Müge Anlı'daki Akıllara Durgunluk Veren Sosyopat Sinan Sarıdoğan Olayının Özeti

Müge Anlı ile Tatlı Sert programının şu günlerdeki gündemi Sinan Sarıdoğan adlı sapık bir herif. İzleyenlerin ağızlarını açık bırakan olayın özeti ve tüm detayları.
Müge Anlı'daki Akıllara Durgunluk Veren Sosyopat Sinan Sarıdoğan Olayının Özeti


Öncelikle, Sinan Sarıdoğan olayının özeti

müge anlı ile tatlı sert programının şu sıralardaki gündemi olan sinan sarıdoğan, 55-65 yaş arası, annesi yaşındaki kadınları hedef alıyor. çoğu zaten annesinin arkadaşı. avını belirliyor. bakın, burası çok önemli! başına bela olacak kadın profilinden uzak duruyor. bu sayede yıllarca serbestçe gezebilmiş.

sms ile veya yolda gördüğü herhangi bir kadına cinsel içerikli sapıklıklar başlıyor. eğer bir kadın sinan'a acır ve yardım eder ise vay onun haline. sinan öyle bir sosyopat ki herhangi bir sözünüze takılı kalıp, size yıllarca musallat olabilir. ilk tacizden sonra kurbanın tepkisi şiddetli değil ise burada takibe başlıyor. evini tespit ettiği kurbanını ölmek, öldürmek veya şehir değiştirmek seçeneklerini bırakacak kadar darlıyor. dadandığı kadınlardan biri olan 64 yaşındaki arife gökçe ise kayıp.


buradan sonra sinan'ın “taş” ile olan takıntısı başlıyor. ilk bulduğu fırsatta avının kafasına taşla saldırıyor. (1-2 kurbanı zor bela canını kurtarabilmiş.)

bu sosyopat, takındığı karakterlerden dolayı kendini salak, akılsız gibi gösterebilir; bunu çok iyi yapıyor fakat kendisi kesinlikle aynı eğitim seviyesindeki akranlarına göre çok zeki. bu arada, sinan denemelerine devam ediyor ve her defasında tecrübeleniyor. dayak, polis, jandarma baskısı, aile yakınları ile konuşurken takınacağı tavır vs. her konuda tecrübeye sahip ki kameralar karşısında da hiç zorlanmıyor. yediği dayaklardan da zevk alır hale geliyor.

karşımızda ekranların görüp görebileceği en büyük sosyopatı, sapığı duruyor. peki onlarca şikayet, savcılık süreci sonunda neler oluyor? 19 gün hapis cezası. peki köyün jandarması? işte bu olayın en korkunç tarafı da bu! köyün jandarma komutanı olayın olduğu sabah sinan'ı arayıp, iş teklif ediyor. evet, jandarma komutanı, sinan'a iş teklifi ediyor, adeta onu koruyor ve kolluyor. bunu da canlı yayında öğreniyoruz fakat kimse bu konu hakkında tek kelime etmiyor.

evet, sinan'ın takındığı ve mükemmel oynadığı birçok karakter var; insanları kandırıyor, manipüle ediyor. daha birçok şey var fakat suç kaydını gördüğün bir sapığı da işe çağırmazsın kardeşim! yuh derler adama. (sana komutan dersem komutanlarıma ayıp olur.) 

Sinan Sarıdoğan ile ilgili detaylı yorum: cinsellik, geçmiş, psikoloji...

ekşi sözlük'te birçok yazarın belirttiğinin aksine, sinan'ın yaşlılara cinsel istek duyduğuna (gerontofili) katılmıyorum. ilgili bu parafili türü içinde "yalnızca" yaşlı insanlara dönük cinsel arzu bulunmakta ve fakat öyküyü iyi izleyenler "yalnızca" bu insanları seçmediğini anımsayacaktır. zira; sinan kendi öz kız kardeşi ve ve onun kızına (yeğenine) da aynı mesajları atıyor. yani adam telefon rehberindeki kadın cinsiyetinde bildiği hemen herkese bu iletileri atıyor muhtemelen. köylerde çok fazla genç kalmadı, birçoğu iş ve imkan açısından daha büyük yerlerde yaşamaya başladı. bu nedenle köyde kalanlar genellikle yaşlı nüfus. haliyle bu adamın annesinin telefon rehberinden edinebildiği kadınların numaraları da annesinin etrafından, eşrafından kimseler. daha genç olanların numaralarına ulaşabilmiş olsa onlara da aynı mesajları gönderirdi ki kız kardeşinin ve yeğeninin telefon numarası kendisinde olduğu için onlara da yolladı.

yine de adamın parafili içeren bir durum içinde olduğu açık. cinsellik ve cinsel münasebetle ilgili çarpık algıları olduğu da aşikar. bu adam için kendine selam veren, yardım isteyen hemen herkes potansiyel kendine cinsel ilgi gösteren kişi, etrafında olması yeterli. onun açısından bilhassa eşini kaybeden kadınlar ya da etrafında gözüne kestirdiği ve eşine diş geçirebileceğini düşündüğü (yani yaşlı erkeklerin eşleri) potansiyel avlar. av gibi görmesi de muhtemel, hayal dünyasında onlarla olduğunu kurgulaması ya da ona ilgi gösterdiklerini kurgulaması da muhtemel. yalnız kalmış yahut yalnız kalmaya aday her kadın dolaylı biçimde onun alanına girenler.

gelelim çok fazla işlenme imkanı olmasa da geçmiş yaşantılarına. anne ve babadan tüm köy melek gibi bahsediyor. öyle olmaları muhtemel ancak komşuluk ilişkisinde melek gibi olmakla evlat yetiştirmekte melek olmak aynı şeyler değil. sinan'ın "erkeklik" takıntısı bilhassa bugünkü programda daha fazla ayyuka çıktı. anlaşılan o ki sinan ailenin tek erkek evladı, bir de kız kardeşi var. erkeklikle ilgili yetiştirme biçiminde dönütler alıyor olması muhtemel, iyi yahut kötü halde. yani iyi bir davranış gösterdiğinde "aferin, erkek adam böyle olur" istenmeyen bir davranış gösterdiğinde ise "erkek adam böyle yapar mı" şeklinde davranışlarına yoğun biçimde dönütler aldı. kıt bir zeka ile beraber erkeklik kavramına sürekli biçimde aldığı dönütlerle birlikte erkekliği üstünlük meselesi ve algılayış biçimi olarak da ödüllendirilen yahut cezalandırılan bir mekanizma olarak algıladı. onun için hemen her şey "erkeklik" üzerinden döndü. bir erkek, istediğini alırdı, bir erkek her şeyi yapmaya ve yaptırmaya muktedir olandı.

sinan'ın annesi, hayatını kaybedinceye dek sinan'ı tüm komşu, ev ziyaretlerinde de yanında götürdü, yaşı ne olursa olsun. burada da çarpık bir durum söz konusu. kadın muhtemelen ona iyilik ettiğini, başıboş bırakmadığını ve toplumla kaynaştırdığını düşünüyordu. oysa ergenlik sonrasında erkek çocuklar anneleriyle birlikte komşu ziyareti yapmaktan öncelikle kendileri sıkılırlar zira akranları ve arkadaşları yoktur ve konuşulan konular onların ilgisini çekmez. fakat belli ki komşu ziyaretlerinde gerek konuşulanlar gerekse yapılanlar sinan'ın hafızasına mıh gibi saplanmış. hem dönen gıybetler aklında kalmış hem de kıt aklıyla komşunun torunu/çocuğu sünnet olduktan sonra "o artık erkek oldu" denildiği zaman bunu kişiliğine bir hakaret gibi algılamış.


burada sinan'ın hiçbir zaman "tam bir erkek olamamakla" alakalı bir kaygısı olduğunu görebiliriz. onun için erkeklik bir kadına sahip olmak, sahip olmakla da kalmayıp güçlü, kuvvetli, kudretli, evine bakan, koruyup kollayan ve cinsel anlamda da üretken olmakla eşdeğer olmuş. erkekliğe dair aldığı dönütlerin içinde bunlar da olmalıydı. örneğin babası "ben olmayınca bu evin sahibi sensin, annene sen sahip çıkacaksın" derken sinan'ın kıt aklı sahip çıkmayı "sahibi olmak" veya "babasının yerini almak" olarak algılamış olabilir. bu nedenle de mesela "babamın evine kimse giremez" , "benim evime kimse karışamaz" derken aslında babasından geçen o bayrağı da çarpık biçimde dalgalandırdığının mesajını veriyor. yani babasının kaybından sonra o ev, sıradaki erkek olarak sinan'ın eviydi. annesine dair cinsel bir dürtüsü, eylemi oldu mu bilemem fakat patern öyle gösteriyor sanki.

kendisi muhtemelen evlendirilmek istenmiştir ancak belli ki kimse ona varmamış. haliyle "erkeklik" onun açısından tamamlanmamış durumda. yani yarım kalmış. sinan, erkekliğini tamamlamak için eylemde bulunuyor. bu nedenle de aklından kurguladığı senaryolara inanıyor ya da "sahipsiz" atıflandırdığı insanlara yanaşıyor. bunu kendisi yapamadığı durumlarda da başkalarının erkekliğini aşağı, yani kendi seviyesine çekiyor. "erkek olsan beni öldürürdün" demesi de bundan kaynaklı mağdurenin oğluna ya da yaşlı amcaya "erkeklik" göndermesi yapması da bundan kaynaklı. sinan'a göre, kendisi erkekliği tamamlayamıyorsa başkaları da tamamlayacak kabiliyette olmamalı çünkü onun onlardan eksiği yok.

diğer yandan, sinan kendini "keriz" olarak da adlandırmak istemiyor. istanbul'da çalıştığı esnada yaşadığı olay bununla alakalı. kimsenin onu kullanmış gibi hissetmesini istemiyor, kullanılmak istemiyor. o öyle güçlü ki ancak o kullanabilir. ya da bir başkası durumdan haberdar olmasa bile "mütekabiliyet" esasına göre ilişki kurulabilir. çalıştığı yerdeki kadınlara poğaça alır ama bunu en basit çıkarcı anlayışla yapar, o onlara alıyorsa ertesi gün de ona alınmalıdır. bu durumda sinan'ın kendiliğinden ve içinden gelerek, yardım olsun diye birilerine yardım etmesi de mümkün değil. yani diyor ya mesela, "arife teyze bana malzemeleri taşıtırdı" diye. bunu yardım olarak, karşılık beklemeden yapacak biri değil. onları taşıyorsa arife'nin de ya ona bir şeyler vermesi lazım yahut arife'nin ona ilgi duyduğu için, kendi gücü yetmediği zamanlarda bir "erkeğin" gücüne ihtiyaç duyduğu için bir şeyler taşıtıyor olması lazım. örneğin sinan, böyle bir durumda aklından daha fazlasını kurguluyordur, "arife bana bunları yaptırıyor, onun kocası bunları taşıyabilecek kadar güçlü değil, güçlü olan benim, onun da güçlü olana ihtiyacı var, bu durumda onun bana ihtiyacı var". biliyorum, çok çarpık ve çok monolitik fakat adamın duygusal zekasının ortaokul seviyesinde dahi olmadığı bariz.


ayrıca; sinan'ı güdüleyenler de var. yani "git arife'yi öldür" diye azmettiren demiyorum ancak bilerek ya da bilmeyerek, ciddi yahut dalga geçer biçimde de olsa onun eylemlerini onaylayanlar, eylemlerini devam ettirmesini sağlayanlar var. kohlberg'in ahlak gelişimi kuramının ilk evresi gelenek öncesi düzey olarak adlandırılır ve genellikle 6-7 yaş öncesi çocuklardan bahsedilir. burada temel nokta şu; bir davranışı iyi/kötü, ahlaklı/ahlaksız, doğru/yanlış yapan şey o davranışa verilen tepkidir. yani davranış cezalandırılıyorsa kötüdür, cezalandırılmıyorsa yapılabilirdir. davranışa dair geri bildirimde bulunmamak yahut "bir şey yapmamak", "görmezden gelmek" de aynı zamanda cezalandırılmaması demektir (illa ödüllendirilme olması gerekmez). yani adam birçok kadına musallat olurken bunlardan yalnızca bazıları ses çıkarıyor, davranışının sonucunda yaptırıma uğramıyor (örneğin hukuki anlamda) ya da davranışları başkalarınca biliniyor, görülüyor olmasına rağmen destekleniyorsa devam eder. kadir denen yahut yaşlı olan mustafa (tokur mudur nedir) sinan'ın davranışlarını tetikliyor olabilir. "tam da sana göre" diyor olabilirler mesela sinan bir kadından bahsedince ya da geleneksel köy ağzıyla kadının kendi çarpık zihinlerinde "hak ettiklerinden" bahsediyor olabilirler. ya da sinan'ı "seni kadına götürelim, erkek olduğunu göster" diyor olabilirler. belki de parayla bunu yaptırıyor da olabilirler. sinan açısından bu durumda şöyle bir mekanizma gelişir, "onlar erkek, onlar gibi erkeğim ben de". "onlar erkek, parayla da yapıyorlar, hakları bu, ben de yaparım". bu durumda bir seks işçisine para verip erkekliğini tamamlamakla, köyde herhangi bir kadına yardım edip erkekliğini tamamlamak arasında bir fark yok sinan açısından. ikisi de çıkar, ikisi de monolitik, doğrudan çıkar.

gelelim az evvel değindiğim fakat açmadığım bir başka meseleye. sina annesiyle ev gezmeleri yapıyor, bu yaşta. ed gein katiller arasında çok bilinen bir karakterdir. annesiyle çarpık ilişkileri vardır ve zannederim bates motel sakini erkek evlat da ondan esinlenerek yaratılan bir karakterdir. anneyle olan çarpık ilişkilerden kastım cinsel anlamda değil, anne figürüyle belli bir yaşın (ergenliğin) ardından daha da kuvvetlenen bağlarla alakalı. sinan'ı anne, babanın kaybından peşinden her yere götürünce sinan annesinin arkadaşlarını ve eşrafını kendi eşrafı gibi kabulleniyor aynı zamanda. burası da bir kritik nokta olabilir.

Arife Teyze ile ilgili olaya gelirsek

sinan, itiraf ettiğini söyledikleri programda da esasında bir şey itiraf etmedi. (itiraf denilen kısım) burada fark edilecek ki ilk başta bahsettiğim "güzel güzel, aslan oğlum, canım sinan'ım" tekniğiyle konuşturulmak istendi. yine fark edilecek ki, sinan aslında "yapmıştır" hipoteziyle diğerlerinin ismini verdi. yani büyük ihtimalle ismini verdiği kişiler olaya dahil değiller. mustafa'nın zaten o aileyle husumeti var, bir de arabası var, ona atmıştırlar. kadir de "dışarı çıkar mısın yenge" demiştir. bu bir itiraf değil zira kadıncağızın ensesine orada bir şeyle vurmuş olsalar dahi iki saat sonra mustafa arabayı getirecek, orada da onları kimse görmeyecek gibi bir husus söz konusu değil. benim ilgimi çeken "arife'yi kaldıralım" ifadesi. daha evvelden bu iki karakterden biri bunu sinan'a demiş olabilir fakat bunu eyleme geçirdiklerine dair emare yok. sinan, bu ifadeyi anımsıyor olabilir hatta kafasında döndürüyor da olabilir ve netincesinde o "kaldırma"yı o yapmış gibi görünmekte. olayın motivasyon boyutunu bilmiyorum, salt bir cinsel dürtü olabilir, kendine söylediğini iddia ettiği laflardan ötürü intikam olabilir, yahut kendine hak görmüş de olabilir. arife'nin eşini araması ise evet muhtemelen kontrol amaçlı. diğer yandan, sinan panik olmuş olabilir, belki de cidden özür dilemek için aradı ama yaptığı için özür dileyecekti. kontrolünü sağlayamadığı bir olay yaşamanın ardından çok kısa da olsa panikle beraber bildirim yapmış olabilir. "ben yapmadım" dediği şeyin ise taciz/tecavüz olduğunu zannediyorum, onu yapmamış olabilir zira kadıncağızı kazara öldürmüş olabilir. belki canını yakmak, yaralamak gibi niyeti vardı ancak ölmesini beklemiyor yahut istemiyordu. ocakta yemeği olan bir kadını alelacele evden çıkarabilecek bir şey söylemiş olması lazım ayrıca.

bence çok konuşulmayan bir husus. illa arife'nin evine gitmek zorunda değil dışarı çıkarmak için. öyle bir şey söylemiş olabilir ki onu ayağına getirmiş de olabilir. eşiyle ilgili kötü bir haber mesela. ayağı derken evini kast etmiyorum zira eve kadir girip çıkıyor, aniden gelse bir sorun. bunun yerine çalı çırpı yerine yönlendirmiş olabilir kadını. belki de manyakça bir şey söyledi, bilmiyorum, "ben fikri abiyi vurdum" "fikri abi bayılmış şurada yatıyor koş gel" ya da oğluyla ilgili bir haber. çünkü evinin önünden kadını alıp götürmek için fiziki kapasiteye sahip olsa bile bu riski almaz. denilecek ki adamın riski düşündüğü yok, katılmıyorum. riski düşünüyor, önemsiyor, ona göre hareket ediyor ancak dürtüsel bir tarafı var. dürtülerine yenik düşene kadar kendini kontrol edebiliyor. öyle olmasaydı, bunca gün çok daha somut bir şeyler söyleme imkanı olurdu, adam resmen kendini de söylediklerini de kontrol etme becerisine sahip hem de ekran karşısında. "kendince" tutarlı bir öykü tutturmuş ve sinopsisten de çıkmıyor. çıktığı zamanlara da "yalan" diyor.

gelelim en can alıcı meseleye. arife'yi sinan öldürdüyse beden ya da parçaları ne yaptı? adamın bunları taşıyacak otomobili, traktörü yok. olsa olsa el arabası var ki el arabasıyla ilgili çok konuşulmuyor (güya ona da bakılmış, ne kadar ciddi bakıldı bilmiyorum). adamın bir yere atması, gömmesi lazım. gömmek için kazma kürek lazım ki kazma kürekle görülmemiş. gömdüğü yere kazma küreği gömmüş olabilir aynı zamanda, evinde ne eksik onlara da bakılması lazım fakat diğer yandan adamın üstü başı, görüldüğü saatlerde ak pak haldeymiş, yani kirlenmemiş de. bu durumda atmak ve yakmak, saklamak seçenekleri kalıyor. saklamak için muhtemelen sahip olduğu hemen her yere bakılmıştır. atmak için anlaşılan o ki evin yakınlarında yahut köy civarlarında böyle bir yer yok. yakma konusu ise pek konuşulmadı nedense. hem açıklık bir arazide yakmış olabilir (mesela ertesi gün) ayrıca çalı çırpı toplama bir yakma bahanesi. çuvala koysa bile evine götürüp yakamaz ya da köyde bir yerde yakamaz ancak açık alanda, görülmeyecek bir yerde ve ateşin dumanın belli olmayacağı şekilde yakabilir. bu seçenekler arasında bana halen en akla yatkın olanı "saklamak" olarak geliyor. anahtarının olduğu bir yerde.


Köy ahalisine gelince

bunlar mikro gruplar. birbirlerini tanırlar, dedikodu ederler, kusura bakılmasın ancak zamanları boldur ve kafaya böyle işleri de takarlar. herkesin kendi dört duvar arasında ne yaptığını merak eder ve konuşurlar. elbette ki konuşmayanı da vardır, merak etmeyeni de vardır ama bizler onları ekrandan nasıl izliyorsak, nasıl merak ediyorsak, onlar birbirlerini daha da merak ediyorlar çünkü küçük gruplar. merak ettikleri de ancak ve ancak birbirleriyle sınırlı. biz bir olayda onlar hakkında fikir yürütürken ve bunu analitik yapmaya çalışırken, onlar birbirleri hakkında çok daha fazla fikir yürütüp bunu aristo mantığının en primitif yöntemiyle yapacaklar. bir de hemen herkesin birbirini tanıması maalesef ki gereksiz bir samimiyet ve yine maalesef ki gereksiz bir hassasiyet, anlayış getirmekte beraberinde. "köyün delisi" denilen tamlamada bir sahiplenme vardır mesela. o köye aittir o, hemen herkes onu kabullenmiştir, hemen herkes onu kollamaktadır ve hemen herkes onu aciz görmektedir. köyün kendinden olanı saklama, köye ait olanı saklama, köye ait olanı kutsama gibi bir kaygısı da vardır. kolun kırılıp yenin içinde kaldığı gruplar tam da böyle gruplardır.

köyün gençleri nerede deniyor. köyde genç kalmamıştır, olanlar da uğraşmış ancak bırakmıştır. yaptırım yetkisinin verildiği erk bir şey yapmıyor, yapamıyorsa bunu insandan beklemek yanlıştır. ayrıca insanlar bu kadar büyük bir olay yaşanmadan önce de diğer yaşanan hadiselerde hukuki olarak yollarını arama en kötü ihtimalle de yaşadıkları yeri terk etmişler başa çıkamayınca. kimse de kendini bir aklı evvel için hayatını karartacak şekilde hareket etmeye yönlendirmez, onlardan bunu beklemek de haksızlık.

Bu adam nasıl itiraf edecek? 

muhtemelen etmeyecek. onu zorlayacak şeyler, fevri hareketlerini ortaya çıkaracak şeyler gerekli. erkeklik meselesinden vurmak, kışkırtmak, kadınlara dönük algısını eşelemek, gerekirse sövdürmek ve arada bir itiraf cümlesi kopartmak önemli. sorun şu ki, itiraf etse bile ondan sonra "hayır" ve "bilmiyorum" diyecek bir yapıya sahip. mühim olan zaten onun bir şekilde kayıt altında olması. daha da önemlisi olur da agresyon anlarında mağdureye ne yaptığını ve nerede olduğunu belirtirse zaten itirafa neredeyse gerek kalmadan bulunacak fiziki kanıtlarla beraber sıkışacak ve gidecek bir noktası da kalmayacak. büyük ihtimalle de böyle ifadeler veren sinan'a karşı esas ulaşmak istedikleri nokta da burası.