Oraya Gidenlerden Kopenhag Hakkında Fikir Sahibi Olmanızı Sağlayacak Anekdotlar

Zamanında Danimarka'nın başkenti Kopenhag'ta bulunmuş olan iki Sözlük yazarının anlatımıyla oraları gidip gezmiş kadar olacaksınız.
Oraya Gidenlerden Kopenhag Hakkında Fikir Sahibi Olmanızı Sağlayacak Anekdotlar
iStock

11 sene önce birkaç aylığına kopenhag'a gittim

danimarka'nın başkenti olan bu şehir; tarihe dokunabileceğiniz bir yer olmasının yanı sıra andersen masallarına konu olacak denli sıradışı... eski bir liman kenti olan şehir, denizden gelen gemilere hâlâ kucak açmasına rağmen; kastrup havalimanı ile dünyaya açılmış durumda. temmuz ve ağustos aylarını kopenhag'da geçirerek bu yaşlı ama hâlâ dinç kenti biraz dolaşma şansı buldum. izlenimleri küçük notlar halinde aktarayım.

danimarkalılar klasik iskandinav insanları. hemen hemen hepsi uzun boylu, sarışın ve mavi gözlü. birçoğu ülkenin tükenmek bilmeyen bira kaynağından yararlanıyorsa da sportmen görüntü hakim. sokaklarda en sık görülen manzara; eşofmanları ile koşan veya bisiklete binen insanlar. gerçi bisikleti yalnızca spor aleti olarak değil, ulaşım aracı olarak da kullanıyorlar. bisiklete binmeyen insan yok gibi...


türk mutfağı benzeri bir mutfakları yok. bu yüzden uzak doğu, iran ve türk mutfağı yemekleri satan dükkanları neredeyse her semtte bulabilirsiniz. danimarkalılar'ın hiç mi kendilerine özgü lezzetleri yok derseniz; danish blue peynirleri dünyaca ünlüdür ve en iyi çeşitlerine marketlerde uygun fiyatlarla ulaşabilirsiniz. meyveli yoğurtla yedikleri bir bisküvi çeşitleri var ve inanılmaz güzel. tavsiye ederim. birde meşhur siyah ekmek üzerine bir dilim peynir koyarak yaptıkları atıştırmalıkları var; az zamanda maksimum lezzet vaat ediyor.

sokakları çok düzgün. yaya kaldırımları, bisiklet yolları ve araç yolları muazzam ve neredeyse her sokakta eşit oranda. istanbul sokaklarındaki daracık veya araçlarla işgal edilmiş kaldırımlarla yıllarca yaşadıktan sonra kocaman yaya kaldırımlarında neredeyse dans ederek yürümeye başlayacaktım.

toplu taşıma araçları çok yaygın. şehrin tamamında tren ve metro var. şehrin her semtine otobüs seferleri koymuşlar. zaten halkın çoğu bisiklet sevdalısı. toplu taşıma araçlarını çoğunlukla; yabancılar, yaşlı veya bebekli danimarkalılar kullanıyor.


geri dönüşüm konusunda çok titizler. plastik ve cam şişeler depozitolu olarak satılıyor. su alırken 10 danimarka kronu veriyor ve şişesiyle birlikte satın alıyorsunuz. daha sonra aynı şişeyi marketlere geri satabiliyorsunuz. ülkedeki göçmenlerin çoğu sokaklardan veya parklardan topladıkları şişelerin depozitolarından kazandıkları paralarla geçiniyormuş. ben de duyunca şaşırdım ama düşününce mantıklı geldi.

dünyanın en pahalı 8. şehri olduğu kesinlikle doğru. cebinizde paranız yoksa hiçbir yere gidemiyorsunuz veya yapamıyorsunuz. müzelerin ücretsiz gezilebildiği günleri öğrenip o günlerde ziyarete gidebilirsiniz ama müzeye çantalarla girmek yasak. dolap kiralamak ise 20 danimarka kronuydu.

mezarlıkları şehrin parkları gibi kullanılabiliyor. aile boyu piknik keyfi yapanlarla veya köpekleriyle koşuya çıkanlara bol bol rastlayabilirsiniz. mezar taşları bizimkiler gibi beyaz mermerden değil bildiğimiz doğal taşlardan yapılmış. mezarlıkların içindeki ağaçlarsa en az 200 yıllık. hani neredeyse insanın ölesi geliyor. o derece huzurlu yerler... unutmadan yazayım; andersen'in mezarına gidip bize güzel masallar bıraktığı için teşekkür ettim.


şehrin meşhur kanallarını da gezme şansı buldum. turistlerin en yoğun olduğu bölgelerden. benim en sevdiğim yerse; kastellet'ti. kopenhag limanı yakınındaki bu yer bir nevi askeri sığınaktı ama öylesine yeşil ve huzurluydu ki bayıldım. bazı günler yalnızca kitap okumak için oraya gidip keyif yaptım. dinlenmek içinde kaçtığım yerlerden biri oldu. bu yeşil adacığın üzerinde masallardaki gibi bir un değirmeni bile vardı. muhteşemdi.

şehirde kaldığım süre boyunca; defalarca kopenhag şehir müzesi'ne, yükseklik korkuma rağmen tepesine tırmandığım vor frelsers kirke'e, dini bir görevi yerine getirir gibi tavaf ettiğim ny carlsberg glyptotek museum'a, kraliyetin sözde olsa bile hâlâ varolduğu danimarka'nın kraliçesinin yaşadığı frederik vııı's palace'a, içinde dünyanın her yanından eserler bulabileceğiniz danish museum of art & design'a, içinde bulunan göle ve yapay şelalerine vurulduğum frederiksberg alle'ye, harika kumsalı ve yeldeğirmenleriyle amager'e, gül bahçelerinin en güzelini bulabileceğiniz valby park'a giderek ve gittiğim her yerde fotoğraflar çekerek harika zaman geçirdim.

Kastellet

gittiğim her yerde eğlenme katsayımı öğrendiklerim, korkularımı alt edişim ve bana kalanlarla ifade ettiğim için kopenhag'ta eğlenceli zaman geçirdiğimi düşünüyorum. yeşilin ve mavinin tonlarıyla tanışmak için harika bir şehir. yine de siz siz olun yaz mevsiminde gidin. neden derseniz; kopenhag sık yağış alan bir şehir ve yaz dışındaki tüm mevsimler soğuk ve yağışlı geçiyormuş. gerçi yazın gitmeniz de havaların hep günlük gülistanlık olacağı anlamına gelmiyor ama şansınızı denemenizde fayda var.

orada erasmus yapan birinin gözlemlerini de ekleyelim

hayatımın en güzel dönemlerinden birini bana erasmus sayesinde yaşatmış şehirdir kopenhag.

erasmus ne olursa olsun iyi bir deneyimdir ve erasmus yapmışların çoğu hayatının en iyi dönemi olduğunu düşünür. ancak bu şehir gerçekten iyi, çok iyi.

danca'da hyggelit diye bir sözcük var. yavaş, rahat, sakin anlamına geliyor. danimarka'da her şey biraz hyggelit'dir. iş hayatında amerikalılar gibi başarı obsesyonu yoktur. üniversiteyi dönemde 2 ders alıp haftada 1 gün okula gidip genelde evde okuma yaparak bitirmek mümkündür. sokakta insanların acelesi yoktur.

danlar mutluluk endekslerinde birinciliği kimselere bırakmazlar. bisikletle giden güzelim kızların yüzlerinde hep sebepsiz bir gülüş vardır kopenhag'da, o gülümseme yayılır ve iyi bir ruh hali olur şehir için. şehrin büyük bölümü genç insanlardan oluşur. hayata dair pek kaygıları yoktur bu insanların zira ya aileden paraları vardır zaten, ya da devlet zaten minimum yaşam standartlarını karşılıyordur bu insanların.

Faelledparken'den bir kare ('ortak kullanılan park' gibi çevirebiliriz).

bu şehirde bir sürü şey güven ve suistimal etmeme üzerine kuruludur. yollarda bedava bisikletler vardır, alır kullanır herhangi bir yere geri bırakırsınız. her cuma gecesi bedava girip 3 saat bedava sınırsız bira içebileceğiniz club'ları vardır. bırak türkiye'yi herhangi bir avrupa şehrinde böyle bir uygulama olsa olsa suistimale uğrar ve bu club batar, ama kopenhag'da bu olmaz. christiania'dan ot almak serbesttir ama sokaklarda keş, tekinsiz insanlar görmezsiniz. bir yerde bir şey unutursanız ertesi gün o şey büyük ihtimal hala ordadır.

erasmus'un klişe içmece kopmaca modundan sıyrılmak için bir sürü alternatif aktivite ile doludur kopenhag. christiania olsun, folketshuset olsun kendine özgü otonom alanları vardır. buralarda bedava konserler verilir, yemekler yapılır, arkadaşlar edinilir. christiania zaten başlı başına bir ülkedir. bu komün çocuklarını kendi eğitir, yaşam alanını kendi oluşturur. burda yaşayan akademisyenler vardır herkese açık ders verirler. haftanın her günü her zaman yapacak bir şeyler, tanışmaya değer insanlar vardır burda. bitişiğindeki göl kenarı magic mushroom tripleri veya ot kafası için idealdir.

danimarka hükümeti her şeyin ekolojik ve doğal olmasına uğraşır. yiyeceklerden kaldıgınız bina'ya kadar her yerde bir çevre dostlugu vardır. zaten bir şehirde bu kadar yeşil alan olmasına inanamazsınız. göz zevki için şehrin ortasına inşa edilmiş bir sürü yapay göl ve kanal vardır. kışın bunlar donar paten yaparsınız. yazın kenarında güneşlenir kitap okursunuz.

her şey bir kutlama bahanesidir danlar için. 1 mayıslarında bile faelledparken'e çıkıp bira içerek işçi haklarını kutlarlar. bizim 1 mayıslardan çok daha farklıdır. olay yoktur, polis yoktur, kutlama vardır. mezarlıklar bizimki gibi ıssız değillerdir. her mezarlık aynı zamanda insanların sık sık gittiği, hava aldığı, güneşlendiği, muhabbet edip sosyalleştiği bir yerdir. babasının mezarının kenarında arkadaşlarıyla bira içer dan. ölüm bile kutlanır.

bir de festivaller var ki danimarka'nın güzel zamanları. distortion'da kopenhag sokakları koskoca bir parti alanına dönüşür. bir 90'lı yıllarda fransız'ın kendi evinde verdiği partilerden evrilen distortion 2011 yılında 200.000 kişinin katıldığı koskoca bir şehir festivaline dönüşmüş. onlarca sahne, yüzlerce dj ve müzisyen, yüzbinlerce insan, 5 gün boyunca şehrin koskoca sokaklarının ve alanlarının bu partiye ayrılmasıyla hayatlarındaki en güzel zamanlarını geçirirler. saat 10'da sokaklar kapanır ve clublara geçilir. bir de roskilde festival var ki danimarka'nın en güzel zamanları diyorlar ama ben orada olamayacağım maalesef...


dan kızları inanılmaz rahatlar. 5 gün önce distortion'da şöyle bir sahne gördüm: bir parti çadırına girip dans edip arada hava almaya çıkıyorduk 3-4 kere tekrarladık bunu. ilk gördüğümüzde kapıda kanka 2 erkek, aralarına bir kızı almış sırayla öpüşüyorlar ve hatta yiyişiyorlardı. bir nevi threesome, bir ona bir ona. bu adamları her dışarı çıkışımızda 4 farklı kızla aynı şeyi yaparken gördük ve kim bilir biz içerdeyken kaç tanesiyle daha yapmışlardır... kızlar inanılmaz güzel, rahat ve herkesin ortasında bunu yapmaktan hiç çekinmeyen tiplerdi. biz de danimarka kızlarını en iyi burda anladık. seksin iki taraf için de zevkli, güzel bir deneyim oldugunu, her türlü seksin içinde kötü bir şey barındıramayacağını bilen insanlar bunlar. bizdeki gibi başlarında ahlak bekçileri olmadığı için de keyiflerince yaşıyorlar.

erasmusçular için esn kopenhag baya aktif. iskandinavya'ya geziler oluyor sık sık. mesela senede 2 kez, bir sürü şehirden gelen 2500 öğrencinin katıldığı sea battle oluyor. 2 gün 2 gece boyunca bir cruise gemisinde 2500 öğrencinin parti yaptığını düşünün... arada da 2 tane şehir geziyorsunuz (bana stockholm talinn arası denk gelmişti).

bu şehrin bir başka avantajı kuzeye de güneye de güzel mesafelerde olması. yarım saatte malmö'ye geçebiliyorsunuz. trenle 3 saatte hamburg'a gidebiliyorsunuz. bu kadar gelmişken en kuzeye, muhteşem kuzey ışıklarına gitmek bile oldukça ucuz ve basit oluyor. esn'le gittiğimiz lapland (kuzey iskandinavya) gezisinde yapmadığımız kış sporu, husky safari, raindeer safari vb ilginç aktivite kalmadı. ve en güzeli de 4 gece boyunca açık gökyüzünde kutup ışıklarını seyretmek... insan hayatının bir döneminde lapland'a kesinlikle gitmeli.

bu kadar mutluluğun tek dezavantajı artık hayatı sorgulatması. çok büyük engeller olmadan, sorunlar yaşamadan büyümüş bir nesil yaşıyor mudur acaba dedirtmesi. ve tabii ki alışma riski. dönünce nasıl olacak hiç bilemiyorum. ama 1 dönem erasmus için daha ideal bir şehir olamazdı. ancak gelinecekse 20 saat gece modunda yaşamamak için bahar dönemi tercih edilmeli.