Orhan Pamuk'un 22 Yaşında Başlayıp 26'sında Bitirdiği, İlk Romanı: Cevdet Bey ve Oğulları

İlk yayınlandığı zaman "babası yazmıştır" denilen genç Orhan Pamuk romanı Cevdet Bey ve Oğulları'na dair bilgi ve yorumları derledik.
Orhan Pamuk'un 22 Yaşında Başlayıp 26'sında Bitirdiği, İlk Romanı: Cevdet Bey ve Oğulları
Fotoğraf: @bookogina / Instagram

Konusu nedir?

cevdet bey ve oğulları, orhan pamuk'un "nobele giden yol"a giriş yaptığı romandır. roman,osmanlı'nın son zamanlarından başlayarak cumhuriyet dönemi'ne kadar gelmektedir. cevdet bey'in ailesinin yaşamıyla dönemin şartları ve olayları harmanlanıp okuyucuya sunulmaktadır.

Detaylı yorumlayalım

öncelikle orhan pamuk'un anlattığı üç ayrı dönemin diline gösterdiği özen gerçekten çok başarılı ve etkileyici. hem ne kendini ne okuyucuyu salak yerine koymadan, bir derdini ötekilerin önüne koymadan yazması, hem de bunu o zaman, o yaşta yazması önemli geliyor bana. ama edebiyat araştırmacılarına bırakıyorum bunu. 2000'lerin ikinci yarısında ancak 'duyarlılaştığımız' bir sürü meseleyi de ta o zaman ta o yaşta dile getirilmesi gereken meseleler olarak görmesi, bunların üzerine düşünmesi ve bunu yaparken de içinde bulunduğu çevreyi ve anlam dünyasını, anlamanın ötesinde, aşmış uçmuş gitmiş bir yazar olması çok önemli, bunu ilk romanıyla yapması çok çarpıcı.

ama (söz konusu orhan pamuk'sa ama'dan öncesi teferruattır) bütün külliyatını bitirmiş bir (sevgili) okuru olarak benim için önemli iki şey daha söylemek istiyorum. birincisi orhan pamuk romanlarınının içinde tanpınar'ın en çok sayfalara sızdığı roman bu bana göre. tanpınar etkisinin en çok görüldüğü demedim bilerek. pamuk'un sona doğru torun ahmet'e hissettirdiğine benzer bir şey benim söylemek istediğim. yaptığı resimlerde goya sevgisinin ortaya çıkmasına sevinirken o resimleri goya taklidine dönüştürmek istememesi gibi. tanpınar'ın pamuk'un yazarlığında artık sindirim sistemine karışıp bir parçası olarak yazıya geri dönen etkileri benim söylediğim. onun dışında olabilecek her türlü kavgayı ve tartışmayı yapmış gibi görünüyor pamuk zaten. bu romanın sahnenin dışındakiler ile karşılaştırması şahane olur gibi geldi bana o yüzden.


diğeri ise şu: pamuk çok sevdiğim bir romancı olmasına rağmen bir noktada sabrımın sonuna geldim ben, bu kendinden menkul erkek tipinin iç çalkantıları, kararsızlıkları vs çok uzadı ve çok da üzerimize üzerimize gelir oldu. bu meseleyi sevgili yazarımızın kendisine bir soru cevap esnasında sorulan soruya verdiği açıkça 'korkak' ve 'kaçamak' cevaptan sonra daha çok düşünür oldum. bir seneden fazla olmuş bunu düşünmeye başlayalı, demek ki iyice evirip çevirmişim ben bunu, o nedenle de yazmakta beis görmüyorum.

pamuk'a masumiyet müzesi ile ilgili "neden hiç füsun'un düşüncelerini öğrenemiyoruz, neden hiç onun aklından geçenleri, hissettiklerini yazmadınız" diye bir soru soruldu. bu soru daha önceden de dile gelmişti ve o dile gelişlerde yazarımız orada bulunmadığından ben kendi kendime sorup bu soruyu, cevap aramıştım. ve bence çok da güzel bir cevabı vardı bu sorunun, üstelik pamuk'a yaraşır bir biçimde romanın da içine gizlenmişti. bunu ekşi sözlüğe de yazmıştım:

bütün bunlar olurken füsun'un ne düşündüğünü bizim düşünmemiz önemli ama anlatılmaması daha da önemli benim için. çünkü bu bir adamın bir kadına delice aşık oluşunun, onun her hareketini bir kamera gibi kaydetip kendi kendine oynatmasının hikayesi. daha da önemlisi romancının her iki tarafın da aklından geçenleri bildiği, "o her şeyi gören ve bilendir" konumundan feragat edişi. ve yine kemal'in düştüğü ve hikayenin sonunu da hazırlayan bir bencillik hikayesinin dile dökülüşü:

"çünkü benim dünyamda yaşayan ve benim durumuma düşen türk erkeklerinin çoğu gibi ben de, delice aşık olduğum kadının aklından neler geçtiğini, onun hayallerinin ne olduğunu anlamak yerine, onun hakkında hayaller kuruyordum yalnızca." (s.280)

işte bu son cümle, kemal'in füsun'un aklından neler geçtiğini hiç düşünmeden kendi hayallerinin büyüsüne kapılması, bu erkek bencilliği, bu tuhaf ruh hali... buydu sebebi. bunun tuhaflığı bütün roman boyunca dert de oluyordu zaten okura. füsun 'o kadar da modern' olmamasına rağmen gözünü karartıyordu da kemal gördüğü dört başı mamur hayale zeval gelmemesinden başka bir şey istemiyordu. pamuk'un buna benzer bir cevap vermesini bekledim ben. bu denli ayrıntılı açıklamadan buraya doğru iteklemesini soruyu soranı. ama ne dedi pamuk?

"ben bir erkeğim, bir erkeğin bir kadına aşık olduğunda aklından geçenleri iyi biliyorum, onunda özdeşleşebiliyorum ama bir kadının aklından geçenleri bilemem."

Orhan Pamuk(sağda), babası Gündüz, annesi Şekure ve abisi Şevket.

sessiz ev (ki pamuk'un en sevdiğim romanlarından biri) geldi aklıma. orda o yaşlı kadının aklından geçen bütün huzursuzlukları nasıl da anlatıyordu? ya benim adım kırmızı? nasıl bir para'nın, bir rengin, daha bir çok şeyin dilinden, ruhundan konuşuyordu da bir kadının dilinden konuşmayı denemiyordu bile? ama işte aslında kadının dilinden, ağzından yazmıştı daha önce. sorun kadının dilinden yazmak değil arzu nesnesi kadının dilinden yazmaktı. onun arzularını kendi arzularının yanında seslendirebilmekti. başaramadığı, yapamadığı da bu pamuk'un. ve tabii ki yapamamasının nedeni de hayal edememesi. hayal dünyası bu kadar kuvvetli bir yazarın, kendisinden yüzyıllar önce yaşanmış şeyleri bile hayal edip o kişilerin sözcükleriyle, hisleriyle yazabilen bir yazarın aşık olan kadının ağzından yazamaması da benim için bu kendinden menkul erkeklik halinin göstergesi. aşık olan değil, aşık olunan kadını yazar pamuk. aynı tanpınar'ın sahnenin dışındakiler'de sabiha'nın ağzından iğneyi kendine batırması gibi 'siz o şarkılardaki gibi acı çekmek için seviyorsunuz, mutlu olmak için değil' diyordu sabiha.

bu işte pamuk'un külliyatını okuyup bitirince çok dayanılmaz bir yere geliyor. bu kadar tekrarlanan bu kendinden menkul erkek halini bir 'hal' olarak anlatıp anlaması... bir tane daha böyle pamuk karakterine dayanabileceğimi sanmıyorum. refik'in bencilliğine, ömeri'in bencilliğine, muhittin'in bencilliğine dayanabileceğimi sanmıyorum. anlamak zaten istemiyorum.

Final notu

romanın başından sonuna kadar karakterlerin tamamı ne yapmak istediklerinden emin değildir şayet eminseler dahi, bu yapmak istekleri şeye dair sorgulamalar karşısında şüpheye düşerler. cevdet bey tüccar olmak ister ama abisinden, görüşmediği akrabalarından bir sitem vardır ve o bu sitem karşısında suçluluk duyar. idealleri ona güç vermez. bir yanından hep pişmandır. refik de arayıştadır, son bölümde anlatılan ahmet de arayıştadır. ahmet hamdi tanpınar'ın huzur romanındaki gibi herkes huzursuzdur bu romanda da

Kitaplarını Aslen İngilizce Yazan Elif Şafak, Türk Edebiyatına Dahil Edilebilir mi?

Charles Bukowski'nin, İlişki Anlayışını Tüm Çıplaklığıyla Anlattığı Roman: Kadınlar