha sonraları yeşilçam'da birer klişeye dönüşecek olan pek çok konunun temeli işte bu yıllarda atıldı. bu muazzam melodramların en büyük oyuncusu ise tartışmasız sadri alışık olacaktır. sadri alışık ve onun türk sinemasına olan katkıları için ne desek az kalır. kendisi o yıllarda hem komedi hem de melodram türlerinde kelimenin tam anlamıyla herkese oyunculuk dersi vermiştir. yıllar sonra bile hala konuşmaktan yorulmadığımız turist ömer ve ofsayt osman gibi pek çok efsanevi karakter ilk defa 60'lı yıllarda izleyicilerle buluşmuştur.


peki o yıllara oyunculuk anlamında sadece sadri alışık mı damgasını vurmuştu?

elbette ki hayır. bir kişi daha vardı ki yakışıklılığına bugün bile denk birini bulmak çok zordur. bahsettiğim kişi, hepimizin de bildiği üzere ayhan ışık'tan başkası değildir. yıldızı aslında 1950'li yıllarda parlamış olsa da 1960'lar türk sineması dediğimizde ilk aklımıza gelen isimlerden biridir ayhan ışık. ayrıca, 1950'lerin sonunda keşfedilen yılmaz güney de yine 60'ların en büyük aktörlerinden biriydi. kendisi yine bu yıllarda yalnızca oyunculuğu değil, yönetmenliği de denemiş ve birbirinden güzel "yerli western" filmlere imza atmıştır.

peki cüneyt arkın'lar, fatma girik'ler, kartal tibet'ler, türkan şoray'lar, hülya koçyiğit'ler... işte bu büyük isimler de ilk defa 1960'lı yıllarda ortaya çıkacaktır. ve o yıllarda çektikleri filmlerle ilerleyen yıllarda yeşilçam'a yön vermeyi başarmış birer yıldız oyunculara dönüşeceklerdir. peki şu emektarları unuttum mu sandınız: kadir savun, erol taş, belgin doruk, ayla algan, atıf kaptan, aliye rona, mümtaz ener, hayati hamzaoğlu, eşref kolçak, sema özcan, müşfik kenter, yıldız kenter, fikret hakan, ahmet mekin, süleyman turan, vahi öz, hulusi kentmen, nubar terziyan, kenan pars, cevat kurtuluş, turgut özatay, özdemir birsel, filiz akın, çolpan ilhan, izzet günay, ekrem bora, hakkı kıvanç, ihsan gedik, danyal topatan, sami hazinses, reha yurdakul, osman alyanak... ve daha sayamadığım pek çok büyük ismi de unutmam ne mümkün!

Belgin Doruk

yönetmen olarak ise 1960'lara ve genel olarak da türk sinemasına kelimenin tam anlamıyla damgasını vurmayı başarmış bir isim vardır

bu isim hepinizin de tahmin edeceği üzere metin erksan'dan başkası değildir. kendisi bu yıllarda çektiği filmler ile eşine dünya sinemasında bile rast gelemeyeceğiniz türde muhteşem filmlere imza atmıştır. o yıllarda çektiği pek çok film, bugün hala sinema eleştirmenlerince türk sinemasının en iyi filmleri arasında kendine yer bulabilmektedir. sadece metin erksan değil aynı zamanda bir diğer büyük yönetmen lütfi ömer akad da 60'lı yılları sırtlayan isimlerden biri olmuştur. kendisinin 1968 yılında çektiği vesikalı yarim filmi, eminim ki bir çoğumuzun en sevdiği filmler arasında yer alır.

1970'li yıllara geldiğimizde ise türk sinemasının en ilginç anlarına şahit oluruz

1970'ler, pek çok karşıtlığın iç içe olduğu enteresan yıllardır. bir taraftan dini motifli filmler, diğer taraftan erotik temalı ucuz komedi filmleri; bir yandan sol jargonun hakim olduğu devrimci filmler, bir yandan gelenekçi ve milliyetçi yönü ağır basan sağ ideolojinin baskın olduğu filmler... o dönemden şöyle bir örnek vererek durumu biraz özetlemeye çalışayım. örneğin cüneyt arkın'ın her iki filmde de baş rolde yer aldığı güneş ne zaman doğacak (1977) filmi gösterime girdiği dönemde sağcılar tarafından benimsenmişken; maden (1978) filmi ise sol kesimin büyük beğenisini kazanmıştı. işte 70'ler böylesine karşıt yıllardı.

aslında 1970'lere tabiri caizse bomba gibi girmiştik. 70'lerin ilk dört yılında vizyona giren türk filmi sayısı rekor üstüne rekor kırıyordu. yeşilçam, 60'lı yıllarda yakaladığı altın çağını 70'lerin ilk yıllarına da taşımayı başarmıştı. 70'lerin ilk yarısında dünyanın en çok film çeken ilk beş ülkesi arasındaydık. ancak ikinci yarıdan itibaren işler hiç de tahmin edildiği gibi gitmedi. yıllık çektiğimiz film sayısında ciddi bir azalma görülmeye başlamıştı. tabi bunun pek çok sebebi vardı. birincisi, film çekme maliyetleri giderek artmaya başlamıştı. ikincisi, evlere girmeye başlayan televizyon sayısı arttıkça insanlar daha az sinemaya gider olmuştu. üçüncüsü de, borçlarını ödemekte zorlanan film dağıtımcıları yüzünden amerikalılar türkiye'ye film göndermek konusunda çekingen davranıyorlardı.

Fotoğraf: Cengiz Kahraman arşivi.

bunca olan bitenin arasında yapımcıların aklına cin bir fikir geldi

ülkenin uzun yıllardır yaşadığı ve halen yaşamaya devam ettiği cinsel açlığını paraya ve kendilerince sanata dökebilirlerdi. böylelikle 1974 yılından 70'lerin sonuna kadar sinema salonlarını işgal edecek "erotik film furyası" başlamış oluyordu. bu furya, alt sınıftan genç erkekleri sinema salonlarına taşımayı başarmış; ama çok büyük bir şeye de zarar vermişti. ailecek sinema salonlarına gitme alışkanlığı "erotik film furyası" sürecinde ağır yara alacaktı. sinemaya küsen aileler, seksenler ve özellikle de doksanlı yıllarda türk sinemasını salonları doldurmayarak cezalandıracaktı.

1970'lere dünya standartlarında bir başyapıtla giriş yapmıştık aslında. 70'li yıllara sinema diliyle yön verecek olan yılmaz güney 1970 yılında umut isminde harikulade bir filmle çıkageldi. bu filmde, adana'da ailesiyle birlikte yaşam mücadelesi veren bir at arabası şoförünün trajik hikayesi anlatılıyordu. yılmaz güney, hem yönetmenlik hem oyunculuk hem de senaryo yazarlığı ile sektöre katkı verirken; bir isim daha vardı ki o da çektiği filmlerle 70'lere adını altın harflerle yazdırmayı başarmıştı. bu isim hepinizin tahmin edeceği üzere ertem eğilmez'den başkası değildi. ertem eğilmez, 70'lerde çektiği filmlerle türk sinemasının en iyi komedi filmlerini bize armağan edecekti. düşünün ki o zamanlar çektiği hababam sınıfı ve devam filmleri kaç defa izlenmiş olursa olsun bugün hala bizleri ekranlara kilitlemeyi başarabiliyor.

sadece erkek yönetmenlerden değil 70'lere imzasını atan bir kadın yönetmenden de bahsetmek istiyorum

bahsettiğim kişi yeşilçam'ın sultanı türkan şoray'dır. türkan şoray, o yıllarda sadece oyunculuk yapmakla yetinmemiş birbirinden güzel üç tane de film çekmiştir. bunlar sırasıyla dönüş (1972), azap (1973) ve bodrum hakimi (1976) filmleridir. türkan şoray dışında hülya koçyiğit de 70'lerde pek çok filmde rol almış başarılı bir kadın oyuncuydu. örneğin lütfi ömer akad imzalı "göç üçlemesi"ni, onun en iyi rollerini canlandırdığı filmler arasında gösterebiliriz.

erkek oyuncular incelendiğinde ise cüneyt arkın, kartal tibet, tarık akan, kemal sunal, ve kadir inanır'ın baskınlığı rahatlıkla görülebiliyor. kemal sunal komedi filmleriyle türk halkının gönlünü feth ederken; cüneyt arkın da at sırtında, kılıç kalkan kuşanmış bir halde bizans surlarını fethe çıkmıştı. tarın akan, rol aldığı filmlerle genç kızların rüyalarını süslerken; kadir inanır da ağır abi tiplemeleriyle kadınları kendine hayran bırakıyordu. kartal tibet ise hem oynuyor hem de tosun paşa gibi muazzam filmleri yönetmeye devam ediyordu.

Yönetmen Kartal Tibet, Tosun Paşa'yı çekerken kamera arkasında.

80’li yıllara ise, ekonomide serbestleşme hamleleri ve bir askeri darbe ile giriş yaptık

haliyle bu yıllarda çekilecek filmlerin de konusu az çok belirlenmiş oldu. bu arada seksenli yıllarda, köylerden kentlere doğru gerçekleşen göç hareketi de iyice hız kazanmıştı. bu sebeple seksenlerde, köyden kente göç temalı çok sayıda filme rast geliriz. bunların dışında, faiz ve döviz hareketliliğinin serbestleşmesiyle birlikte kısa sürede zenginleşen küçük bir güruha da seksenli yıllardaki filmlerde yer verilmiştir. yine bu dönemki filmlerde, özal'ın da vurguladığı "işini bilen ve bilmeyen memurlara" denk gelmek pek mümkündür.

genel anlamda baktığımızda ise seksenli yıllar, doksanlı yıllarda olduğu gibi türk sineması için oldukça sancılı geçmiştir. hatta seksenli yıllarda başlayan gişe probleminin doksanlı yıllara yansıdığını söyleyebiliriz. bu yıllarda televizyon iyice yaygınlaşmaya, sinemalar aksiyon temalı amerikan filmleriyle dolup taşmaya ve video kaset kullanımı da giderek artmaya başlamıştır. ayrıca teknik anlamda da türk sineması batı sinemasının oldukça gerisinde kalmıştır. seksenli ve doksanlı yıllarda çekilmiş filmlere baktığınızda teknik ucuzluktan ötürü bu filmlerin çok daha önceden çekilmiş olabileceğini zannedebilirsiniz. şöyle bir örnek vereyim. james cameron imzalı the terminator (1984) filmi türkiye'de 1988 yılında gösterime giriyor ve insanlar beyaz perdede gördükleri karşısında tam anlamıyla şoka uğruyor. düşünün, aynı dönemde insanlar emrah'ın filmlerini de sinemada izliyordu.

bunca olumsuzluğa rağmen seksenli yıllarda pek çok kaliteli filme de imza atıldı

özellikle kartal tibet ve atıf yılmaz gibi yönetmenler seksenli yıllara resmen damgasını vurmayı başardı. kartal tibet, kemal sunal gibi bir ismi de arkasına alarak toplumsal konuları da es geçmeyen kalburüstü pek çok komedi filmine imza attı. atıf yılmaz ise, eşine dünya sinemasında bile kolay kolay rast gelemeyeceğiniz cesarette ve kalitede kadın temalı birbirinden güzel filmler çekmeyi başardı.

yılmaz güney'in senaristliğini, şerif gören'in yine yılmaz güneyle yönetmenliğini yaptığı 1982 yapımı yol filmine de ayrı bir parantez açmamız gerekiyor. çünkü bu filmin türk sineması açısından çok önemli bir yeri bulunmakta. film, 1982 cannes film festivali'nde altın palmiye'yi kazanarak ülkemize büyük bir ödülü armağan etmiştir.

90’lı yıllar, türk sineması için boğuk ve karanlık yıllardı. "yeşilçam öldü, yaşasın türk sineması" söylemleri altında yeni bir sayfa açıldığını düşünmüştük; ancak işler hiç de tahmin edildiği gibi gitmedi. türk sineması, sinema salonlarına seyirci çekemez hale gelmişti. 1996 yılında eşkiya gibi bir film sinema salonlarına gelinceye dek hiç kimsenin bir şeylerin iyiye gideceği yönünde bir umudu kalmamıştı. fakat tüm bu olumsuzluklara rağmen doksanlı yıllar, türk sineması açısından toplumsal hikayelerden bireysel hikayeler anlatmaya geçişimizin de habercisi oldu. ayrıca doksanlar, cesaret dolu filmleriyle de önemli bir dönemeçti. doksanlarda yakalanan bu cesareti, 2000'li yıllara taşıyıp taşıyamadığımız ise bence açıkça ortada.

Eşkıya

2000’li yıllara baktığımızda ise türk sinemasının istenilen yere ulaşabildiğini söylemek çok zor

bir taraftan bizi uluslararası arenada gurur duyacağımız şekilde temsil eden nuri bilge ceylan ve ne yazık ki ona benzemeye çalışan bir ton yönetmen; diğer taraftan da gişede başarı yakaladığı için tercih edilen ucuz komedi filmleri. nuri bilge ceylan türk sinemasına doğrudan çok büyük katkılar vermişken; dolaylı olarak da birazcık zarar verdi. bugün yönetmen olmaya gönül vermiş pek çok isim onun gibi olmak ve onun filmlerine benzer işler yapmak istiyor. ancak ortaya çıkan filmlerin çoğu birbirine benzeyen, yavaş ve bomboş işler olmaktan öteye gidemiyor. özellikle 2010 yılından sonra tarif ettiğim şekilde işe yaramaz bir sürü film var. türk sineması, girdiği bu kısır döngüden bir türlü kurtulamıyor. bizim nuri bilge ceylan ve zeki demirkubuz gibi isimlere ihtiyacımız olduğu kadar aksiyon, korku ve gerilim gibi tür sineması denen işlere de imza atacak yetenekli ve gözü pek yönetmenlere de ihtiyacımız var. güney kore sinemasının dünya çapında ses getiren pek çok filmi olasına rağmen bizim dünyada az çok izlenen tek işimiz 7. koğuştaki mucize (2019) filmi. o da bir güney kore uyarlaması ve filmin tüm dünyada izlenmesinin tek sebebi de netflix'te gösterilmiş olması.

yine de türk sinemasının çok iyi işlere imza attığını düşünen birisiyim. sadece merak edip bu filmleri keşfetmemiz gerekiyor...