Netflix'in Dikkat Çeken Yeni Filmi Annihilation'ın Derinlemesine Bir İncelemesi
film, izler izlemez beğendim ya da beğenmedim yorumlarıyla geçiştirilecek bir yapım değil. psikolojik incelemelerle beraber daha geniş bir ölçekte de ele alınmalı film.
--- spoiler ---
formlar dans ediyor bu filmde.. ışığı, ses dalgalarını ve de dna'ları kırabilen, bozup mutasyona uğratan 'parıltı' farklı bir dünya tasavvuru sunuyor. nasıl ki arrival zaman ile algı arasında bir bağ kurmuş ve öznel zaman algısıyla beraber insanın yaşam ile kurduğu ilişkinin değişebileceğini önermişse bu film de bildiğimiz ekosistem algısını değiştirmeye çalışıyor. tüm canlıları farklı formlarla bir araya getirip aynı özde buluşturan bir güç var karşımızda (tanrısal bir şey değil bence bu öz, kısaca doğa)... insanlığın tehlike olarak gördüğü parıltı da bu özün yani kendisi dışındaki yaşamın ta kendisi...
daha filmin ilk sahnelerinde lena, 4 milyar yıl önce başlayan yaşamın tek bir özle beraber, yani tek bir hücrenin bölünmesiyle beraber hızla çoğaldığını, yayıldığını anlatmış ve bu konuşmada insanın ölümsüzlük arayışından da bahsetmişti. öyküde ise, ölümsüzlük arayışıyla kendisini doğadan koparmaya çalışan insanın doğanın içinde erimesini görüyoruz. filmin en unutulmaz yerleri, kadının zihninin bir parçasını içinde bulunduran ayının sesiyle 'yardım edin' diyen kadın sesinin birbirine karışması, insan şeklini alan bitkiler ve de duvara yapışan ölü insanın bambaşka bir form aldığı o tablovari kareydi galiba.. dünyaya yayılan canlı çeşitliliğinin ve o çeşitliliği sağlayan mutasyonun farklı formları, işlevleri bunlar..
dolayısıyla insanlığın bir tehlike olarak gördüğü ve önlem almaya çalıştığı parıltı, canlı yaşamın ta kendisini, türlerin birbirleriyle olan yakınlığını temsil ediyor. aslında yaşam çeşitliliğinin, yok oluşla beraber anılması insanlığın paranoyak algısını gösteriyor. dışarıdan gelen tehlike sadece bir hızlandırıcı, katalizör olarak görülebilir. bir anda insanın formuna bürünen ve davranışlarını taklit eden parıltı insan türüne yaklaştıkça insan ya kane'in yaptığı gibi kendisini ya da lena'nın yaptığı gibi kendi benzerini yok ediyor (ve ikisi de aynı kapıya çıkıyor). yok etmek insanın bir refleksi, parıltı ise yaşamın savunması...
filmin doğrudan sunduğu bir cevabı, büyük soruları ya da alternatifi yok. tarkovski'nin stalker'ına öykü ve olay örgüsü olarak benzese de bir noktada farklı: stalker müthiş diyaloglarla bilim-din-sanat kurumlarını tartışmaya açarken annihilation'da yaşamın farklı formları ilişkiye giriyor, birleşiyor, çatışıyor. formlar birbiri içine girerken gerilim duygusu ortaya çıkıyor ve bu gerilim diyaloglarla değil görsel bir şekilde yaratılıyor. stalker'da erkeklerin uzun diyaloglarıyla çatışma yaratılırken kadın karakterlerin götürdüğü bu filmde doğanın sesi, görüntüsü ön plana çıkıyor.
arrival filminde aklımızda kalan, heptapod harfleri olduysa bu filmde de aklımda kalan; farklı formların birleşmesine, kaynaşmasına kapı açan güzel ışık oyunları, ışık demetlerinin doğaçlama bir şekilde bir araya gelmesi oldu. heptapod harflerinin daireselliği zamanın sarmallığını temsil etmişti ya, annihilation'daki ışık oyunları da bir amaç doğrultusunda, çizgisel bir şekilde ilerlemeyen yaşam çeşitliliğini temsil etti sanki..
heh tabii annihilation, stalker gibi dolu dolu bir metin sunmuyor ya da arrival gibi insanın içinde müthiş bir duygu bırakmıyor ama gerilim duygusu sayesinde ağız açık izletiyor. interstellar gibi uzay-zamanın farklı boyutlarını hollywood anlatısına meze etmiyor, o fenerin içindeki delik gibi bir delik açıyor klasik anlatının içinde.. sinemayı rüyayla ilişkilendiren o ilk sinema düşünürlerine güzel bir selam çakıyor, görebilen gözler için sinemanın görsel diliyle birçok şey gösteriyor.
böylece netflix'te neredeyse bir modern sinema yapıtı anlatısına benzeyen bir filmle karşılaşmak nasip oluyor bizlere. sırtına bir şaplak atıyor "aferin len netflix, kedi olalı bir fare tuttun hee, hehehe" diyesimiz geliyor. son olarak, filmleri rakamlarla değerlendirmeyi sevmem ama bu filmi puanlayasım geldi: 8/10