"Öldü mü Öldürüldü mü?" Tartışmaları Hiç Bitmeyen ABD'li Yazar: Richard Wright'ın Hikayesi
richard wright 4 eylül 1908'de mississippi'de doğdu. hayatı zorluklar içinde başlamıştı. ailesinin maddi durumu iyi değildi. üstüne üstlük kendisi henüz beş yaşındayken babası evi terk etmişti. o da bu hayattan bir kaçış olarak kitaplara sığınmıştı. ancak orda bile kendisine rahat yoktu. çok okurdu. ancak bu kendisini kesmezdi. daha fazla okumak isterdi. ne yazık ki yaşadığı yer mississippi'ydi. ve babasının evi terk etmesinden sonra hayatının ikinci tokadını da kitap okumak için gittiği kütüphanede yemişti. çünkü mississippi'de kütüphaneler sadece beyaz çocuklar içindi. ve kendisi kütüphaneye alınmamıştı. ve böylece içindeki öfkenin ilk tohumları atılmış oluyordu. artık burada yaşamak istemiyordu. tek isteği bir an önce burdan kaçıp kurtulmaktı. ancak bu isteğini yerine getirmek için 18 yaşını beklemesi gerekecekti. bir süre üniversiteye devam etse de ekonomik zorluklar neticesinde üniversiteyi bıraktı. ve sonunda 18 yaşına basar basmaz soluğu chicago'da aldı.
chicago'da rutin bir hayatı vardı. bir postanede çalışıyor ve çeşitli edebiyat dergilerine hikaye ve şiirlerini gönderiyordu. 1937 yılında ise şansını new york'ta denemeye karar verdi. bir magazin dergisinde işe başladı. sürekli yazıyordu. bu dönemde ufak tefek ödüller de aldığı oluyordu. 1938 yılında yazdığı " uncle tom's children" kitabıyla 500 dolarlık bir ödül kazanmıştı.
ve aradan geçen yıllardan sonra nihayet büyük patlama 1940 yılında gelmişti. yazdığı "vatan evladı" isimli kitapla beraber edebiyat dünyasını alt üst etti. siyahi bir adamın uğradığı haksızlığı anlatan kitap bir haftada 215 bin adet sattı. ve bir anda amerika'nın en ünlü afro amerikalı yazarı oldu. kitabın satışlarından oldukça iyi bir gelir elde etti. daha sonra yazdığı ve kendisini anlattığı "kara çocuk" ise kendisinin şöhretine şöhret kattı. ancak işlerin bozulması fazla zaman almadı. araya siyaset girdi.
şöhret tatlı olduğu kadar da tehlikeliydi, artık göz önündeydi
bu da halkı fikirleriyle etkileme ihtimalini doğuruyordu. üstelik kendisi komünistti. bunda büyük buhranın etkisi oldukça fazlaydı. amerikan kapitalizminden nefret ediyordu. 1932 yılında komünist partiye üye olmuştu. ideolojisi bugüne kadar kendisine bir sorun çıkartmamıştı. ama artık önemli birisiydi. ve bu yüzden den fbi'in kara kaplı defterine adını yazdırmakta gecikmedi. ayrıca yaptığı evliliklerin beyaz kadınlarla olması da kendi siyahi camiasında tepkilere yol açmıştı. afro amerikan dünyasından bile dışlanır olmuştu. iyice yalnız kalmıştı. birçok dostu kendisinden vebalı gibi kaçıyordu. yapılan baskılara daha fazla dayanamadı. o yüzden 1944 yılında yazdığı makalesinde komünizmden vazgeçtiğini açıklamak zorunda kaldı. ancak bu yeterli olmadı. ve böylelikle sürgün hayatı başlamış oldu.
fransa'dan davet aldı ve paris'e gitti
bu onun ikinci yurt dışına çıkışıydı. daha önce ilk evliliği ile beraber meksika'ya gitmiş ancak tutunamayıp birkaç ay sonra geri dönmüştü. neyseki paris'teki ortam beklediğinden çok daha iyi çıkmıştı. fransa'nın düşünce özgürlüğü bakımından amerika'nın çok önünde olduğunu düşünüyordu. fransız edebiyat dünyası kendisini hemen benimsemişti. ve bir anda fransa'da da amerika'yı aratmayacak bir popülerliğe ulaştı. siyasi görüşlerini ise artık çok rahat bir şekilde savunabiliyordu. sıkı bir emperyalizm karşıtıydı. sömürgeciliği reddediyordu. zaman hızla geçerken kendisine amerika'daki mgm film şirketinden bir teklif gelmişti. teklif kendisini ilk başta çok heyecanlandırmıştı. "vatan evladı" isimli kitabı filme çekilmek isteniyordu. ancak teklifin detayları ortaya çıkınca işin rengi bir anda değişti. çünkü stüdyo kitaptaki siyah karakterleri beyazlaştırmayı ve filmi o şekilde çekmeyi uygun görmüştü. tabii bu teklif wright'ı çılgına çevirmişti. teklifi hemen reddetti. ancak kitabının filmleştirilmesi düşüncesi hiçbir zaman kafasından çıkmıyordu. bu yüzden film için bir yapımcı arayışına girdi. sonunda da muradına erdi. filmini fransız yapımcı pierre chenal yapacaktı. chenal'ın ise bir şartı vardı. filmde wright'ın kendisini oynatmak. wright her ne kadar kendisinden yirmi yaş küçük birisini canlandıracak olsa da bunun altından kalkmanın zor olmadığını düşündü. sonunda arjantin'den gerekli finansman desteği gelince filmin çekimlerine başlandı. bütçenin çok aşılması ve bürokratik engellere rağmen film tamamlandı. ancak keşke tamamlanmaz olaydı. çünkü film büyük bir fiyaskoyla sonuçlandı. filmin önemli bir bölümünün sansüre uğrayıp kesilmesinin yanına wright'ın kötü oyunculuğu da eklenince film gişede battı. ve wright için iyi günler de artık geride kalmıştı.
zaten bir süredir ortada bir sorun vardı. whright her ne kadar dışlanmış olsa da amerika'yı özlüyordu. bu özlem edebiyatını da etkilemeye başlamıştı. artık amerika'daki kadar verimli yazamıyordu. ve bu durum yavaş yavaş popülerliğini yitirmesine neden oldu. filminin batması ise işin tuzu biberiydi. maddi olarak sıkıntı içersine girdi. hatta borç içersinde yüzmeye başladı. gişe fiyaskosu bunda oldukça etkiliydi. artık parlak kitaplar da gelmeyince bir anda çarklar dönmez olmuştu. bu dönemde birkaç kitap yazdı. ancak hiçbiri tutmadı. o da bu sıkıntılı dönemini atlatmak için iyice şiire merak sardı. binlerce şiir yazdı. bunu haiuku formatında yani üç mısra olacak şekilde yazıyordu. şiirlerine "örümcek ağları" adını verdi. ve zamanla hayat kendisi için zorluklarla ve şiirlerle devam eden bir hal almıştı. 1950'li yıllarda özellikle afrika'ya birçok seyahatte bulundu. sömürgeciliğe karşı sıkı bir mücadele içersindeydi. bu durum 1960 yılına kadar devam etti. 1960 yılına geldiğimizde ise beklenmedik bir gelişme oldu. o güne kadar hiçbir kalp rahatsızlığı olmayan hatta ciddi herhangi bir sağlık sorunu olmayan wright 52 yaşında bir anda kalp krizinden ölmüştü. bu ani ölüm birçok komplo teorisinin de dillendirilmesine neden olmuştu. kapalı kapılar ardında cia'nin kendisine suikast düzenlediği konuşuluyordu. kendisine otopsi yapılmamıştı. dedikoduların da en büyük dayanağı buydu. otopsi neden yapılmamıştı? üstüne bir de cesedinin " kara çocuk" romanıyla beraber yakıldığı söylentisi çıkınca komplo teorileri aldı başını yürüdü.
richard wright öldü mü öldürüldü mü hiçbir zaman açıklığa kavuşmadı. ölümünün komünist olmasıyla veya afrika'ya yaptığı seyahatlerle bir ilgisi var mıydı hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. ancak bu dünyadan bir richard wright geldi geçti. ezilmişti ve öfkeliydi. ve sanırım kendisi için en iyi tanımlamayı tarihçi john henrik clarke şu sözlerle yaptı:
"dağdan inme, eli balyozlu bir dev gibi geldi ve balyozla yazar gibi yazdı"